Gezi direnişini ortaya çıkaran kent yağması sürüyor
11 yıl önceki karşı koyuş Gezi Parkı’nı korusa da iktidarın denizin ve toprağın her bir karışını sermayeye peşkeş çeken tavrı devam ediyor.
Polisin Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'ndan çekilmesi sonrasında vatandaşlar Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'nı doldurdu - 1 Haziran 2013 (Fotoğraf: AA)
Nisa Sude DEMİREL
İstanbul
Gezi direnişi bu sene 11. yaşına bastı. Kentteki sayılı yeşil alanlardan olan Gezi Parkı’nı savunmak üzere başlayan eylemler; ülkenin 80 ilinde giderek yoksullaşmaya, antidemokratik müdahalelere, ülkenin parsel parsel talanına topyekûn bir karşı koyuşa dönüştü. Bu karşı koyuş Gezi Parkı’nı korusa da iktidarın denizin ve toprağın her bir karışını sermayeye peşkeş çeken tavrı devam ediyor.
Evrensel’e konuşan Şehir Plancısı Pınar Giritlioğlu’nun deyimiyle “Ülkede gerçekleşen her doğal ve yapay olay, iktidarın kent üzerindeki hegemonyasını arttırmak için kullanılıyor.”
"GEZİ DAYATMACI TAVRIN BAŞLANGICI SAYILIR"
Kentin talanından söz ederken Gezi direnişinin de merkezi olan Taksim'den başlamak gerektiğini ifade eden Giritlioğlu, “Gezi burada bir eşik teşkil ediyor. Yani kentin daha şiddetli, daha dayatmacı talanının belki de ilanıdır” diyor. Gezi Parkı’ndaki yayalaştırma projesinin bardağı taşıran son noktası olduğunu söyleyen Giritlioğlu, Gezi'den sonra bu sürecin sertleştiğini vurguluyor.
AKP’yi bir ‘projeci parti’ olarak niteleyen Giritlioğlu, bunu şöyle açıklıyor: “2002’de tek başına iktidara geldiğinde bu proje söylemleriyle seçimi kazanmıştı. Özellikle yoksul halka yönelik sosyal konut vaatleriyle seçimi almıştı. Gezi sürecinin arkasında da 2011’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kurulması, 2012’deki Van depremi var. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığının yerine geldi. Tamamen müteahhit mantığıyla sürece bakan, hasılat getirici uygulamalar yapması beklenen bir bakanlık inşa edildi. Bunun arkasından 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüşümü Hakkında Yasa geldi.”
"İKTİDAR HER OLAYDA HEGEMONYASINI ARTIRDI"
Bu yasanın dayatmacı yaklaşımı daha da güçlendirdiğini, planlama yetkilerini belediyelerin elinden bakanlığa geçirdiğini hatırlatan Giritlioğlu, 15 Temmuz 2016’nın da bir kırılma noktası olduğunu söylüyor. Zaten başlayan askeri alan talanının daha da hızlandığını vurgulayan Giritlioğlu, “Bütün askeri alanlar rezerv alanı ilan edildi. Buralarda lüks konut projelerine başlandı. Millet bahçesi adı altında yeni betonlaşma süreçleri başladı. İstanbul'da neredeyse yüzde on oranındaydı bu alanlar. İstanbul'un son yeşil alanlarıydı” diyor. Bir başka kırılma noktasının da referandum olduğunu vurgulayan Giritlioğlu, “Bu ülkede şu anda Cumhurbaşkanı onay vermeden nefes bile alamıyorsunuz ki bunun kent üzerindeki etkilerini gördük. ‘Mega projeler’, Kanal İstanbul gibi projeler bu süreçten itibaren hızlandı. AKM bunun örneklerinden bir tanesidir. Yani hem Kanal İstanbul’da hem de AKM’de biz şu dili duyduk: ‘İsteseniz de istemeseniz de bu proje yapılacak’” ifadelerini kullanıyor.
