Uluslararası Ortadoğu Konferansı-2: Ortadoğu'da Barışın Olanakları ve Koşulları

Emek Partisi'nin düzenlediği Uluslararası Ortadoğu Konferansının ikinci gününde “Ortadoğu’da halklar ve mücadeleler” ile “Ortadoğu’da barışın olanakları ve koşulları” tartışıldı.

26 Mayıs 2024 11:15
Son Güncellenme Tarihi: 26 Mayıs 2024 14:22
Paylaş

Emek Partisinin düzenlediği Uluslararası Ortadoğu Konferansı'nın ikinci gününde "Ortadoğu'da Halklar ve Mücadeleler" ve "Ortadoğu'da Barışın Olanakları ve Koşulları" başlıkları ele alındı. Gazeteci Hediye Levent’in moderatörlüğündeki ilk oturumda Akademisyenler Sibel Karadağ ve Doğan Çetinkaya’nın yanı sıra İranlı Akademisyen Mira Assadi ile DİSK Uluslararası İlişkiler Müdürü Kıvanç Eliaçık sunum yaptı.

 

KARADAĞ: SURİYELİ SIĞINMACILAR KULLANILIP ATILAN BİR EMEK GÜCÜNE DÖNMÜŞ DURUMDA

Akademisyen Sibel Karadağ, günümüzde servet eşitsizliğinin 19. yüzyılın sonundaki durumu dahi çoktan aştığını belirterek “19. yüzyıl dönemi sömürgeciliğin nimetleriyle Avrupa’da müthiş bir servet birikimi oluşturmuştur. Bir zümre inanılmaz bir lüks ve servet bolluğunda yaşarken bir kesim de açlıkla göç ederek yaşıyordu. Modern tarihin ilk küreselleşme dalgasıydı. Şimdi de servet eşitsizliğinin ikinci dalgasına şahit oluyoruz” dedi. BM'ye göre 120 milyondan fazla insanın yollarda olduğunu kaydeden Karadağ, bu yüzyılın gıda kıtlığı ve küresel ısınma nedeniyle de göç yüz yılı olacağını belirtti.

Eşitsizliğin yarattığı mülteciler üzerinden nasıl bir servet transferi yapıldığına dikkat çeken. Karadağ, Türkiye örneği üzerinde durdu.

Mevcut iktidarın 10 yıl boyunca “Milyonlarca bedeni, hem ulusal hem uluslararası anlamda çok önemli bir enstrüman olarak kullanabileceği bir siyasal konjonktür” yarattığına dikkat çekerek, iktidarın bu iskan politikasıyla, mültecileri “Hem emek piyasalarında hem AB ile ilişkilerinde hem Ortadoğu’yla ilişkilerinde hem kendi servet transferini gerçekleştirmede, hem de ücretli emeği aşağı indirmede çok yönlü bir enstrüman olarak kullanabildiği”ne işaret etti.

Mülteci nüfusu ile rekorun Türkiye'de olduğunu belirten Karadağ, "Türkiye'nin geçicilik hiyerarşisi ile yürütülen bir iskan politikası var. Herkes geçici olarak bu ülkede duruyor her an gönderilebilir" dedi. Karadağ, Türkiye'nin yıllara göre iskan politikasını anlatarak 2022 sonrası yeni bir döneme girildiğini vurguladı: "Seyreltme ve süpürme döneminin içinde bulunuyoruz Mayıs 2023'ten bu yana. Artık ucuz emek olarak kullanılan, yerli işçilerin ücretlerini aşağıya çekmek için can simidi olarak kullanılan mülteci nüfus gönderiliyor. Kullanıldı, emek piyasaları düşürüldü, ondan sonra ihtiyaç kalmadı ve artık atılabilirler. Türkiye kullanılıp atılan bir emek gücüne dönmüş durumda. Kuzey Suriye'de bölgeye gönderildiler yarım milyon insan."

