Başkanlık aşkı...
Başkanlık sistemi, Başbakan Erdoğan ve partisi AKP’nin olmazsa olmazlarından biri. Yeni anayasa yapımının aşkıyla alınması (fiilen) da Kürt sorununun çözülmesine yönelik anayasal formülasyon hariç bundan kaynaklık.Erdoğan ve AKP yetkilileri mevcut sıkıntıların mevcut yönetme/işleyişi biçiminden kaynaklı olduğunu h
Erdoğan ve AKP yetkilileri mevcut sıkıntıların mevcut yönetme/işleyişi biçiminden kaynaklı olduğunu her fırsatta yenilemekte; erkler ayrılığı, Cumhurbaşkanlığı, 4+4+4 eğitin sistemini biliyoruz. CHP ve MHP ise Başbakanı aşırı yetki peşinde olmakla eleştirmektedirler. Toplumun büyük kesiminin mantığını anlamakta zorluk çektiği bu tartışmaları, alevlendiren ise, Başbakan Erdoğan’ın yeni anayasasının Mart 2013 sonuna kadar hazırlanmaması halinde, kendi anayasa taslaklarıyla referanduma gideceklerine dair açıklaması oldu. (Basın)CHP ve MHP, keza BDP bu tutumun dayatma olarak nitelendirmektedirler. Ancak asıl gürültüyü koparan, başkanlık siteminin İmralı’da Öcalan ile MİT arasında yürütülen görüşmelere konu edildiğinin basına yansıması oldu(28.02.2013 Milliyet). CHP ve MHP, bunu “Öcalan’a özgürlüğünü vermeye karşılık başkanlık sistemine destek istenmesi ile tanımladılar.” (1-9 mart 2013 basın). Olası bir anayasa referandumunda BDP’nin tavrının, desteğinin kritik önemde olduğunu hatırlıyorsa, CHP ve MHP’nin neden bu kadar öfkelendikleri izah bulur. BDP’nin ‘sayın Öcalan’ın çözümünün arkasındayız’ beyanı biliniyor.(Basın).
Şüphesiz tüm bunların nasıl ve ne şekilde olacağı yada olmayacağı İmralı’daki görüşmelerin seyrine bağlı. Bunun olmasına dair işaretler Mart 2013 sonunda, büyük olasılıkla Newroz’da görmek mümkün.
Bu yazının konusu bunun olası sonuçlarını irdelemek değil, irdelemeye çalıştığım nokta, Başbakan Erdoğan’ın Başkanlık Sistemine dair ısrarıdır. Bunun olası nedenlerine ilişkindir. Bunu sadece Erdoğan’ın aşırı yetkiyle donatılma isteğinden (o da var) ibaret görmek çok dar ve yüzeysel olur. Mesleğinin daha kapsamlı, derin ve ideolojik bir perspektifle bağıntılı olduğunu söylemek daha doğru bir tespit olacaktır. Bunları, arka planda kalan dayanakları bir öncelik sıralamasına tabi tutulmadan şöyle ifade etmek mümkün mevcut yönetsel yapıya dair farkı bakış bugünle alakalı olmayıp, kökeni tazminata kadar uzuyor. Türkiye’de o sıralar devletinin ayakta kalmasına dair Ziya Gökalp Yusuf, Ankara’nın temsilinde kendisini ortaya koyan anlayışlardan ikincisi ile örtüşüyor, bağını kuruyor. Kemalist perspektif ise Gökalp ile buluşmaktadır. Söyleme bakıldığı da bu daha mutluluk kazanıyor. “Gökalp’te toplum sınıflara bölünmez. Gökalp, Türkiye’ye uygun görmediği sınıf müdahalesini sınıflar mücadelesi şemasını reddeder, Türklük İslamcılık ve moderniteyi geliştirmek için seçkinler ve halk arasındaki alışverişe güvenir. Akçura ise Gökalp’in tersine sınıflar mücadelesinin önemine, daha çok da burjuvazinin önemine vurgu yapar, Akçura , Türkiye’de Osmanlı devletin ayakta kalması için zorunlu tek güç (Toplumsal dönüşümü sağlayacak) olarak, ulusal burjuvazinin gelişimini görür bu konuda o süreçte gelişme Tatarları örnek verir (Osmanlı Türk modernleşmesi, Francis Georgeon,s.100-101)
Bu iki farklı perspektif 1920’den sonrada üstü kapalı olarak (daha çok ta Akçura bakışı ) devam etti. “Cami-kışla çekişmesi kapışması” olarak tanımlanan iktidar kavgası bundan beslenir. Bu kavganın 1946-60 yılları arasında yoğun ve açık bir şekilde yaşandığını biliyoruz. İkincisi 28 Şubat’ta, üçüncüsü ise bugün yaşananlardır. Olan biten, Kemalist yönetime pastanın paylaşımından dışlanan “cami” kesimlerinin buna son verme ve hesabının sorulmasından ibarettir. Bugün yönetsel yapıda ve işleyişteki tüm değişiklikler de bu haldedir; yani demokratikleşme, hak ve özgürlükler için değil. Kanun, düzenleme ve yönetmeliklerin ruhunda, AKP kendi sistemini oluşturma damgasını vurma yatıyor. Kemalist ekibin damgasının izlerini silmek istiyor. Başkanlık sistemi bunun zirve noktasını ifade ediyor. Mekan seçimi “Başbakanın Dolmabahçe’yi çalışma ofisi seçmesi” bile buna işaret ediyor.
