Erdoğan kabinesi görevde bir yılı geride bıraktı: Sopa, talan, piyasalaştırma…
İktidarın bir yıllık pratiğinde politikadan ekonomiye, emek alanından eğitim ve sağlığa; toplumsal yaşamın her alanında sert uygulamalara tanık olduk.
Fotoğraf: TC Cumhurbaşkanlığı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2023 genel seçimlerinin ardından açıkladığı yeni kabine görev süresinin bir yılını tamamladı. Erdoğan özellikle yerel seçimlerin ardından CHP Genel Başkanı Özgür Özel görüşmesini dayanak yaparak yumuşama tartışmaları başlatsa da geçtiğimiz yıl politikadan ekonomiye, emek alanından eğitim ve sağlığa; toplumsal yaşamın her alanında sert uygulamalara tanık olduk. Yargının muhalefete karşı sopa olarak kullanılması, işçilerin hak mücadelelerinin önüne dikilen polis barikatları, eğitim ve sağlıkta piyasalaşmaya hız verilmesi, kazanılmış demokratik hakların gasbı bunların yalnızca birkaçı. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kabinesinin bir yıllık icraatlarında öne çıkanlar…
KÜRT SİYASETÇİLERE CEZA YAĞDI
IŞİD’in Kobanê’ye saldırmasına karşı 6-8 Ekim 2014’de yapılan protestolar öne sürülerek 18’i tutuklu olmak üzere toplam 108 kişinin 2021’de yargılanmaya başladığı Kobanê davasında siyasetçilere ceza yağdı. HDP’yi kapatma davasına paralel yürütülen davada aralarında HDP’nin Eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu isimlere toplam 408 yıl hapis cezası verildi. Normalde yıllar sürecek bir dosya kapsamına sahip olan davada hüküm yerel seçimlerin ardından alelacele verildi.
ATALAY’IN MİLLETVEKİLLİĞİ DÜŞÜRÜLDÜ
Gezi tutuklusu Can Atalay milletvekili seçilmesine rağmen serbest bırakılmadı. Anayasa Mahkemesinin tahliye yönündeki iki kararını uygulamayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Yargıtayın gerekçesi MHP’nin söylemleriyle birebir örtüşüyordu. Bu süreçte kendisini hakem ilan eden Erdoğan da milletvekilliğinin düşürülmesini savundu ve sonrasında Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü.
BÜROKRASİ ÇETELERİN ETKİSİNDE
Muhalefete karşı sopa olarak kullanılan yargı, iktidar paydaşları arasındaki kavgalara da sahne oldu. Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi ve Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yakın olduğu iddia edilen Ayhan Bora Kaplan çetesine yönelik soruşturmadaki gelişmeler AKP-MHP arasındaki gerilimi zaman zaman artırdı. Emniyet ve yargı bürokrasisinde siyasetin etkisini ortaya koyan gelişmeler aynı zamanda organize suç örgütlerinin de yargı üzerinde etkili olduğunu gösterdi.
KAYYUM SİYASETİNE DEVAM
Yerel seçimlerde Van Büyükşehir Belediyesi başkanı seçilen DEM Parti’li Abdullah Zeydan’a mazbata verilmemesi kitlesel protestolara sahne oldu. Zeydan’ın memnu haklarının seçimden sonra elinden alınması AKP içinde de tartışmalara neden oldu. Ancak iktidar Van’da halkın günlerce sokağa çıkmasının ardından geri adım atmak zorunda kaldı. Önceki gün de Hakkâri Belediyesi Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış gözaltına alınarak yerine Hakkâri Valisi Ali Çelik kayyum atandı.
NATO’YA BAĞIMLILIK ARTIYOR
14 Mayıs’a kadar seçim ekonomisi yürüten iktidar seçimlerden sonra Erdoğan-Şimşek programına gaz verdi. Sermaye arayışı ve dış politikadaki sıkışmışlığı çözmek için kolları sıvayan iktidar, birçok ülkeyle ilişkileri düzeltme çabasına girdi. Bu anlamda ABD ve NATO’cu çizgiye daha sıkı sarılan Erdoğan yönetimi, Dışişleri Bakanı Haklan Fidan’ın ABD ziyaretinin ardından bölgede gerçekleştirilen temaslarla adeta NATO hilali çizildi.