ÇETİNKAYA: DEĞİŞMEYEN DOĞU AGISINI KIRMAMIZ LAZIM

Akademisyen Doğan Çetinkaya, Batı ve Doğu arasında çelişki olduğuna dair bir tarih yazımı olduğu ve bunun yanlış olduğunu belirterek "Ortadoğu’da toplumsal sınıflar olmadığı gibi bir iç dinamik de söz konusu olamaz bir değişim olacaksa bunun aktörleri en başta emperyalizm ve Batılılardır, tek büyük değişimci dinamik emperyalizmin ve kolonyalizmin yaptığı müdahaledir diye algılanıyor. Değişmeyen, kurtarılmayı bekleyen ve kendi iç dinamikleri olmayan bir Doğu algısını kırmamız gerekir. Ortadoğu mücadelelerinden bahsedebilmek için bu paradigma ile hesaplaşmak ve bu paradigmayı yıkmak gerekiyor. Yani devrimci mücadelenin önemli bir parçası bu zihniyetle mücadele etmek zorunda” dedi.

Bu yanlış bakış nedeniyle 2010-2011’deki Arap Ayaklanmalarının “beklenmiyor” olmasına da değinen Çetinkaya, 2000’li yılların en örgütlü ve militan sınıf mücadelesinin Mısır’daki Mahalla Tekstil işçileri tarafından verilmesine rağmen hiç kimsenin Mısır’da devrimci bir kalkışma beklemiyor olmasını buna bir örnek olarak sondu. “Neden beklemiyorduk sormamız gerekiyor ve bunu değiştirmemiz gerekiyor” dedi.

ORTADOĞU'DA KADIN OLMAK: İRAN ÖRNEĞİ

Akademisyen Mira Assadi de Ortadoğu'da kadın olmayı İran örneği üzerinden anlattı. Ortadoğu'da kadınların bir baskı üçgeninde kaldığını belirten Assadi "Ben bunları din, siyaset ve ataerki sistemi olarak adlandırıyorum. İran'ın içinde ev hayatımız ile kamusal hayatımız arasında fark var. Gizli düşünme gizli isyan içinde olduk hep. Bu on sene de bir dışavurdu. İsyanlar protestolar oldu ancak bizden güçlü olan bir devlet vardı ve eve dönmek zorunda kaldık." diye belirtti.

İran'da kadınların ilk mücadelesinin 1905 ve 1911 yılları arasında ortaya çıktığını ve anayasal haklar istediklerini belirten Assadi, ülkenin geçirdiği değişimi ve dönüşümü anlattı. 1979 yılına kadar ülkenin İslami bir nitelik taşımadığını, ancak 1936'da başörtüsünün zorla yasaklanmasının olumsuz etkileri olduğunu ifade eden Assadi, "Bu kadının bedeni üzerinden bir siyaset yapmaya başlanmasının ilk başlangıcı oldu. Zorla baş örtüsü çekilen kadınlar oldu. Bu kadınların kamusal alandan eve dönmesine ve eğitim oranlarının çok düşmesine neden oldu. Batıdan modernleşme olarak görülebilir ancak İran'da tam tersi bir etkisi oldu." diye konuştu. 

1979 yılında İslam devrimi olduğunu ve "Hepimiz kardeşiz, liberaller solcular hepimizin İranı yöneteceğiz" denildiğini ancak yavaş yavaş bir İslam rejimine dönüşüldüğünü aktaran Assadi şöyle devam etti: "1979- 1983 arasında kadınlar üzerinde çok açık bir baskı yoktu. Yavaş yavaş başlıyor. Başörtüsüz kamu kurumlarına giremiyorlar. Başörtüsüz geliyorsan iş vermiyorum gibi... 1983'te başörtüsü zorunluluğu getiriliyor. Bu zorunluluğun farklı bir yararı oluyor. Ataerki toplum, artık kızlar okula gidebilir diye düşündü. Okullar kız erkek ayrıydı çünkü. Muhafazakar kesim çocuklarını da okula gönderdi. İlerde bu hükümetin kendi zararına oldu."

1983'ten sonra İran'da yasal olarak kadınlara yönelik eşitsizliğin resmi olarak güvence altına alındığını, yasaya göre kadınların cumhurbaşkanı ve hakim olamadığını belirten Assadi, yıllarca kadınlara yönelik şiddetle ülkenin yönetildiğini, 2022 Eylül'de Jina Mahsa Amini'nin İrşad devriyeleri öldürülmesinin ardından ise kadınların bir kez daha direnişe geçtiğini ifade etti. 