Güncel açıdan ise Başkanlık sistemi ısrarı, küresel çaptaki değişim ve gelişimlerle yakında ilgili. Kapitalist sistem yada kapitalist modernite içine girdiği krizi açmak istiyor. Bunu aşmada çare olarak sermayenin küresel çapta özgürce mobiletesini biliyor. Basın ABD – AB ve küresel sermaye oluşumlarının çektiği güçler, sermayenin sınırsız dolaşımında, kapitalizmi güce kavuştururken ulus-devleti ve ulusal sınırları artık bir engel olarak addediyor. Sadece sınırlar değil, tüm toprakların da ... Türkiye’de yabancıların toprak satın almasını engelleyen yasaların kaldırıldığını biliyor. (Basın)
“Politik örgütlenmeler ve devlet biçimleri dünya sistemi çapındaki gelişmelere tepki olarak değişmiştir.” (Dünya sistemleri, A.G. Frank , B.h.Gills). Bu değişimin bugünkü adı yeni dünya düzenidir. ABD ve AB’nin yürütme çalıştığı bu sisteme AKP hükümetinin yönettiği Türkiye, katılmaktan öte rol ve pay kapma çabasında. Mevcut yönetsel yapıda buna uyarlama arayışında. Başbakanlık sistemi bunun bir gereği olarak ta kendisini önceliyor. Daha da ilginci yeni küresel yapıdaki güç ifadesi ve yönetsel biçim olarak imparatorluk tanımlamaları dikkat çekiyor. Başbakan Erdoğan ve AKP yetkililerin özellikle Başbakan ve Dış İşleri Bakanı Osmanlı topraklarından bahsetmesi ironik bir çatışmadır ama, Suriye, Libya, Irak, Lübnan sorununda özel vurgulamalara bir imparatorluk özlemini işaret ediyor. Son bir nokta “ İmparatorluk kavramı her zaman sınır tanımayan bir yönetim ifade etmiştir.” ( Dünya sistemi A.G. Frank, B.h.Gills)
İdeolojik bakımından Başbakan Erdoğan ve AKP yönetimi “Yönetiminin beslendiği islami referansların önde gelenlerinden islami açıdan başkanlık sistemi “bir zorunluluğa kadar vardırılıyor. Bu konuda en dikkat çeken ve en güçlü referans, Başbakan Erdoğan’ın yakın ilgi ve sempati gösterdiği Müslüman kardeşler Örgütü’nün ( İhvan El-Müslimin) kurucusu Hasan El-Benna’dır. “Halife” yerine “Başkanlık” kullanmayı öneren Benna halifelik yerinede Başkanlık kurumunu öneriyor. El-Benna, bunu söylerken batıdaki sistemden haberdardır. El-Benna devletin iki farklı biçiminde olabileceğini belirtmiştir. Büyük Britanya’da olduğu gibi temsili biçim yada birleşik devletlerdeki biçim. “Her kim ki halk tarafından seçilmiş ise o başkandır. Ve devlet işlerini idare etme hakkı kendisindedir. (İslam ve Demokrasi, S.Kuatab, Gary. D. Bouma)
Bunlara son olarak ta Kürt sorunun çözümünde öne çıkan yerel özerkliğin – ki Türkiye AB’nin kriterlerinin en önemlileri arasında yer alan yerel özerkliği halen imzalamadı. Çözüm formülasyonu AKP cephesinde böyle bir idari değişimle karşılık buluyor. Yani başkanlık hatırlayalım, bir dönem Kenan Evren Türkiye’nin 8 bölgeye ayrılmasını (yönetsel) önermiş. Hakkında bölücülükten dava açılmıştı. Başkanlık meselesinin İmralıdaki görüşmelere bu nedenle gelmiş olması mümkün.
*Gazeteci
*1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi Adalet Şube İzmit/Kocaeli