Taksim Camisi'nin de bir nispete dönüştüğünü hatırlatan Giritlioğlu, “Çeşitli araçlar kullanılarak tahsisli kiralamalar, satışlar, devirler; çeşitli vakıflara, tarikatlara peşkeş çekilmesi ve İstanbul'un böylelikle deprem kırılganlığının da giderek arttırılması söz konusu oldu. Son büyük kamu arazileri bu süreç içerisinde sermayeye teslim edildi. Zorlu karayolları birinci bölge arazisi, karşı yakadaki Küçükyalı arazisi, afet toplanma alanlarının alışveriş merkezlerine dönüşmesi...” örneklerini veriyor. İktidarın 2019 yerel seçimlerinde büyükşehir belediyelerini alamamasıyla yetkiyi, rezerv alan tanımını kullanarak bakanlıklara verdiklerini ifade eden Giritlioğlu, “Bugün neredeyse İstanbul'un yüzde 60'ı bakanlık tarafından yönetiliyor. Aslında her doğal ve yapay olay, iktidarın kent mekanı üzerindeki hegemonyasını arttırmak için kullanıldı” diyor.
Gezi’nin iktidarın kendinden olmayanları ötekileştirmesinin başlangıcı olduğunu, çok daha dayatmacı bir yapıya büründüğünü vurgulayan Giritlioğlu, pek çok yasanın bunun aracı olduğunu aktarıyor. Hukuk tanımazlığın giderek arttığını ifade eden Giritlioğlu, tüm bunların çatısının özgürlük, adalet ve demokrasi sorunu yani bir “kent hakkı” sorunu olduğunu söylüyor. O nedenle, büyük küçük demeden de mücadeleyi devam ettirme çağrısı yapıyor.
"AKBELEN’DE, İLİÇ’TE KARŞI KOYUŞ DEVAM EDİYOR"
Gezi direnişinin en önemli bileşenlerinden biri de meslek odalarıydı. Gezi’de neye karşı çıktıklarını anlatan TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Kargın, Gezi’nin her yerde bir yaşam savunusuna dönüştüğünü vurguluyor. İstanbul'da başlayan, Hatay'da devam eden bir karşı çıkışın sadece bir parkla ya da ağaçla sınırlandırılmaya çalışıldığını anlatan, “Öyle olsa kendi başımıza kalırdık orada. Ama Türkiye genelinde sahiplenilmiş, farklı renklerle, varoluş biçimleriyle sokaklara taşmış bir sürecin kapitalizme, doğa talanına tepki. İstanbul'da ofis çalışanlarına yapılan mobbingin de liseli gençlerin de karşı çıkışıydı. Annelerin karşı çıkışıydı” diyor. Gezi’nin bir direniş hattına dönüştüğünü vurgulayan Kargın, “Bunun örgütleyicisi de AKP iktidarıydı, çünkü yaptıkları insanların karşı çıkmalarını gerektiriyor. Bütün baskı, faşizan karşı çıkışları, gazları, mermileri bunun haftalarca sürmesine sebep oldu” diyor.
Gezi’ye 17-18 milyon insanın katıldığını, pek çok farklı görüşten insanın bir arada bulunduğunu söyleyen Kargın, “İnşaat firmalarıyla, yap işlet devret modelleriyle, ihalesiz yöntemlerle bütün doğayı, yer altı yer üstü kaynakları, topluma ait olan bütün değerleri ve zenginlikleri peşkeş çekmesine karşı çıkıştı bu ve bu karşı çıkış durmuş değil. Bunu Akbelen’de de görüyoruz, İliç’te de. Bu karşı duruş ömür boyu, sistem sürdükçe bu karşı duruş da sürecek” ifadelerini kullanıyor.
GEZİ’YE GÖZDAĞI DEVAM EDİYOR
Gezi direnişi süresince biber gazı, silah, gaz kapsülleriyle polis şiddeti sonucu 9 kişi hayatını kaybetti. 10 kişi gözlerini kaybetti, Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan şiddet olaylarına ilişkin “Emri ben verdim” dedi.
Gezi direnişinin ardından bir de senelerdir cezaevinde olan tutuklular kaldı. Dosyanın son durumunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan iktidar, Gezi direnişini cezalandırmaya devam ediyor. 2023 senesinde “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılan Osman Kavala ve “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçundan 18'er yıl hapis cezası verilen Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater’in mahkumiyet kararları onandı. Ali Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi ve Ayşe Mücella Yapıcı hakkında verilen 18'er yıl hapis cezaları ise Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından bozuldu.