1979'da başörtülü bir kadının mollaya karşı çıktığı fotoğrafı ve 2022 Masha Amini eylemlerinden fotoğrafları gösteren Assadi, "Kadınların bugün de direnişi devam ediyor. İran bir gün özgür bir ülke olacaksa bu kadınların öncülüğünde olacaktır." diyerek konuşmasını tamamladı.

ELİAÇIK: MÜLTECİLERİ VE GÖÇMEN İŞÇİLERİ DE SENDİKAYA KATMAMIZ GEREKİYOR

DİSK Uluslararası İlişkiler Müdürü Kıvanç Eliaçık, Ortadoğu'daki sendikal mücadeleleri ele aldı. 

Arap dünyasında sendikal mücadeleye dair çalışması sırasında önyargı, oryantalizm ve Arap düşmanlığıyla karşılaştığını belirten Eliaçık "Ya çölde gezinen insanlar ya da petrol zengini insanlardan ibaret sanıyorlar. Arap coğrafyasında bir hareket, direniş olmadığını düşünüyorlar. Ama Arap coğrafyasında sendikalar Türkiye kadar eski ve Türkiye'den güçlü. İşçi sınıfı tarihi ne zaman başlıyor? Dünya tarihindeki ilk grev Mısır'da piramitlerin inşası sırasında yaşanıyor. O koşullara karşı modern anlamda olmasa da grev düzenliyorlar. Modern anlamda sendikacılık 1920-30'larda ortaya çıkıyor" dedi.

Ortadoğu'da yabancı patronlara karşı sendikal bir ayaklanmanın da görüldüğünü kaydeden Eliaçık, "Rum, Musevi işçilerin öncülüğünde çıkıyor. Sendikalar kendini güçlendirmeye çalışırken kendilerini ulusal kurtuluş mücadelesinde buluyor. Hem yabancı patrona hem de işgalci güçlere karşı. Sabotaj ve grevler bu güçlere karşı ulusal kurtuluş mücadelesinin en önemli ayakları haline geliyor. Ancak bu mücadeleden sonra işçi sınıfını sömürmeye çalışan baskılayan bir ulusal yönetimle karşılaşıyor. Ya yok oluyor sendikalar ya da işçileri kontrol edebilecek bir enstrüman haline geliyor." diye konuştu. Arap baharı başladığında çokça şaşırıldığı hatırlatan Eliaçık, "Ancak bağımsız sendikaların deneyimleri ve işçi sınıfı eylemleri var. O yüzden bunları sosyal medyanın devrimi gibi tanımamak lazım" diye belirtti. 

Eliaçık sunumunda Tunus, Mısır, Cezayir, Lübnan, Filistin ve Suriye'deki sendikalaların durumuna dair bilgi verdi.

Eliaçık konuşmasını "Türkiye'de çok sayıda Arap mülteci ve göçmen var ve onları sendikalara katmamız gerekiyor. Ortadoğu'da Türkiyeli şirketlerde çalışan emekçilerle de dayanışma göstermemiz gerekiyor" diyerek sonlandırdı.


İKİNCİ OTURUM: ORTADOĞU'DA BARIŞIN OLANAKLARI VE KOŞULLARI

İkinci oturumda Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Hakkı Özdal'ın moderatörlüğünde Akademisyenler Moshe Zuckermann, Lindsey German, Ortadoğu'da Adil Bir Barış için Yahudilerin Sesi Derneği'nden Udi Raz ile DEM Parti Milletvekili Cengiz Çiçek ve EMEP Milletvekili İskender Bayhan söz alıyor.

ZUCKERMANN: İSRAİL 50 YILDIR ÇÖZÜMÜ BALTALIYOR

Tel Aviv Üniversitesi’nde profesör olan Moshe Zuckermann'ın görüntülü video mesajı yayımlandı.

Zuckermann, İsrail ve Filistinliler ve mevcut savaşta İsrail'in durumu hakkında konuştu. İsrail'in tüm İsrail parlamento tarihinin en sağcı, faşist bir koalisyona sahip olduğunu belirten Zuckermann "Bugünkü konumuz açısından önemli iki parti var: Itamar Ben Gvir ve Bezalel Smotrich liderliğinde iki dinci parti, bunlara Mesihçi dinci partiler de diyebiliriz. Birçok açıdan ırkçı ve faşizan, demokratik yollarla seçilmiş olsalar da antidemokratikler. 7 Ekim'den önce, 2020 başında bir darbeye dayanan sözde hukuk reformu ile yönetimi ele geçirmek ve Netanyahu'yu diktatör olarak getirmek istediler, adalet sistemini ellerinden geldiğince zayıflattılar. Netanyahu'nun kendisi de yolsuzluk nedeniyle yargılanıyor ve bundan kaçmaya çalışıyor" dedi.