ABD’nin çekilme tartışmalarının ardından askeri ve ekonomik gücü artırma planları devreye sokuldu. Irak’ta yapılan görüşmelerde Kuzey Irak’a dönük bir askeri operasyona yeşil ışık alınmasa da bugün hâlâ kalıcı bir sınır ötesi harekatın yolları aranıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Bağdat’tan sonraki adresi Bakü oldu. Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan arasında Ukrayna-Rusya savaşının sahası Karadeniz’de alınacak pozisyon değerlendirildi. Bulgaristan ve Romanya ile Karadeniz’de mayın anlaşması imzalandı. Bu görüşmelerin temel gündemi ise enerji kaynaklarının Asya’dan Avrupa’ya taşınması idi. NATO’cu çizgiye sarılan Türkiye’nin bağımlılık ilişkileri de bu süreçte giderek güçlendi.
İSRAİL’LE TİCARET SÜRDÜ
Erdoğan yönetiminin, İsrail’in Gazze’ye dönük soykırıma varan saldırıları karşısındaki tutumu da saldırıların başladığı ekim ayından bu yana tartışma konusu oldu. Gazze’ye yönelik saldırılar başlamadan önce İsrail’le ilişkileri düzeltme çabasında olan iktidar Filistin’e ilişkin her açıklamasında hamasete sarıldı; İsrail ile ticareti kısıtlama kararı için yerel seçimlerin sonrasını bekledi. İhracatın kesilmesi kararı ise ancak nisan ayında alındı ancak buna rağmen ihracatın dolaylı yollardan sürdürüldüğüne ilişkin güçlü emareler var.
MÜLKSÜZLEŞTİRME VE TALANA HIZ VERİLDİ
6 Şubat depremlerinden birkaç ay sonra göreve getirilen yeni kabinenin ilk icraatlarından biri Kentsel Dönüşüm Yasası ve rezerv alan düzenlemesi oldu. 9 Kasım 2023’te 6306 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikle talan ve mülksüzleştirmenin önü açıldı. Rezerv yapı alanı tanımındaki yeni yerleşim alanı ibaresi çıkarılarak insanların evlerinin ve taşınmazların bulunduğu herhangi bir yerin rezerv alanı ilan edilmesinin önü açıldı. Kentsel dönüşüm için üçte iki olan onay oranı yüzde 50+1’e düşürüldü. Böylece yoksul emekçilerin rant projelerine karşı mücadelesi engellenmek istendi.
Depremzedelere verilen konut vaadi ise yerel seçim malzemesine dönüştürüldü. Depremin birinci yılında tamamlanan konut sayısı vadedilenin çok uzağındaydı. Enkazdan çıkmayı başarabilen depremzedelerin çok büyük bölümü geçen sürede hâlâ sağlıksız konteynerlerde yaşam mücadelesi veriyor. İktidarın birinci yılında azımsanamayacak sayıda sağlıklı yemek ve temiz suya erişilemeyen depremzede var. Yıkılan binalara ilişkin süren davalarda ise sorumluluk inşaat şirketleri ve müteahhitlerle sınırlı tutuluyor. İmar affı çıkaran iktidar üyeleri ve çürük binalara ruhsat veren kamu görevlileri hakkında tek bir yargılama yapılmadı.
BİR YANDA SÜPER TALAN YASASI, BİR YANDA İLİÇ FACİASI
İktidarın icraatlarından biri de maden ve enerji kanunlarında değişiklikler içeren teklifi yasalaştırması oldu. Uluslararası maden ve enerji tekellerinin talepleri doğrultusunda hazırlanan yasanın Meclise getirildiği günlerde Kanadalı maden tekeli SSR ve iktidara yakınlığı ile bilinen Çalık ortaklığındaki Anagold Madencilik’e ait Çöpler Altın Madeninde olması gerekenden fazla yığın yapılan pasa dağı çöktü. 9 işçi pasa altında kaldı. Şu ana kadar işçilerden yalnızca beşinin cesedine ulaşıldı.
