27 Mayıs 2024 03:48

Kan: İlaç tekelleri için kırmızı altın

İngiltere'de 1970’li ve 1980’li yıllarda binlerce kişiye, o zamanlar bilinmeyen hepatit C ve HIV virüsü taşıyan kan verildiği ortaya çıktı.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Kirlenmiş kan skandalı, NHS tarihindeki en kötü tedavi felaketi. En az 3 bin kişiyi öldürdü ve çok daha fazlasının hayatını mahvetti. Bu, tıp kurumlarının ve politikacıların örtbas etmeye çalıştığı bir suçtu.

1970'lerin başından 1991'e kadar profesyonel tıbbi hizmetler, HIV ve hepatit ile enfekte 30 bine yakın kişinin kanını verdi. Binlerce kişi hastalıklardan dolayı acı çekmeye devam etti. Kan, firmaların evsizler, mahkumlar ve uyuşturucu bağımlısı olanlar gibi son derece fakir insanlardan ucuza satın alarak kâr elde ettiği Amerika Birleşik Devletleri'nden gelmişti. Daha sonra onu rafine edip satarak büyük kârlar elde ettiler.

Kontamine (bulaşı) olanların çoğu, kendi kanlarının pıhtılaşması için ‘Faktör Sekiz’ adı verilen özel bir kan ürününe ihtiyaç duyan hemofili hastalarıydı. Ancak diğerleri hastalıklara kan nakli sonrasında yakalandı. Bazı durumlarda doktorlar, kirli kanın hastalarını hasta ettiğini biliyordu ancak onlara ne olduğunu söylemeyi reddettiler. Bunun yerine hastaların tıbbi kayıtları gizlendi, değiştirildi veya yok edildi.

Diğerlerine bulaşıcı durumları hiç söylenmedi ve farkında olmadan kendilerine yakın olan insanlara bulaştırmaya devam ettiler. Ayrıca hem Muhafazakar Parti hem de İşçi Partisi tarafından gerçeği gizlemek amacıyla sistemli bir örtbas etme çabası vardı. Bunun nedeni birçok politikacının ilk etapta kanın kirlenmiş olduğunu bilmesiydi.

HIV/AIDS'i çevreleyen homofobik damgalama, mağdurların korkunç sonuçlara maruz kalması anlamına geliyordu. Birçoğu işini, evini, ilişkilerini ve çok daha fazlasını kaybetti. Colin Smith'in ebeveynlerine, oğullarının 1984 yılında iki yaşındayken HIV taşıdığı söylendi. “Doktor bizi odaya bile almadı. Bunu bize koridorda diğer hastaların önünde söyledi” diye anlatıyor annesi.

Colin henüz yedi yaşındayken öldüğünde yerel halk, ailenin evinin üzerine “Aids öldü” yazısını yazıp arabalarının üzerine çizmişti. Bob Threakill'e 1985'te HIV pozitif olduğu söylendi. 1991'de neredeyse hiç normal akciğer dokusu kalmamış halde hastaneye kaldırıldı.

Yıllarca politikacılar, büyük ilaç firmaları, tıbbi yetkililer ve hatta doktorlar bu öfkeyi örtbas etmeye çalıştı. O dönemde HIV/AIDS'in pek anlaşılmadığını ve kan ürünleri ile enfeksiyonlar arasında bir bağlantı olduğuna dair sağlam bir kanıt bulunmadığını iddia ettiler. Ama bu bir yalandı.

HÜKÜMETİN DİKKATE ALMADIĞI UYARILAR

Faktör Sekiz, hemofili için devrim niteliğinde bir tedaviydi. Bağışlanan birçok kanın bir araya toplanıp belirli kısımlarının çıkarılmasıyla yapılan tedavi, hastaların normale yakın bir yaşam sürmesine yardımcı oldu. 1960'ların sonlarında tıbbi yetkililer, 1973'te Britanya'da kullanılmak üzere Faktör Sekiz'e lisans verdi.

1975 yılına gelindiğinde tehlike çanları çalıyordu. ITV'nin World In Action programı, Los Angeles'taki fakir insanların nakit karşılığında kanlarını bağışlamak için sıraya girdiği görüntüleri gösterdi. Amerikalı bir bilim adamı, Faktör Sekiz'in "olağanüstü derecede tehlikeli" olduğu konusunda uyardı ve bazı İngiliz doktorlar, Sağlık Bakanlığına kan ürünleri ithalatını durdurması gerektiğini söyledi.