"İSTEDİĞİ FİLİSTİN'İ DÜNYA SİYASETİNDEN SİLMEYE ÇALIŞMAK"

7 Ekim sürecine değinen Zuckermann, "İsrailli politikacılar, ordu ve gizli servis tamamen başarısız oldu. Bu, İsrail tarihinde yaşadığımız en büyük fiyasko ve felaketti. Bundan sorumlu olan koalisyon, ordu ve gizli servisin bu savaştan sağ çıkamayacakları ilk andan itibaren belliydi. Bu yüzden bazıları savaşı mümkün olduğunca sürdürmeye çalıştı çünkü sorumluluk üstlenmeyeceklerdi. Bu durum özellikle Netanyahu ve bakanları için geçerli." diye belirtti.

Zuckermann, İsrail'in son 10-15 yıldır işgali ve Filistin meselesini sadece İsrail sahnesinden, siyasi sahneden değil, dünya sahnesinden, dünya siyasetinin gündeminden de silmeye çalışmak olduğunu ifade etti. Netanyahu'nun son 10 yıldır FKÖ'yü zayıflatmak ve iki aşamalı çözüm gerçekleşmesin diye Hamas'ı desteklediğini söyleyen Zuckermann, "Bu felaketi başımıza getiren adam, şu anda sahneden inemeyen ve rehineleri Hamas'ın elinde feda etmeye bile hazır olan biri ve bunu İsrail siyasetindeki hakimiyetini ve partisinin hakimiyetini kaybetmemek için yapıyor" diye konuştu.

İsrail ve İran'ın birbirini "en tehlikeli düşman" ve "yok edilmesi gereken ülke" olarak tanımlamasına ve İsrail'in bu sorunu araçsallaştırlmasına dair konuşan Zuckermann, "İran'ı İsrail'in başlıca sorunu haline getirme ve Filistin sorununu, 50 yılı aşkın bir süredir devam eden acımasız ve barbarca işgali gündemden kaldırma şansı verdi. Aslına bakarsanız, konuşulmayan asıl büyük sorun bu. İsrail'in iki devletli çözüme ulaşmamak için son 50 yıldır barbarca bir işgal rejimi uyguladığını hesaba katmadan 7 Ekim'de yaşananlar ve günümüz dünyası hakkında konuşulamaz." dedi.

"BU DİNİ YA DA ETNİK BİR ÇATIŞMA DEĞİL, TOPRAK ÇATIŞMASI"

Yaşananları “Bu dini ya da etnik bir çatışma değil, bir toprak çatışması” olarak niteleyen Zuckermann, “Filistinlilerin kendi devletlerini kurabilmeleri ve İsrail’in de kendi devletine sahip olabilmesi için bu toprakların bölünmesi gerekiyor” dedi. 

İsrail’in son 50 yıldır “iki devletli çözümü” baltaladığına dikkat çeken İsrailli Akademisyen “Günümüz ifadesiyle nehirden denize kadar Filistinliler yaklaşık yüzde 50’yi oluşturuyor; Batı Şeria’yı, Gazze Şeridi’ni, İsrailli Arapları ve Arapları, Doğu Kudüs’teki Filistinlileri ve hepsini birlikte ele alırsak, nehir ile deniz arasında yaklaşık yüzde 50 Filistinli, yüzde 50 Yahudi var. Yani aslında şu anda iki uluslu bir yapımız var. Bu zaten şu anda ikili bir yapı. Devlet demiyorum; iki uluslu bir devlet değil, iki uluslu bir yapı. Yüzde 50 Filistinliler, yüzde 50 Yahudiler. Bu demokratik seçimlerle kabul edilebilir ve biz iki uluslu bir devlet istiyoruz diyebiliriz. Filistinlilerin bunu istediğini sanmıyorum. İsraillilerin de iki uluslu bir devlet istediklerini düşünmüyorum” dedi. 

