29 Mayıs 2024 11:55

Av. Fevzi Özlüer: Büyük Menderes kirliliği kamusal ve siyasal stratejinin bir parçası

Denizli’de “Büyük Menderes odağında kirlilik, ekolojik yıkım ve mücadele” konulu söyleşi gerçekleştirdi.

Fotoğraf: Hilmi Mıynat/Evrensel

Paylaş

Hilmi MIYNAT
Denizli

Büyük Menderes İnisiyatifi, TMMOB, Denizli Barosu, Türk Dişhekimleri Birliği ve Denizli Merkez Ziraat Odası, Denizli’de Çatalçeşme Oda Tiyatrosunda “Büyük Menderes odağında kirlilik, ekolojik yıkım ve mücadele” konulu söyleşi gerçekleştirdi.

Söyleşide Çevre Hukuku Ağı’ndan Avukat Fevzi Özlüer, Gıda Mühendisi ve Akademisyen Bülent Şık ve Mekanda Adalet Derneği’nden Cemre Karar konuşmacı oldu. Söyleşiye Denizli Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Ali Marım, Avdan’da maden şirketi yetkililerinin şikayeti üzerine dava açılan Hatice Kocalar, Avdan muhtarı İlhan Kulaç, Avdan Platformu, ÇYDD, Veli-Der, TTB Aile Hekimliği Kolu, KESK, Türkiye Yazarlar Sendikası ve siyasi parti temsilcileri katıldı.

Açılış öncesi Denizli’de yaşamını yitiren Gazeteci Ayhan Çimendağ ve Ali Şana başta olmak üzere ekoloji mücadelesine verdiği destekle bilinen ve yaşamını yitirenler için saygı duruşu yapıldı. Söyleşi öncesi söz verilen Hatice Kocalar, “Kendi tarlamızda akan suları durdurdular. Talan ettiler. Bana para teklif ettiler. Kepçelerle çiğneyecek oldular, yılmadım. Kırılırım eğilmem! Toprağımı koruduğum için onurluyum, mutluyum, gururluyum” diye konuştu.

“SULAR KULLANILMAZ HALE GELİYOR”

Gıda mühendisi akademisyen Bülent Şık, Menderes Havzasındaki kirliliğin gıda ve insan sağlığı üzerine etkilerini anlattı. Bilinenin aksine Türkiye’nin su varlıkları noktasında zengin olmadığını ve üzerine titrenmesi gerektiğini söyleyen Şık, “Türkiye giderek kuraklaşan bir ülke olacak. Önümüzdeki 20 yıl içerisinde su varlıklarında 3’te 1 azalma bekleniyor. Sudaki azalmayı fark edebiliyoruz ancak sudaki kirliliği de yok olma gibi düşünmeliyiz. Kimyasal kirlilik nedeniyle suların kullanılamaz hale gelmesi henüz kamuoyunda üstünde durulan konu değil” diye konuştu.

KİRLİLİĞİN ÇOCUK SAĞLIĞI VE ZİHİN GELİŞİMİNE ETKİLERİ

Kimyasal kirliliğin her yaş grubuna ayrı etki ettiğinin altını çizen Şık, “Bahsettiğim toksik zehirlenme değil. Uzun zamana yayılan, olumsuz etkileri uzun yıllarda ortaya çıkan yavaş şiddet. Toksik kimyasalların yetişkinlerle 0-14 yaş grubuna etkisi aynı değil. Toksik kimyasalların özellikle bebekler ve çocuklarda beyin gelişimine hasardan üremeye kadar birçok olumsuz etkisi var. Bugün genç yaşta ortaya çıkan dikkat bozukluğu, algılama güçlüğü gibi sorunların temelinde toksik kimyasal maddeler yatıyor” ifadelerini kullandı.

Dünya genelinde yaygın olan toksik kimyasal bileşen sayısının 85 bin civarında olduğunu belirten Şık, bunların yalnızca 2-3 bin yani yaklaşık yüzde 2’sinin test edildiğini aktardı. Yüzde 95’ten fazlasının test edilmeden kullanıma sunulduğuna dikkat çeken Şık, “Bu birkaç bin maddeden de sadece 200 tanesinin çocuk sağlığına etkileri araştırılmış. Anne karnından 2 yaşa ve okul çağına hızlı büyümeden kaynaklı hassasiyetleri var. Metabolizmaları bizden farklı çalışıyor. Arsenik, kurşun gibi eskiden bildiğimiz toksik maddeler var. Perflorlu ve poliflorlu alkil maddeler dediğimiz 10 bin civarında toksik madde ki tekstil sanayinde çokça kullanılır. Çivril’den İsveç’e ihraç ettiğimiz kerevitlerden çıkan bir toksik maddedir. Çivril’de varsa iddia ediyorum her yerde vardır. Bunun kerevitte olduğunu bizde İsveç’ten öğreniyoruz. Çocuklarının akademik başarılarını eğitimini konuşuyoruz ancak çocuk sağlığı bağlamında konuşmuyoruz. Kurşun ve arsenik nörotoksik maddelerdir. Dikkat eksikliği, öğrenim bozukluğu, otizmin yaygınlaştığını görüyoruz” dedi.

