Ayakkabı işçilerinin ne sigortası var ne emeklilik hakları
Ayakkabı patronları sektörde başta ‘işçilik’ olmak üzere maliyetlerden yakınırken düşük ücretlerle ve kötü koşullarda çalışan işçiler “Ne sigortamız var ne emekli olabiliriz” diyor.
Emirhan DURMAZ
Kıvılcım EFTELYA
İzmir
Türkiye Ayakkabı Sanayicileri Derneğinin verilerine göre sektörün ihracatı geçen yıl yüzde 3.2 gerileyerek 1 milyar 268 milyon dolar oldu. 2022’de 962 milyon dolar olan ayakkabı ithalatı ise geçen yıl 1.4 milyar doları aştı, bu yıl ilk çeyrekte ise 460 milyon dolara yükseldi. İlk dört aylık ihracat ise yüzde 29.3 geriledi. Böylece ilk dört ayda 120 milyon dolar olarak hesaplanan açık, 2023’ün tamamına yaklaştı. Sektörün kapasite kullanım oranı da yüzde 62.9 ile en düşük değer olarak ölçüldü. 2023’ün başından bu yana ise 100 bin istihdam kaybı yaşandı.
Ayakkabı patronları bu tabloya ilişkin maliyetleri işaret ediyor, en fazla da “işçilik maliyetlerini...” Ancak sektörde çalışan işçilerin anlattıkları ise, işçilerin düşük ücretlerle ve kötü koşullarda çalıştığını, ne sigortalarının ne emeklilik haklarının olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye’nin en büyük ayakkabı üretim sahalarından biri olan İzmir’deki Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi, orada çalışanların adlandırdığı biçimiyle ‘site’ ve ‘köy’ olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Site; güvencesizliğin de yoğun olmasına karşın kayıtlı çalışanların, kendi hesabına çalışanların ve mağazaların görece daha yaygın olduğu alan iken, tam ortasında bir de halı sahasıyla birlikte AYKÜSAN Mesleki Eğitim Merkezi yer alıyor. ‘Köy’ olarak adlandırılan alanda ise uzun mesailer, güvencesizlik ve yoğun göçmen emeği var.
PATRONLAR: EN BÜYÜK SORUN İŞÇİ MALİYETİ
İzmir Ayakkabıcılar Odası Başkan Vekili Tahsin Çobanoğlu, “Sektörün çok daha fazla çırağa ihtiyaç duyduğunu” aktarıyor. Ayakkabıcılık sektörünün tüm sektörlerde olduğu gibi genel piyasa daralmasından nasibini aldığını belirten Çobanoğlu, “Özel olarak ise en büyük sorunlardan biri kalifiye eleman eksikliği ve işçi maliyetleri diyebiliriz. Maliyetler yükseldikçe, uluslararası pazarda en büyük oyuncular olan Çin ve Vietnam ile rekabet edemiyoruz ve ihracat daralıyor. Bunun yanı sıra kur artsa da artmasa da ham maddeye ve malzemelere gelen zamlar da sektörü hayli olumsuz etkiliyor” diyor.
Akabinde ise kira maliyetlerinin de üreticileri zorladığını belirten Çobanoğlu, kurun sabit kalması gerektiğini, vergiler konusunda ise teşviklerin artması gerektiğini söylüyor. Akabinde görüştüğümüz bir üretici ise sektördeki daralmayı ‘Daha ucuza üretim yapan mülteci iş yerlerinin yayılması’ ile ilişkilendiriyor.
"ÜCRETLER YÜKSEK DİYENLER HALİMİZE BAKSIN"
Patron cephesi kalifiye eleman yetersizliğinden ve “işçilik maliyetlerinden” yakınırken, atölyelerde ter döken işçiler ise düşük ücretle zor koşullar altında çalıştıklarını anlatıyor. Site içerisinde ‘Keke’ lakabıyla tanınan 63 yaşındaki Kenan, 54 senedir bu mesleği icra ettiğini anlatıyor: “54 sene boyunca parçalı bulutlu bile çalışmış olsam 2 sefer emekli olurdum. Gel gör ki, 270 civarında sigorta günüm var. Emeklilik benim için hayal bile değil. Yaptığım çift başına 40 lira alıyorum. İçtiğimiz sigara bile 65 lira. Sabahları gelirken dört tane börek alıyorum, ikisini sabah ikisini de öğlen yiyorum. Tezgahta çalışırken iki defa kalp krizi geçirdim. İki kez stent takıldı. Tezgah başında ölüp gideceğiz.”
"SİGORTANIN ADI DAHİ GEÇMİYOR"
Akabinde görüştüğümüz 40 yıllık Saya İşçisi Abdullah Özarslan, “10 yaşımdan beri çalışıyorum” diyor: “Günde 15-16 saat çalışıyor, 3-4 saat uyuyoruz. Bir çift sayanın ücreti 15 ila 20 lira arasında değişiyor. Anlayacağınız bizler yevmiyesi 600 liralık ameleyiz. Hafta sonları yok, bayram seyran yok. Burada görmüş olduğunuz tezgahın aynısı, tam düzenek evimde de mevcut. Oradan da üretime devam ediyorum. Düzeneği evinde olmayanlar ise burada tezgahlarda yatıp kalkıyor. Buradaki birçok insanın yuvası dağılmış; alkol ve madde bağımlılığı had safhada...”