"TARİHSEL OLARAK BU BÖLGEDE BİR ÇIKMAZDAYIZ"

Zuckermann, tarihsel olarak şu anda bu bölgede bir çıkmazda olunduğunu savundu: "Netanyahu bunun için son on yıldır aynı şeyi söylüyor: 'İsrail-Filistin çatışması için bir çözüm bulmak zorunda değilim. Bu idare edilmesi gereken bir çatışma. Çözmek zorunda değilim. Sadece üstesinden gelmek zorundayım.' Yaptığı şey budur ve bunu her zaman iki devletli çözümü istemediğini söyleyerek yapmıştır. Bu bağlamda, bu savaş sona erdiğinde ne olacağını göreceğiz. Gittiği yere kadar hükümette kalacak mı? Kalmayacaksa da her zaman kendi çıkarlarını, kişisel çıkarlarını ulusun ve devletin çıkarlarının önünde gördü. Asıl soru şu: İşgal altındaki topraklardan çekilme ve bir Filistin devletinin kurulması anlamına gelen iki devletli çözümü sunabilecek İsrailli bir siyasetçi var mı? İtiraf etmeliyim ki bugünlerde İsrail siyasetinde bunu isteyen ve gerçekleştirebilecek kimseyi göremiyorum. Yani tarihsel olarak şu anda bu bölgede bir çıkmazdayız ve yakın zamanda bu çıkmazdan kurtulabileceğimizi düşünmüyorum."

RAZ: SİYONİZM KARŞITI YAHUDİLER ALMANYA'DA SUÇLULAŞTIRILIYOR

Konferans, Berlin Graduate School Muslim Cultures and Societies’de doktora öğrencisi, Almanya merkezli Ortadoğu’da Adil Bir Barış için Yahudilerin Sesi Derneğinin Yönetim Kurulu üyesi Udi Raz'ın konuşmasıyla devam etti. Raz, "Siyonizm karşıtı Yahudilerin bugünün Almanyasında suçlulaştırılması" konusunu ele aldı.

2015 yılında Almanya'nın 'mülteci krizi'yle mücadele etmeye başladığını belirten Udi Raz, "'Hukuk devletiyiz' kampanyası ile Almanlık kimliği yaratılmaya çalışıldı. Bu kimlik aslında Müslüman olmayan her şeyi kapsıyordu" dedi.

Almanya'nın kendisini Hristiyan yahudi geleneğinden bir devlet olarak tanımlamasına rağmen Alman Meclisinde 2013'ten bu yana hiç Yahudi vekil olmamasına dikkat çekti.

Siyonizm karşıtı Yahudilerin Almanya'da siyonist ve Yahudi düşmanı olarak suçlanmaya çalışıldığını belirten Raz, "Biz siyonizim karşıtı Yahudiler olarak 'Avrupa'daki ve dünyadaki Yahudilerle birlikte İsrail sömürgeciliğinin, Filistin işgalinin, Filistin halkının maruz kaldığı kaldığı zulüm ve baskının, dünyadaki Yahudiler adına gerçekleştirilmediğini beyan ederiz' diye bir açıklama yaptık ve ardından yahudi karşıtı olarak nitelendirildik. Boykota ve yaptırıma uğradık, tecrit yaşadık, banka hesabımız donduruldu." diyerek ikiyüzlü yaklaşımı eleştirdi.

GERMAN: ULUSLARARASI BİR HAREKET İNŞA ETMEMİZ GEREKİYOR

İngiltere Savaşı Durdur Koalisyonu’ndan Lindsey German da konferansa gönderdiği video sunumunda, dünya çapında devam eden silahlanma ve artan savaş ihtimallerine değinerek, "Ukrayna’da devam eden bir savaş var, NATO ve Rusya arasındaki vekalet savaşı. Gazze'de süren bir savaş ve bir bütün olarak Ortadoğu'da devam eden bir kriz var. Pasifik'te de savaş ihtimali var. Zaten bir ekonomik savaş sürüyor. Silahlanma yarışı devam ediyor. Ve bunun daha büyük bir çatışmaya dönüşmesinden korkmalıyız. Yani bu sorunları büyük bir krizin yaşandığı ve insanlığın geleceği için büyük bir tehlike içeren bir dönemde tartışıyoruz” dedi.