“YAŞADIĞIMIZ KİRLİLİĞİN 25 YILLIK BİR ARKA PLANI VAR”

Dr. Avukat Fevzi Özlüer ise havzadaki kirliğin kamusal stratejinin bir parçası ve uluslararası tekellerle işbirliği halinde ortaya çıktığını dile getirdi. Tablonun kamusal ve siyasal yönünü ortaya koyan Özlüer, “1980’li yıllara kadar inmek zorundayız. Büyük Menderes Havzasının kaderini belirleyen süreç Türkiye’nin ekonomi politiğiyle son derece yakından ilgili. Bu ekonomi politiğin iki boyutu var. Bunlardan birisi; Türkiye’de siyasetin örgütlenme biçimi. Bir diğeri de ekonominin örgütlenme biçimi” diye konuştu.

O yıllarda bölge ekonomisinin tarım, turizm ve enerji ihtiyacı temelinde örgütlendiğini aktaran Özlüer, ancak darbe öncesi dönemde enerjinin devlet eliyle ihtiyaca binaen üretildiğini, darbe sonrası özelleştirmelerin gündeme gelmesiyle sermayenin ihtiyaçlarına göre modelin örgütlendiğini ifade etti. Aynı sürecin limanlar için de geçerli olduğunu belirten Özlüer, “Tarımda özelleştirme politikalarıyla tarımın tasfiyesi ve kentlerde ucuz işgücüne dayalı bir sanayi üretim sürecine ilişkin uluslararası sürece eklemlenme ve birikim stratejilerine dönüşümü başarmış. Bugün yaşadığımız kirliliğin 25 yıllık bir arka planı var” dedi.

“DEVLETİ YENİDEN ORGANİZE EDECEK SİYASAL STRATEJİYE İHTİYAÇ VAR”

Özlüer, “Deprem sonrası Marmara bölgesindeki sanayinin bir parçasıyla kuzeye kaydırılması. Buna Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü vesaireyle gördük. Bir diğeri sanayinin daha güneye kaydırılması stratejisiydi. Biz bunun etkilerini Aydın, Denizli, Muğla çevre düzeni planı sonuçlarında görmeye başladık. Yeni dönem emperyalist strateji kaynakları kullanabilecekleri bölgelere taşıyabilecek bir stratejiye dayanıyor. Bu kamu yönetimindeki dönüşümün siyasal sonuçları var. Bu anlamıyla kirlilik kontrol altına alınabilir mi? Kirliliğin kaynağı olan aktörlerde hızlı ve yoğun yapısal dönüşümlerle karşılaşmaktayız. Öfkemizi yöneltmemiz gereken hadisenin kapsamı ve boyutunu büyütmemize yol açıyor. Kirliliğin kamu yönetimindeki stratejide yapısal bir sorun olmaktan çok aynı zamanda toplumsalı yönetmek için stratejik bir önemi de var. Kamudaki bu yönetim ve denetimsizliğin yeni leviatan yaratmanın parçası olduğunu kabul etmek lazım” sözleriyle kamusal ve siyasal stratejinin sonuçlarına dikkat çekti.

“Resmi büyüttüğümüz zaman bugün Hatice teyzenin cezalandırılmasında uluslararası siyasetin de bir çıkarı var” diyen Özlüer şunları söyledi; “Bu komplocu bir siyasal çizgi değil. Teorik olarak bu aradaki ilişkiyi kurabilmenin gerekli olduğunu söylemeye çalışıyorum. Bir adım atılacaksa Türkiye’de kaybettiğimiz mekanizmalarda toplumun neyi kaybettiğini tartışmak zorundayız. Toplum kurumsal kabiliyeti kaybetti. Bu kabiliyeti yerel yönetimlerle aşmaya çalışıyoruz. Toplumun devlete ihtiyacı var. Devletin elindeki mekanizmalar da ortadan kaldırıldı. Sadece özelleştirmeler değil. Korumayı mümkün hale getiren kurumsal yapılar ortadan kaldırıldı. Devleti yeniden böyle bir kurumsallaşma zorlayacak siyasal stratejiye ihtiyaç var.” Söyleşi soru cevaplarla sona erdi.

ÖNCEKİ HABER

Ankaralı hayvan hakları savunucuları: Uyutma değil, yaşam hakkı

SONRAKİ HABER

Trabzon’da enerji işçileri iş cinayetlerini protesto etti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa