‘İnsanın kalacağı yer değil ama ekmek parası’
İstanbul’a gelindiyse çalışılacak, memlekette baba para bekler, çocuklar aş bekler. Elbet bulunur başını koyacak tek göz bir yer. Sabahın kör karanlığında çıkılır 7’si gündeliğe 1'i tersaneye...
İşçiler ranzaların bulunduğu 4-6-8 kişilik odalarda kalıyor. | Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel
Eren YÜCEBOY
İstanbul
Tuzla’nın İçmeler Mahallesi, her yönüyle bir işçi mahallesidir. Mahallenin derme çatma, dışarıdan bakıldığında “Burada yaşanmaz” denebilecek hemen her evinde yurdun uzak illerinden çalışmak üzere göçüp gelmiş çok sayıda işçi birlikte yaşar. Dışarıdan kendini belli eder bu evler. Yalnız yapının derme çatmalığından değil. Bu işçi evleri, önüne kuruması için serilmiş iş elbiselerinden, kapı önünde bekleyen iş ayakkabısı kalabalığından kendini belli eder.
Onlardan birindeyiz. Esasen bir daire değil burası. Bahçe içinde bir dükkan. Toplasan yirmi metrekare ya eder ya etmez. Yatağı yok, dolabı yok, banyosu yok... Bir köşeye istiflenmiş bavullar, yerlere serilmiş çokça minder ve yastık, bütün duvarı kaplayan elbise askıları dışında başka hiçbir şey yok. Sekiz kişi kalıyor bu evde, hepsi Urfa’nın aynı köyünden gelmiş. Biri tersane işçisi, geri kalanlar “amele pazarında” yevmiyeci. Ne iş yaptıklarını sorunca, “O gün ne iş olursa.” diyorlar.
"ŞANSIN VARSA İŞ DE VAR"
Mustafa açıklıyor: “Amele pazarı derler. İçmeler Köprüsü’nün üzerinde, köşede bekleriz. Kimin işi varsa gelir. Der ki mesela ‘Bana ev taşıyacak üç adam lazım’, işine gelen talip olur işe. Bir pazarlık yaparsın. Anlaşırsanız iş senindir.”
On sekiz yaşındaki Harun da dahil oluyor muhabbete: “Dün plastik topladık mesela. Bugün de gittik ama iş çıkmadı. Boş döndük.”
Devam ediyor Mustafa: “Garantisi yok bu işin. Bazen olur iş bulursun, bazen de bulamazsın. Tatili yok, izni yok. Mecbur her gün gideceksin. Şansın varsa iş de var. Şansın yoksa gitti bir günlük yevmiye.”
Yevmiyelerinin sigortalı bir işçiye nazaran fazla olduğunu söylüyor Hasan: “Sigorta olmayınca, ona uygun bir şey vermek zorunda kalıyorlar. Sonuçta sigorta da adama masraf normalde. Ben sigortasız çalışmaya ikna olduysam, o da bana ikna olmamı sağlayacak bir parayı verecek mecbur. Ama işten işe değişiyor. İşveren adamdan adama değişiyor. Kimisi diyor ki 1500 lira, kimisi diyor ki 2 bin lira... Bazen adamın işi aceleyse sen onu ikna ediyorsun 100-200 lira fazlasına ama eğer işler de yoksa o ara, sen mecbur ikna oluyorsun 100-200 lira eksiğine.”
8 ERKEK KİŞİ BAŞI BİN LİRA
Eve 8 bin lira verdiklerini söylüyor Hasan devamında: “Kişi başı 1000 düşüyor işte. Burası 8 bin lira edecek bir yer değil. İnsanın kalabileceği gibi bir yer değil. Ama ev sahibi diyor ki ‘işinize gelirse’ Biliyor tabii buranın adetini. Bekar işçiye ev vermezler kolay kolay. Kimse istemez ki 2+1 evinde 8 kişi birden yaşasın. Bu durumu bildiklerinden istiyorlar fazla fazla kirayı. Yoksa biz de isteriz düzgün bir yerde yaşamayı. Burası kışın hiç çekilmiyor. Doğal gazı bile yok. Elektrikli ısıtıcı var sadece. O da anca kendi önünü ısıtıyor. Yerlerden çok soğuk geliyor, Duvarlardan da...”
"İLKOKUL BİTTİ DOĞRU İŞE, 18’E GİRDİM DOĞRU İSTANBUL’A"
“Mecbur ayıya dayı deyip katlanıyoruz” diyerek sözü alıyor bir kez daha Harun. Henüz on sekiz yaşında olmasına rağmen bu hayatı kendisi için değil, ailesi için yaşadığını söylüyor: “Hiçbir zaman kendim için yaşamadım zaten. İlkokul bitti, doğru işe, On sekizime gelince de doğru buraya. Daha altı ay oldu geleli. Altı aydır ne kazanmışsam köye gönderiyorum. Onların ihtiyacı benden daha fazla. Gönderiyorum ama yine de yetmiyor onlara da. Memlekette de hayat pahalı olmuş.”
Konu hayat pahalılığına gelince bir defa, nasıl düze çıkılacağına geliyor konu. Ne olması gerekir? Nasıl düzelir geçim olanakları?
Mustafa cevaplıyor: “Biz hepimiz memlekete gönderiyoruz parayı. Benim karım, iki kızım var köyde. Onlara gönderiyorum. Kendimden zaten vazgeçmişim. Bari onlar yaşasın. Ama bu yevmiyelerle zor. Bizim yevmiyeler de fabrikalardaki maaşlara göre belli oluyor biraz. Şimdi maaşlara zam yapsalar, ben de kendi işverenimle pazarlık yaparken o oranda fazla söylerim kendi yevmiyemi. Ama maaşlara zam gelmedi mi, ben nasıl diyeyim bana yüzde elli fazlasını ver? Devlet sigortalı işçiye verecek ki ben de kendi işverenimden isteyeyim.”
Tersane İşçisi Ercan da dahil oluyor o esnada sohbete: “Bizimkiler vereceklermiş.” diyor. Tersanede iskelecilik yaptığını söylüyor. Nerede iskele kurma ihtiyacı varsa oraya gönderiyor çalıştığı firma... “Öyle söylediler valla. Minimum yüzde 20 vereceğiz dediler. Bunların sözüne güven olmaz ama öyle diyorlar. Mecbur vermeleri lazım da bir yandan. Kimseye yetmiyor. Herkes ‘Bırakırım’ diyor tersaneyi.”