Fırat Nehri’nin yanı başındaki madende kullanılan siyanür çevredeki tarım arazilerini ve insan sağlığını tehdit etmeye devam ediyor. Facia sonrası madene ilişkin daha önce meslek odaları ve bilim insanlarının yaptığı uyarıların dikkate alınmadığı anlaşıldı.
Kapasite artışı için hazırlanan ÇED raporunun ise dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum tarafından onaylandığı ortaya çıktı. Yine Kurum döneminde şirketin 7.2 milyonluk vergi borcu silinmişti. Faciaya ilişkin başlatılan soruşturmanın kapsamına siyasi sorumlular ve kamu görevlileri dahil edilmedi.
FACİA İKTİDARIN TALAN HEVESİNİ ENGELLEMEDİ
Ancak Türkiye tarihinin en büyük çevre felaketlerinden biri olarak kabul edilen İliç faciası iktidarın ülke topraklarını ve zenginliklerini maden ve enerji tekellerinin hizmetine sunma hevesini engelleyemedi. Facia nedeniyle ertelenen 16 maddelik talan yasası birkaç ay sonra yeniden Meclise getirilerek AKP-MHP oylarıyla Meclisten geçirildi. Maden, doğal gaz, yenilenebilir enerji sektöründeki sermayedarlar için pek çok avantaj sağlayan yasa, ülke topraklarının yerli-yabancı tekellerin emrine sunulmasının önündeki bürokratik tüm engelleri kaldırdı. Yasayla Bakanlığın enerji şirketlerini yüzde 30 oranında desteklemesinin önü açıldı, IV grup hariç maden aramalarında raporlama zorunluluğunun kaldırıldı, şirketlerin lisanssız üretim yapabilmesi sağlandı, nükleer sızıntı durumunda tesisi işleten şirketin yargılanmasını engellemek için zırh getirildi.
İktidarın talan hevesi kıyıları da tehdit ediyor. Bugüne kadar limanları özelleştirmeye açan, kıyıları otellere peşkeş çeken iktidar çevre ajansları yoluyla talanda tekelleşmenin arayışına girişti.
EĞİTİMDE ÇOCUK İŞÇİLİK VE DİNCİLİK DAYATMASI
İktidarda kaldığı yıllar boyunca eğitimi adım adım piyasalaştıran ve dincileştiren iktidarın son bir yılda attığı adımlar eğitim sistemini adeta çöküşe sürükledi. Son bir yılda ÇEDES uygulamasıyla okullara imam, vaiz atanmasından tutalım da 4-6 yaş grubuna din dersi dayatması, tarikat ve cemaatlerle MEB’in imzaladığı protokollerin artması ve bunun ilk ağızdan savunulmasına tanık olduk.
Tüm bu dinci, gerici uygulamaların programı haline getirilen ‘Türkiye Yüzyılı Maarifi Modeli’ adıyla sunulan yeni müfredat ise onaylanarak tüm okulları imam hatipleştirme hedefine sahip. 9. sınıftan itibaren çocukları örgün eğitimden, okullardan kopararak atölyelerde, fabrikalarda patronlara ucuz iş gücü olarak sunan MESEM uygulaması ise hız kazandı.
Devlet eliyle çocuk işçiliğinin meşrulaştırıldığı, patronlara milyarlarca liranın aktarıldığı MESEM kapsamında çalıştırılan 9 çocuk iş cinayetinde hayatını kaybetti, yüzlercesi iş kazalarında yaralandı. Öte yandan MEB, yaz döneminde 8 ve 9. sınıf öğrencileri için okullarda ‘zanaat atölyeleri’ açarak bu çocukları da patronlara nitelikli iş gücü olarak hazırlayacak. Bu uygulamayla yasal olarak 12-13 yaşındaki çocukları sokamayacakları fabrika ve atölyeler okula girmiş olacak.