Gazze’deki duruma da dikkat çeken German, İngiltere ve ABD’nin bu durumdaki rollerini özetledi. Konuşmasında bir yandan emperyalizmin Ortadoğu’daki planlarına bir yandan da buna karşı dünyanın çeşitli ülkelerinde yükselen hareketleri aktaran German, “Son olarak ne yapabileceğimize gelirsek… Uluslararası bir hareket inşa etmemiz gerektiğine inanıyorum. Filistin halkının direnişi ve direncinden bahsediyoruz. Yaptığımız şeyin merkezinde bu yer alıyor. Ama aynı zamanda bizim de direnişimiz ve direncimize ihtiyaç var. Bunun uluslararası düzeyde inşa edilmesi gerekiyor. Bu aynı zamanda hareketi uluslararası alanda inşa etmemiz demek. Ve tabii ki bu konu sadece Gazze halkı ile ilgili değil. Sömürgeciliğin ve emperyalizmin mirası olan ve dünyanın dört bir yanında devam eden baskı, ulusal baskı ile de ilgili” dedi. Buna örnek olarak Türkiye’de Kürt halkının mücadelesine de değindi. 

“Dolayısıyla NATO'ya ve onun yaptıklarına karşı mücadelede, Batı emperyalizmine karşı mücadelede ve sadece Filistinliler için dayanışma değil, tüm dünyada barış ve adalet getirebilecek bir değişim için mücadelede ortak çıkarımız söz konusu” ifadelerini kullandı.

ÇİÇEK: YENİ ENTERNASYOLE İHTİYACIMIZ VAR

DEM Parti Milletvekili Cengiz Çiçek, Ortadoğu'da iki temel sorun ve deneyim olarak Filistin ve Kürtlerin direnişi olduğunu belirterek "Ortadoğu'da kapitalist haydutluğun üzerine çöreklendiği iki ülkeye ve onların direniş mücadelesine yönümüzü dönmeliyiz. Bir coğrafyada iki soykırım sorunu, Kürdistan ve Filistin, sömürgeciliğin ve işgalciliğin cenderesinde, olanak ve imkanları tartışırken direniş gruplarının sistemini nasıl örgütleyeceğimizi tartışmalıyız. Bu sürece bakınca iki devletli bir çözüm konuşuluyor ancak ulusuz bir devlet konuşuyor. Bir coğrafyada iki soykırım sorunu var, işgalcilik cenderesinde. Ancak böylesi bir coğrafyada direniş gruplarının sistemini nasıl örgütleyeceğiz. Bunu konuşmalıyız." dedi. Kürdistan özgürlük devrimini irdelemenin önemli olduğunu kaydeden Çiçek, "Biz uzun süredir Türkiye'de bir ittifak meselesini sürdürüyoruz ama bu sadece Türkiye ile sınırlı olmaması lazım. Yeni enternasyonale ihtiyacımız var" diye konuştu.

İsrail'e yükselen tepkiler ve mücadele sürecinin ilk defa AKP'yi ikinci parti yaptığına ticareti kesme zorunluluğuna ittiğine dikkat çeken Çiçek, "Dünya da başka birşeyi örgütlüyor. Üniversitelerde, stadyumlarda vs çok somut talepler etrafında birleşiyor. Uluslararası dayanışmayı örgütlüyor. Filistin için özellikle son aylarda kapitalizmin merkezinde itiraz yükseldi. Sadece Türkiye değil kapitalist merkezlerde yaşayan ama bu sisteme itirazı olan birçok kesim var. Yeni dayanışma ağlarına bu yüzden ihtiyacımız var. Ezilenler için kalıcı çözümü buradan bulabiliriz." diye belirtti.

BAYHAN: NİHAİ ÇÖZÜM İŞÇİ SINIFININ VE EZİLEN HALKLARIN EMPERYALİMZE KARŞI MÜCADELESİDİR

iskender bayhan

EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan, dünya sistemi açısından nasıl bir tablonun söz konusu olduğunu, AKP'nin uluslararası ve Ortadoğu politikasını ve Filistin meselesini ele aldı. 

"Günümüz dünyasını şekillendiren 4 temel çelişki var. Birincisi, emek ve sermaye, işçi sınıfı ve burjuvazi arasında; ikincisi ezilen halklar ve emperyalistler arasında; üçüncüsü, kapitalistler arasında; dördüncüsü, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çelişkidir. İkinci Dünya Savaşı sonrası, faşizmin yenilgisinin üzerine inşa edilmiş bir dünya sistemi ve toplum düzeni, bu çelişkilerin yaşandığı kritik dönemeçlerden geçmiştir" diyen Bayhan, İkinci Dünya savaşından bu yana faşizmin yenilgisinin üzerine inşaa edilmiş bir dünya olduğunu, ancak Ortadoğu açısından bugünkü duruma bakarken büyük halk hareketleri ve devrimlerinin gerçekleştiğini, bu dönemin aynı zamanda sosyalizmin yenilgisine de neden olduğunu belirtti. Bayhan, yeni bir toplum ve yeni bir dünya deyince "dünyanın bütün işçileri birleşin" sloganının hala güncel olduğunu ifade etti.

90-91 yıllarında sosyalizmin dağılması, 2008 yılında büyük bir dünya ekonomik krizi ve sonra ortaya çıkan Arap ayaklanmaları ve daha sonrasında Ukrayna savaşı ve Filistin'in işgalinin önemli dönemeçlerden biri olduğunu belirten Bayhan şöyle devam etti:

"Bu dönemi anlamak açısından Birleşmiş Milletler'in yasal düzenlemede yer verdiği 51. Madde yeni paylaşım savaşlarını engellemek üzere düzenlenmiş gibi duruyor ancak bu düzenleme BM'nin onayı olmadan ülkelere sonradan bildirme şartıyla müdahale yetkisi de verir. Bu maddenin yeniden düzenlenmesi, sebep ne olursa olsun başka bir ülkenin topraklarına askeri müdahalenin yasaklanması ve NATO'nun dağıtılması lazım. Emperyalistler ve işbirlikçileri işçi sınıfı ve halklardan yana herhangi bir tutum alma niyetinde değiller. Tam tersine burjuva çıkarlarını kendi halklarının çıkarları olarak göstererek çözümleri de ülkelerin dışında güç toplamakta diretiyorlar. Bu sömürü, baskı ve savaşla boğma taktikleri karşısında geçici denge durumları oluşabiliyor. Örneğin, Ukrayna’da bir ateşkes ya da Filistin’de işgal devam ederken bir ateşkes çözüm gibi gelebiliyor. Oysa gerçek ve nihai çözüm Ortadoğu’da işçi sınıfının ve ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelesindedir.

Bugün açısından emperyalistlere karşı halk hareketi de önemli bir yerde duruyor. Örneğin 7 Ekim'de yaşanan tabloya karşı dikkat çekmek isterim o gün iktidar tarafından İsrail'e "katil" diyen tek bir cümle kurulmadı, İsrail ile ilişkileri bozmadan bu süreci sürdürülmesi gerektiğinin altı çizildi, Hamas'ın yöneticilerinin Türkiye'den çıkarılması gerektiği söylendi. Ancak ekim sonunda bu tutum iktidar cephesinde değişti sonrasında İsrail ve Netanyahu katil ilan edildi. Bu halkların, farklı politik kesimlerin mücadelesinin sonucudur.

"FİLİSTİN HALKININ KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI ESASTIR"

Bugün İsrail’in kendi kaderini tayin hakkı sorunu yoktur. İşgal ile adeta bir şehir devleti haline getirilmiş olan Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı esastır. İki devletli çözüm de dahil olmak üzere UKKTH bağlamında çözüm değerlendirilmelidir. Aslolan Filistin halkının bağımsız bir devlet olarak örgütlenmesidir. Kayıtsız ve koşulsuz Filistin halkının bağımsız devlet kurma hakkı herkes tarafından tanınmak zorundadır. Ulus, ulusal mücadele, ulus devlet sorunları biz sosyalistler için sürgit var olacak sorunlar değildir. Bölgedeki Yahudi ve Arap halkları bir arada nasıl yaşayacaklarına kendileri karar verecektir. Elbette, nihai hedefimiz bunların ortadan kalktığı sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünyayı kurmaktır."

Konferans soru ve cevap bölümüyle devam etti. (İstanbul/EVRENSEL)

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Rusya'nın Harkiv'de mağazayı vurması sonucu ölü sayısı 11'e, yaralı sayısı 40'a çıktı

SONRAKİ HABER

Gazze'de ateşkesin sağlanması ve esirlerin geri getirilmesi için Kudüs'te gösteri

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa