İçeriğe erişiminiz engellendi
Kültür-sanat faaliyetlerine ulaşım gençler için zorken sansürsüz, özgürce sanatımızı icra etmek, erişmek bizim hakkımız ve sadece birleşirsek ulaşabileceğimiz bir hedef.
Görsel: Pixabay
Ziyad AHMED
Yıldız Teknik Üniversitesi
1 - 8 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen 19. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’ni geride bıraktık. Seçkisi ve etkinlikleri dışında bu seneki festival Nejla Demirci'nin Kanun Hükmü belgeselinin sansürlenmesiyle gündeme geldi. İstanbul'da Kadıköy ve Beyoğlu Kaymakamlıkları, Ankara'daysa Çankaya Kaymakamlığının yasakları sebebiyle filmin gösterimi yapılamadı.
Geçtiğimiz sene Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin 2 kez seçkiye alıp çıkarması, Kültür ve Turizm Bakanlığının festivalden desteğini çekmesi büyük bir tepki aldı ve festivalin iptal olunmasına kadar gitti. Kanun hükmünde kararname (KHK) ile kamu görevinden alınan 2 kişinin bu uygulama sebebiyle hayatında yaşanan tahribatı ve verdikleri adalet mücadelesini anlatan belgeselin çekim izinlerinin de Bodrum Kaymakamlığı tarafından reddedildiğini belirtmeden geçemeyiz. Peki bu sansür ve yasaklamalar Kanun Hükmü belgeseliyle kısıtlı kalıyor mu?
BİR DEĞİL, İKİ DEĞİL
Tabii ki de hayır. Son 20 yılda karşımıza birçok böyle örnek çıkıyor. Sibel Tekin "Karanlıkta Başlayan Hayat" belgeseli için çektiği görüntüler sebebiyle bir ihbar üzerine "örgüt talimatıyla belgesel çekimi adı altında keşif yaptığı" iddiasıyla evi basılarak gözaltına alınmış, daha sonra çıkarıldığı nöbetçi hakimlikçe tutuklanmıştı.
Çayan Demirel’in Dersim katliamını konu alan 2006 yapımı “38- Dersim Belgeseli” Kültür ve Turizm Bakanlığının Sinema Filmlerini Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu tarafınca "Yönetmeliğin 11. maddesi gereğince ticari dolaşıma ve gösterime sunulması oy birliğiyle uygun bulunmamıştır" açıklamasıyla sansürlenmişti.
34.Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin yarışma dışı bölümünde gösterilmesi planlanan "Bakur/Kuzey" belgeseli kayıt tescil belgesi olmadığı gerekçesiyle gösterimden kaldırılmış, polisin gösterimin yapılması planlanan Atlas Sineması'na gelerek eser işletme belgesi sorguladığı ortaya çıkmıştı. Bunun sonucunda diğer sinemacılar belgesele uygulanan sansüre karşı kendi filmlerini festivalden çekmiş, bu koşullar altında İstanbul Film Festivali'nin tüm gösterimleri durdurmasını talep ettiklerini duyurmuştu.
Başka bir örnek olarak Gezi Parkı olaylarını belgeleyen "Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek" filmi Altın Portakal Film Festivali belgesel yarışmasından çıkarılmıştı. Daha sonra film küfürlü bir İngilizce altyazının çıkarılmasıyla yarışmaya geri alınmıştı. Belgesel Sinemacılar Birliği de "sansür kadar sansür baskısıyla oluşan otosansüre karşı da daha güçlü kararlılık” gerektiğini açıklayarak benzer uygulamalara davetiye çıkarmamak adına festivalden çekilmişti.
Sinemada sansüre verebileceğimiz çokça örnek varken biraz işin arka planına dönüp hem Kültür ve Turizm Bakanlığının yönetmeliklerini hem de sansür sonucu ortaya çıkan otosansürü ve bunun tek adamın uzantısı olan üniversite yönetimleriyle nasıl okul kulüplerine dayatıldığını incelemeliyiz.