Sağ ayağındaki ileri derecede varis kaynaklı şişlik ve morlukları gösteren Özarslan, “Bakın bu hastalık pedal basmaktan oldu. Kimisi Kenan abi gibi kalp krizi geçiriyor. Kimisi maruz kaldığı ağır kimyasallar nedeniyle rahatsızlanıyor. Ancak sitede ve köyde yer alan birçok iş yerinde sigortanın adı dahi geçmiyor. En iyi ihtimalle yarısını işçi yarısını işveren ödüyor” diyor.
Akabinde site içerisindeki işleyişi aktarmaya devam ediyor: “Buranın çalışma sistemi mevsimlik. Kimse belli bir atölyenin daimi ve kayıtlı işçisi değil. Kışın bot zamanı gelir yazın ise sandaletler, babetler... İnsanlar atölye atölye dolaşır ve kendilerine uygun bir yerde işe başlarlar. Sezon biter ve yine aynı döngü... Haliyle kayıt dışılık hakim. Resmi olarak biz burada yokuz. Ürettiğimiz ayakkabı yok. Çoğu iş yerinin kaydı yok, vergi levhası yok. Çoğu işveren ürettiğinin 10’da 1’ini gösteriyor. Durum bundan ibaret.”
"ÜÇ AY ÇALIŞIP BEŞ AY BORÇLANIYORUZ"
Saya İşçisi Abdullah’ın da rehberlik etmesiyle site bölümünden ayrılarak kumaş, plastik ve deri artıklarından oluşan çöp yığınlarıyla dolu sokaklardan ‘köy’e doğru yürüyoruz. Kimileri yığınların arasından deri parçalarını ayıklıyor; kimi dükkanlar önünde ise lüks araçlar park halinde. Sayacı Abdullah bir restoranı gösteriyor ve ekliyor: “Şurada bir öğün yemek 1000 lira. Ben 80 liralık tavuk döneri zor yiyorum.”
Abdullah’ın arkadaşlarının çalıştığı bir atölyeden içeri giriyoruz. 55 yaşındaki Şahin Cefa 40 senedir bu işi yaptığını anlatıyor: “Haftada 7 gün, sabah 8’den gece 11’e kadar çalışıyorum. Bir çifti bir saatte bitirip, çift başı 40 lira alıyorum. Günlük yevmiyem ise 1000 lirayı buluyor.”
Sigortasını sorduğumuzda “Sigortam yok. Yarısını ben yarısını sen öde gibi bir teklif de bu zamana kadar gelmedi” diyor. Sezonuna göre üç ay kadar temponun yoğun sürdüğünü belirten Cefa şunları söylüyor: “Üç ay kadar işler düzgün gidiyor. Para kazanıyoruz, sonra sezon bitiminde iş bekliyoruz. O sırada da borçlanıyoruz. İşe başla borç öde, sezon bitsin borçlan... Ancak ölünce kurtuluyoruz...”
"ÇEKİÇ SALLA PARÇA BAŞI PARANI AL DİYORLAR"
Aynı atölyede çalışan Murat 65 yaşında. “11 yaşında girdiğim bu mesleği 54 yıldır yapıyorum. Burada sistem çekicini salla, paranı al şeklinde. Gün olur da elektrik falan giderse, o gün eve harçlıksız gidiyoruz. Sigorta, emeklilik falan yok. Sigortayı sorduğunda ‘Ödeyemeyiz, işini yap parça başı paranı al’ diyorlar. Şu an parça başına 40 lira alıyorum. Bana kalırsa bunun hakkı 70 liradan aşağı değil. Ha 40 lira versin ama en azından sigorta yapsın, o da yok” diyor.
"MÜLTECİLERİ KULLANIP ÜCRETLERİ BASKILADILAR"
Atölyenin bir başka bölümünde mülteci işçilere rast geliyoruz. Kimisi kesim dikim işi yapıyor, kimisi ise kesilmiş parçalara solüsyon sürüyor. Öykülerine dair sohbet etmek istediğimizde, “Biz Suriye’nin Türkmenlerindeniz” diyerek söze başlıyorlar: “İlk geldiğimizde haftalık 300 lira alıyorduk. Ama ailemiz vardı mecburduk, o şartlarda çalıştık. Şimdilerde ücretler eşitlendi. Günde 12 saat kadar çalışıyoruz.”
12 saat maruz kaldığı, temas ettiği ve soluduğu ağır kimyasal içeren solüsyonu gösteren mülteci işçi, “Bu çok zararlı. İnsanın başı dönüyor, dengesi bozuluyor, yürümekte zorlanıyor” diyor.
Sayacı Abdullah Özarslan, mülteci işçiler hakkında “İlk zamanlarda işverenlerin kahramanlarıydı bu insanlar. Mecburiyetlerini kullanıp, yarı ücretine iş yaptırdılar. O zamanlar bizleri Suriyeli işçilerle tehdit ettiler, ‘Şu fiyata çalışırsan çalış yoksa Suriyeliler var’ dedi patronlar. Şimdi ise iş yeri açan mültecilerle rekabet edemeyince düşman belliyorlar” diyor.