Tuzla tersanelerinin gurbetçi işçileri: Hayat evle durak arasından ibaret
Uğruna memleketi öte bıraktıkları tersaneye gitmek için her sabah İçmeler Köprüsü’nde buluşurlar. Ayrı ayrı servisler o köprüden alır da götürür tersanelere gurbetçi genç işçileri.
İşçiler İçmeler Köprüsünde servis bekliyor | Fotoğraf:Evrensel
Eren YÜCEBOY
İstanbul
Tuzla tersaneleri gurbetçi işçilerin sırtına kurulmuştur, öteden beri bu böyledir. Havalar biraz ısındı mı çıkar gurbetçi genç işçiler baba evinden, Urfa’nın Adana’nın Samsun’un köylerinden kasabalarından çıkar da gelirler tersanelere. Geldikten sonrası meçhul 8 ay, 9 ay, 10 ay belki bir daha dönmemek üzere. Uğruna memleketi öte bıraktıkları tersaneye gitmek için her sabah İçmeler Köprüsü’nde buluşurlar. Ayrı ayrı servisler o köprüden alır da götürür tersanelere gurbetçi genç işçileri.
İçmeler Köprüsü’nde o gurbetçi işçilerden üçüyle beraberiz Adnan, Hasan ve Sefer...
Son altı ay içerisinde düşmüş üçünün yolu da tersaneye. Evveli; memleketleri, Urfa.
İlk gelen Adnan olmuş aralarında. Bundan altı ay önce. 23 yaşındaki Adnan, tersanede çalışan ağabeylerinin kendisini İstanbul’a çağırmasıyla ayrılmış memleketten: “Biz Urfalıyız ağabey. Bizde ağabeyden kardeşten bol bir şey yok. Sırasıyla hepimizin yolu düştü buraya. Önce en büyük ağabeyim geldi. O sonra tersaneden ayrıldı, Kartal Devlet Hastanesinde çalışmaya başladı. Ondan sonra bir küçüğü geldi. Sonra onun da küçüğü derken, sıra bana kadar geldi. Benden sonra da işte benim ufağım, Hasan.”
"KÖYDE EKMEK VEREN OLMAZ DEDİLER"
Hasan 19 yaşında daha. Bir buçuk ay olmuş geleli. Gelme tercihinin kendisine bağlı olmadığını söylüyor: “Bizde babanın, büyüğün sözü önemli. Köyde daha da bize ekmek veren olmaz dediler, gönderdiler. Geldim ben de. Ama alışamadım buraya.”
“Alışamadım” dediği, sadece tersanenin çalışma koşulları değil. İstanbul’da yaşamaya alışamamış henüz Hasan: “Yol bilmiyoruz, iz bilmiyoruz burada. Tanıdık yok, bir şey yok. Bir buçuk aydır ağabeyimde yaşıyorum. Evden servisin beni aldığı yere kadar gidip gelmeyi biliyorum daha. Evle durak arasındaki yol dışında bir yere gittiğim de yok bildiğim de.”
Sefer ile bir akrabalık yok aralarında. Sonra ekliyorlar: “Gerçi illa ki vardır. Aynı köyün insanıyız sonuçta.”
“Beni de Adnan çağırdı” diyor Sefer. 21 yaşında o da. Geleli daha 15 gün olmuş.
“Bu ikisinin durumu yine iyi” diyor. “Onların ağabeyleri var burada. Bende o yok. Bir macera dedik, geldik. Ama bulamadım umduğumu.”
BİR YATAK 2 BİN 500 LİRA, BİR ODA 15 BİN LİRA
Umduğunu bulamamanın gerekçesini kaldığı pansiyonla açıklıyor: “Yamuk yumuk bir bina. Tabelası bile yok. Birisi önerdi, gittim konuştum. Yatak başına 2 bin 500 lira. Az para mı? Bir odada 6 yatak var. 15 bin lira eder. Urfa’da o paraya memleketin en güzel yerlerinde; Halfeti’de Haliliye’de sıfır ev bulursun. Burada anca bir oda ediyor 15 bin lira.”
“Yine de başımızı sokacak bir yer var hiç değilse. Buna da şükür” diyor sonunda Sefer. “Zaten bize de başkası lazım değil. Yatacak yerimiz olsun yetiyor şimdilik. Ya çalışıyoruz ya da yatıyoruz. Başka yaptığımız bir şey yok.”
“Bir de PUBG oynuyoruz” diye ekliyor Hasan.
“Evet. Bir yatıyoruz, bir de PUBG oynuyoruz” diyerek kendini düzeltiyor Sefer de.
"NE KAZANSAN YETMEZ, ÖLSEN KİMSE DÖNÜP BAKMAZ"
Aldıkları ücret yetmiyormuş üçüne de. Son zam döneminde burada olan sadece Adnan olduğundan, o daha çok dertli ücret meselesinden: “Asgari ücrete yarısı kadar zam yaptılar. Bizim ücretler yerinde sayıyor. Bizim tersane yüzde 15 yapmış şubat ayında. Bana onu da yapmadılar. Dediler ki ‘Sen zaten yeni başladın. Sen başladığında sana ücretini zamlı söylemiştik.’ Halbuki yalan söylüyorlar. Şimdi herkesten eksik yevmiyeye çalışıyorum.”
Sefer’in aldığı ücretin yetip yetmeyeceğine dair bir deneyimi yok henüz. “İlk maaşı bir alayım da. O zaman göreceğim yetecek mi yetmeyecek mi?” diyor ve ekliyor: “Ama sanmıyorum ki yetsin.” Sonra öyle devam ediyor: “Burada ne kazansan da yetmez. Açlıktan ölsen kimse dönüp bakmaz bile. Köy yerinde aç kalmaz insan. Karnını doyuracak bir şey bulursun bir şekilde. Burası öyle değil.”
Temmuzda ücretlere bir zam gelir mi diye sorunca, üçü de aynı anda “Gelmez” diyor. “Vermezler bir şey.”
En deneyimlileri Adnan cevaplıyor yine önce: “Vermeyeceklermiş. Öyle diyor ustalar. Sormuşlar da hatta. ‘Hiç boşuna beklemeyin’ demişler.”
Tersane patronu “Boşuna beklemeyin” diyor da işçiler bekliyor mu peki?
“Bekliyor tabii ağabey. Beklemez olur mu hiç?” diye cevaplıyor Adnan.
Sonra Hasan alıyor söz sırasını: “Bekliyorlar ama korkuyorlar da bir yandan. Soruyorlar zam yapacak mısınız diye ama patronlar ‘yok’ deyince bir şey demiyorlar. İş değiştirmeyi falan düşünüyorlar.”
“Yalan yok ağabey” diyor Sefer, “Sadece diğer işçiler değil, biz de korkuyoruz. Hadi istedik diyelim? Kimle nasıl baş edeceğiz? Daha kendi belimizi zor doğrultuyoruz. Koca koca adamlara nasıl kafa tutalım?”
Servisleri yanaşıyor o sırada. Sözünü yarıda kesip “Aha! Bizimki geldi” diye elini uzatıyor Sefer vedalaşmak için.
Ayrılırken “Buluşalım yine mutlaka. Çay çorba içeriz” diyerek uğurluyorum.
Servise tam binecekken kafasını uzatıp cevaplıyor Sefer: “Çorba varsa otururuz ağabey. Midemize sıcak yemek girsin.”