SİNEMAYLA ALAKASIZ SİNEMA DEĞERLENDİRME KURULU
Üstte bahsettiğimiz birçok sansür olayında eli olan, filmlerin proje aşamasından gösterime sokulmasına kadar her şeyi kendi ürettiği politika doğrultusunda sınırlayan Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik gereğince düzenlenen Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu 9 kişiden oluşmakta ve oy çokluğuyla karar almakta. Kültür ve Turizm, İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlıklarının her birinden birer kişinin bulunduğu bu kurulda, alanında doktora derecesi bulunan bir sosyolog, bir psikolog ve bir çocuk gelişimi uzmanının da dışında üç uzman sinemacı bulunmakta. Bu üç uzman ilgili meslek birlikleri tarafından önerilse de bakanlık tarafından seçilirse kurulda kendine yer bulabiliyor. Yani anlayacağınız üzere iktidar, kendi belirlediği kriterlerde, kendi seçtiği insanlarla, kendi beğenileri doğrultusunda çalışmakta. Sinema üzerindeki bu güçlü baskıyı incelememiz gerekirse yukarıda verdiğimiz örneklerdeki gibi belgesel yapımlarını yakından inceleyebiliriz.
TOPLUMSAL BELLEK
Belgesel yapımının esası belgelemek ve bu biriktirilen belgeleri önyargısız bir şekilde yorumlamaktır. Edinilen “belgeler” doğrultusunda yapılan belgesellerde toplumsal belleğe katkıda bulunur ve bu belleği muhafaza etmeye yardımcı olur. Peki ya iktidar bu belleği unutturmaya çalışırsa? Bu toplumsal hafızayı zedeleyerek gerçekleri kendi doğrusuna göre şekillendirmeye çalışırsa? O zaman örneklerdeki gibi sansür, kısıtlama veya tutuklama gibi yollara başvurur. Film yapım aşamalarını engeller, gösterime sokmaz ya da verdiği yardımı geri ister.
İktidarın bahsettiğimiz toplumsal belleği yok etme girişimlerinden en büyüğüne Beyoğlu Kültür Yolu Projesiyle tanık olmuştuk. Gezi direnişinin simgesi olan Gezi Parkı, her hafta cumartesi annelerinin kayıplarıyla buluştukları Galatasaray Meydanı, zamanında Türkiye sineması için önemli bir yere sahip olan Emek Sineması iktidar için Beyoğlu’nu bir hedef haline koyuyordu. Bu kültür yolu projesi de Beyoğlu’nun ticarileştirilmesi ve bu belleğin yok edilmeye çalışılmasıdır.
Toplumun hafızasından bu kadar korkan iktidar sadece bakanlık eliyle değil atadığı üniversite yönetimleriyle de baskılarını devam ettirmekte. Okul dahilinde müfredat değişikliklerinden tutalım da yapılan etkinliklere karışılmasına kadar öğrencilerin nitelikli eğitim alabilecekleri alanlar daraltılıyor. Bu senenin başında hem Boğaziçi Üniversitesinde hem de Yıldız Teknik Üniversitesinde “Benim Çocuğum” belgeselinin gösteriminin engellenmesi, kulüp etkinliklerine kılıf uydurularak izin verilmemesi ya da çağırılan konukların kampüslere alınmaması iktidar eliyle üniversite yönetimlerinin üzerimizde yarattığı baskıya ve sansüre somut örnekler.
Biz bu baskı ve sansür karşısında ne yapabiliriz? “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek”filminin festival sürecinde kendine uyguladığı otosansür bir seçenek midir? Yapılma ihtimali olan sansüre karşılık olarak bizim önceden kendimizi kısıtlamamız mı gerekir? İfade özgürlüğünden daha fazlası olduğumuz toplumun hafızasını korumak da biz gençlerin sorumluluğu değil midir? İşte bu yüzden var olduğumuz alanlarda birleşmeli, uygun koşullar bulunursa kendi alanlarımızı yaratmalıyız. Kültür-sanat faaliyetlerine ulaşım biz gençler için bu kadar zorken sansürsüz, özgürce sanatımızı icra etmek, sanata erişmek bizim hakkımız ve sadece birleşirsek ulaşabileceğimiz bir hedef.