Artan yoksullukla birlikte okullarda çocuklara 1 öğün yemek verilmesi talebi ise iktidar tarafından görülmemeye devam ediyor. Artan öğretmen açığına ve yüz binlerce atama ihtiyacına karşın yetersiz sayıda öğretmen ataması yapıldı ve kamuda tasarruf nedeniyle bunun en az 3 yıl daha devam edeceği ilan edildi.
TIBBİ YOKSUNLUK DÖNEMİ
AKP’nin ilk iktidara geldiği yıllardan itibaren uygulamaya konan sağlıkta neoliberal dönüşümün “meyveleri” de son yıllarda alınmaya başlandı. Hastanelerdeki randevu krizi bazı branşlarda aylarca randevu bulunamamasına kadar vardı. MR ve radyasyon hizmetlerinde durum daha vahim. Bir yıl sonraya verilen randevular var.
İktidar ise krizin sorumluluğunu hastalara yükledi. Krize ‘hastaneden randevu alıp gelmeyen’ hastaların neden olduğu ileri sürüldü ‘onaylı randevu sistemi’ne geçildi. Ancak bu da krizi çözmedi. Hatta uygulamanın ikinci haftasında şikayetlerde yüzde 165 artış yaşandı.
Yıllar içerisinde ülkeyi sağlık malzemelerinde dışa bağımlı hale getiren iktidarın politikaları döviz kriziyle birleşince bir diğer kriz ise ilaç temininde yaşandı. Hastalar ellerindeki reçetelerini tamamlamak için bazen 10 eczane gezse de sonuç alamıyor. Kimi hayati ilaçların muadillerinin dahi bulunmadığı biliniyor. İktidarın krizi çözmek üzere adım atmak yerine sağlıkçıları hedef alan açıklamaları da sağlıkta şiddetin artmasına neden oldu. Şiddet personel eksiği, yoksulluk sınırında ücret, mobbing ve angarya çalışma ile birleşince yurt dışına sağlıkçı göçü de kaçınılmaz oldu.
İktidar ise sağlık bütçesini kronikleşen sorunları çözmek yerine özel hastane ve şehir hastaneleri patronlarına aktarmayı tercih etti. ‘Sağlıkta çağ atladık’ diye övünülen bu dönemde çağ atlayanlar kamu özel ortaklığı (KÖİ) ile yapılan şehir hastanelerini işleten şirketler oldu. Şehir hastaneleri adeta Sağlık Bakanlığı bütçesini rehin alırken bu hastaneleri işleten şirketlere 25 yıl boyunca kamudan dövize endeksli kira ve hizmet bedeli adı altında milyarlarca lira aktarılıyor ve aktarılmaya devam edilecek.
KADIN CİNAYETLERİ DUR DURAK TANIMADI
İktidarın geçen bir yılında kadınların kazanılmış haklarına dönük saldırılar da sürdü. Kadınların yaşam hakkının korunması için İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden imzalanması taleplerini yok sayan, kadını toplumsal yaşam içinde ancak “aile” ferdi olarak gören iktidar Aile Çalıştayları düzenledi. Medeni Kanun’da yer alan kazanılmış hakların çeşitli değişiklik önerileriyle tartışmaya açıldığı çalıştaylara kadın örgütleri davet edilmezken; barolara son dakika haber verildi. Çalıştayların başrolünde ise cemaat bağlantılı çeşitli dernekler yer aldı.
Tüm bunlar yaşanırken kadın cinayetlerine her gün yenileri eklendi. Ancak bu cinayetler Medeni Kanun kadar iktidarın gündemine girmedi. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre haziran 2023-mayıs 2024 arasındaki bir yıllık dönemde 352 kadın katledildi, 236 şüpheli kadın ölümü yaşandı.