Bu kanıtla karşı karşıya kalan İşçi Partisi Sağlık Bakanı David Owen, Britanya'yı 1977 yılına kadar kan bakımından kendi kendine yeterli hale getirmeyi planladığını açıkladı. Ancak hükümeti daha sonra maliyet nedeniyle bu taahhüdünden vazgeçti. Avusturyalı Immuno AG firmasının kasım 1976'daki dahili bir notunda, şirketin bazı ürünlerini Avrupa'da toplanan ücretsiz kan bağışlarıyla yapmayı planladığı belirtildi.

Ancak firma, İngilizlerin yeni versiyonları istemeyeceğini çünkü pazarının "Düşük fiyatlı bir ürün için daha yüksek hepatit riskini kabul edeceğini" söyledi. 1980 yılında Halk Sağlığı Laboratuvarı Müdürü Dr. John Craske, kan pıhtılaşma bozukluğu olan çocuklar üzerinde bir çalışma yapıldığını ortaya çıkardı.

Sonuçlar, Faktör Sekiz gibi kan ürünlerinin hepatitli hastaları enfekte etme konusunda "yüksek risk" taşıdığını gösterdi. Ve hastaların karaciğer kanseri ve yetmezliğinin bir nedeni olan kronik hepatite yakalanma olasılığı yüzde 20-30'du. İki yıl sonra ABD hastalık kontrol merkezleri, üç hemofili hastasının yakın zamanda akciğerlerinde mantar pnömonisi geliştiğini kaydetti.

Bu, o zamanlar eşcinsellerle ilgili bağışıklık yetersizliği olarak bilinen gizemli yeni bir hastalıkla ilişkilendirildi. Bu daha sonra AIDS olarak anılacaktı. Özellikle eşcinsel erkekler ve Amerika'da ve sonrasında damar içi uyuşturucu kullanıcıları arasında hızla yayılacaktı.

Mayıs 1983'te Britanya'nın Bulaşıcı Hastalık Gözetim Merkezinin Müdürü Dr. Spence Galbraith, Dr Ian Field'a bir mektup yazdı. Sağlık Bakanlığının kıdemli baş sağlık görevlisiydi. Hemofili hastalarına yönelik AIDS riski "açıklığa kavuşturuluncaya" kadar tüm ABD kan ürünlerinin kullanımdan kaldırılması çağrısında bulundu.

BBC'nin Panorama programı geçtiğimiz günlerde Washington'daki İngiliz Büyükelçiliğinden bir yetkilinin de haziran 1983'te Dr Field'a benzer bir uyarı gönderdiğini ortaya çıkardı. Ancak kasım ayında hükümet, HIV'in kan yoluyla bulaşabileceğine dair hiçbir kanıt bulunmadığı konusunda ısrar etti.

Dönemin Sağlık Bakanı Kenneth Clarke, "AIDS'in kan veya kan ürünleri yoluyla bulaşabileceği öne sürülüyor, bunun böyle olduğuna dair kesin bir kanıt yok" dedi. Kendisi bu görüşünü kasım 1983'te yazılı bir parlamento yanıtında yineledi ve diğer bakanlar da bunu ocak 1984'te tekrarladılar.

O zamana kadar hemofili hastası Kevin Slater'ın AIDS'i vardı. Kendisi 20 yaşındayken kanama bozukluğu olan ve bu hastalığa yakalandığı bildirilen ilk kişiydi. İki yıl sonra haziran 1985'te öldü. Sağlık Bakanlığının kan ürünlerinin HIV/AIDS'in yayılmasında bir "vektör" olduğunu kamuoyu önünde kabul etmesi aralık 1985'e kadar sürdü.

Ancak bazı ilaç firmaları bükülme riskini azaltmak için kan ürünlerine ısıl işlem uygulamaya başladıktan sonra bile hükümet şüpheci davrandı. Tedaviler için ekstra ödeme yapmayı kabul etmeden önce tam test sonuçları talep edildi. Denemeler şirketlerin daha fazla güvenlik iddiasını desteklediğinde, bakanlar ısıl işlem görmüş Faktör Sekiz'i tavsiye etmeden önce bir yıl daha beklediler. Ve Sağlık Bakanlığı geri çağırmayı reddettiği için bazı hastaneler 1985 sonlarında hâlâ bu yöntemi kullanıyordu.

Kasım 1989'da Muhafazakar Partinin Başbakanı Margaret Thatcher, "Tüm hastaların o zamanki tıbbi bilgiler ışığında mümkün olan en iyi tedaviyi aldığı" konusunda ısrar etti. En azından bazı doktorlar, bilim insanları ve sağlık yetkilileri bunun saçmalık olduğunu biliyorlardı ama sessiz kalmayı tercih ettiler.

BÜYÜK İLAÇ ŞİRKETLERİ KANI KIRMIZI ALTIN OLARAK GÖRDÜ

Kâr arayışı, ABD'li kan şirketlerinin tüm erken uyarıları görmezden gelmesi anlamına geliyordu. Aralık 1982'de şirket içi bir nota göre, büyük ilaç şirketi Bayer, şempanzelerin Faktör Sekiz ile tedavi edildikten sonra AIDS benzeri semptomlar geliştirdiklerini keşfetti. 

Riskler netleştikçe Bayer, şubat 1984'te daha güvenli, ısıl işlem görmüş versiyonunu yarattıktan sonra bile, tedavisinin potansiyel olarak enfekte olmuş versiyonunu satmaya devam etti. Firma, enfekte olmuş Faktör Sekiz'i Asya ülkelerinden geri çağırma fikrini, maliyeti yüksek olabileceği için reddetti.

‘2 MİLYON DOLARA KADAR SATIŞ’

Bir yıl sonra Bayer'in pazarlama planında şu ifadeler yer alıyordu: "AIDS Asya'da büyük bir sorun haline gelmedi. "Şirket, virüslü ürünü Tayvan, Hong Kong, Malezya, Singapur ve Arjantin gibi ülkelere nasıl satacağını açıkladı. "AIDS nedeniyle yaşanan histerinin satışlarını 400 bin dolara kadar düşürebileceğini" kaydettiler.

Revlon Healthcare'in sahibi olduğu Armor Pharmaceuticals, 1985 ile 1986 yılları arasında Faktör Sekiz'in ısıl işlem görmüş versiyonunda HIV'in keşfedildiğine dair kanıtları bastırdı. Firma ürünü geri çekmek yerine üzerini örttü. Britanya'daki altı hastaya, kan yoluyla bulaşan virüslere karşı güvenli olduğu lisanslanan Faktör Sekiz'in bu versiyonundan HIV kapıldı.

Revlon Healthcare'in düzenleyici ve teknik işlerden sorumlu Başkan Yardımcısı Dr. Mike Rodell, "Sorun düzenlemeyle değil, pazarlamayla ilgili" dedi. Şirketin satışlarda 4.7 milyon pound kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu söyledi. Rodell'in ölüleri de parayla aynı dikkatle saydığına dair pek bir şey yok.

Britanya'da enfekte kan skandalına karışan hiç kimse hakkında hiçbir suçlama getirilmedi ve neredeyse hiç tazminat da verilmedi.

'HAYATIMIZ MAHVOLDU'

Mağdurlar ve aileleri adalet için kampanya yürütmeseydi, krizin gerçek boyutu ve örtbas edilmesi asla ortaya çıkmayacaktı. Yıllar boyunca yapılan araştırmalar onların deneyimlerinden ve biriktirdikleri engin bilgiden kaynaklanmaktadır.

Bu kampanyacılardan biri Glasgow'lu bir sosyalist olan Gary Kelly'ydi. 1986'da kemik iliği nakli sonrasında kapıldığı HIV enfeksiyonunun etkileriyle 22 yıl boyunca mücadele etti. Gary, bir dizi kalp krizi geçirdi ve bunu, enfeksiyon kaptıktan sonra almak zorunda kaldığı antiviral ilaçlara bağladı.

Gary, 2008'deki ölümünden bir yıl önce sosyalist işçi için adalet mücadelesi üzerine yazmıştı. “Maliyetlerden dolayı sağlığımız tehlikeye girdi. 1974'te sağlık bakanı olan David Owen, Britanya'nın kan tedarikinde kendi kendine yeterli olabilmesi için fon sağlanmasına izin vermişti" diye yazdı:

“Fakat bu yıllarca ertelendi. Tıbbi müfettişlik tarafından hazırlanan raporlar, kan nakli laboratuvarlarının daha çok mezbahalara benzediğini ve sağlık ve güvenlik yasaları uyarınca kınandığını gösteriyor. Enfekte olan birçok kişi NHS tarafından takip edilemedi. Son birkaç yılda yedi kişiye teşhis konuldu. Birçoğu öldü. Bilmeden başkalarına da bulaştırmaları tamamen mümkün. Hükümetimiz ve sağlık çalışanlarımız kendilerini koruyorlar. Özür dilemeyi, hatta bizi tanımayı başaramadılar. Ticari çıkarları sağlığımızın önüne koyan bir hükümet tarafından hem bizim hem de ailelerimizin hayatları mahvoldu. Umuyoruz ki kamuya açık bir soruşturmanın ardından lordun avukatı bu suçlu kişilere karşı suçlamada bulunacaktır. Bizi şartlı tahliyesiz müebbet hapse mahkum ettiler.”

Socialist Worker’dan çeviren: Hikmet Ali

ÖNCEKİ HABER

Hacettepe Üniversitesi öğrencileri: Birleşmeli ve mücadele etmeliyiz

SONRAKİ HABER

Göbek elması coğrafi işaret almayı bekliyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa