05 Haziran 2024 12:21

"AYM’nin kararları üniversite özerkliği ya da MB bağımsızlığıyla ilgili değil"

AYM, Cumhurbaşkanına MB başkan ve üniversitelere rektör atama yetkisi veren KHK’leri iptal etti. Hukukçu Dr. Ulaş Karadağ kararların özerklik ya da bağımsızlıkla ilgili olmadığına dikkat çekiyor.

Fotoğraf: Mehmet Kaman/AA

Paylaş

Andaç Aydın ARIDURU
İstanbul

Anayasa Mahkemesi (AYM) Cumhurbaşkanına üniversitelere rektör atama ve Merkez Bankası Başkanını atayıp görevden alma yetkilerini veren 703 No’lu Kanun Hükmünde Kararnamenin (KHK) ilişkili düzenlemelerini Anayasaya aykırı bularak iptal etti. 15 Temmuz’un ardından çokça tartışmaya sebep olan KHK’ler hakkındaki bu iptal kararı yeni anayasa tartışmalarıyla da birleşerek önemli bir etki uyandırdı. AYM’nin kararlarının hukuki ve olası siyasi anlamlarını Osmangazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Ulaş Karadağ’a sorduk. Karadağ, rektör ve Merkez Bankası Başkanı atama yetkilerine yönelik iptal kararlarının üniversitelerin özerkliği ya da Merkez Bankasının bağımsızlığı gibi kaygıları gözeterek alınmadığını vurguluyor.

KHK'ler son yıllarda Türkiye’de hukuk ve siyaset alanının gündeminde. Pek çok tartışmaya konu olan KHK’lerin etkilediği alanlar ve toplumdaki yansımaları neler oldu?

KHK’lar Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen sisteme geçmeden önce var olan hukuki işlemler. Hatta 2018 yılında çıkarılan 703 sayılı KHK bu bakımdan, “eski düzen”in son KHK’si. Önceden, TBMM Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi veriyordu. Bunun yanında bir de olağanüstü hal KHK’leri vardı. Ancak şu an sistemimizde bir Bakanlar Kurulu yok, dolayısıyla Bakanlar Kurulu KHK’lerinin yerini Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri aldı. Zaten TBMM de -bilindiği gibi- bütünüyle işlevsiz hale getirilmiş durumda.

703 sayılı KHK’den önce birçok OHAL KHK’si çıkmıştır. OHAL KHK’lerinde konu sınırlaması olmadığından, olağan KHK’leri bağlayan anayasal sınırlamalar bunlar için geçerli olmadı. Bu KHK rejimi, toplumsal yaşamın birçok alanını etkiledi. Söz gelimi, kamuoyunda bir hayli tartışılan ihraçlar bu KHK’lerle hayata geçirildi. Sendikal haklar ve grev hakkının işçilerin elinden alınmasında dahi KHK’ler iş başında olmuştur. Örneğin, 696 sayılı KHK (2017) ile kamu toplu iş sözleşmeleri çerçeve anlaşma protokolü imzalanmasına olanak tanınmıştı. Bu düzenleme, hükümet ile sendika konfederasyonlarının sendikal hakların kullanımının önüne geçebilmelerine olanak tanıyordu. Geçtiğimiz Nisan ayında bu düzenleme de iptal edildi. Ancak eninde sonunda bu KHK’ler hem politik hem de ekonomik bir dikta olarak başkanlık rejimine geçişin zeminini oluşturdu.

Cumhurbaşkanlığı kararname ve kararlarının da bu bakımdan süregelen bir otoriter/baskıcı yönetim tekniği olarak kullanıldığını görüyoruz. Aslında buradaki temel sorun, hukuk normu dediğimiz şeyle bir iradeye ya da karara dayalı emir arasındaki ayrımın silikleşmiş olması. Bu ayrım, Nazilerin baş hukukçusu Carl Schmitt’in dahi hukuk devleti açısından altını çizdiği bir husus.

Haliyle hem sözünü ettiğimiz KHK’ler hem de Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve kararları, aslına bakılırsa o klasik “genel ve soyut yasa” anlayışının, dolayısıyla da kanunilik ilkesinin felce uğratılması anlamına geliyor.

703 sayılı KHK'de Cumhurbaşkanına üniversitelere rektör atama yetkisi veren düzenleme Anayasaya aykırı bulundu. Daha önce atanan rektörlerin karardan etkilenmeyeceği ve kararın 1 yıl sonra yürürlüğe gireceği bilgisiyle birlikte de düşünüldüğünde, bu iptal ne anlam taşıyor?

Burada önce AYM’nin gerekçesine bakmak gerekiyor. 703 sayılı KHK’de yer alan, devlet ve vakıf üniversiteleri rektörlerinin Cumhurbaşkanınca atanacağını öngören düzenleme, Anayasa’nın mülga 91. Maddesi’ne aykırı olduğu gerekçesiyle AYM tarafından iptal edildi. Bu 91. madde, az önce söylediğim yetki kanununa ilişkindir. AYM, 703 sayılı KHK’nın çıkarıldığı dönem yürürlükte olan 91. maddeye işaret ederek, devlet üniversitelerine rektör atanması şartlarında değişiklik öngören bu kuralın, Anayasa’da yer alan “kamu hizmetlerine girme hakkı”na ilişkin bir düzenleme içerdiğini, bu yüzden de KHK ile düzenlenemeyecek yasak alanda kaldığını belirtiyor.

Dolayısıyla, bu iptal kararının, Anayasa’nın 130. maddesinde altı çizilen, yükseköğretim kurumlarının kurumsal ve bilimsel özerkliği ilkesine ilişkin olduğunu söylememiz mümkün değil. AYM, itirazı bu açıdan incelemediğini açıkça belirtiyor. Bu bir kaçış. Mahkemenin, kararını aynı zamanda özerklik ilkesinde temellendirmesi gerekirdi. AYM’nin varlık nedeni, yalnızca anayasa metninin değil, anayasal düzenin korunabilmesidir. Bilimsel özerklik, anayasal düzene ilişkin bir konu olmakla birlikte bütünüyle ortadan kaldırılmış durumda. Nitekim, düzenlemeye yapılan itirazda özerklik konusunun da altı halihazırda çizilmiş.

Kararın 12 ay sonra yürürlüğe girmesi, bir başka deyişle iptal kararının yürürlüğe girişinin ertelenmesi, kuşkusuz Cumhurbaşkanının bu düzenlemeye dayanarak yaptığı atamaların geçerliliğini halihazırda da koruyacakları anlamına geliyor. Ancak, içinde bulunduğumuz koşullarda biz daima şunu hatırlatmak zorundayız: Bir hukuk devletinde mahkeme kararları uygulanmak zorundadır ve AYM kararları kesindir. Bununla birlikte, erteleme, KHK ile düzenlenemeyecek olan bu konunun yasayla düzenlenmesi gerekliliğiyle de ilgili. Anayasaya göre iptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda, Meclis iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu dolduracak kanun teklifini öncelikle görüşüp karara bağlamak durumunda. Ancak bu durum, ilgili konunun yasama organının, dolayısıyla da hükümetin politik ajandasının bir parçası olmaya devam edeceği anlamını taşıyor.

703 Sayılı KHK'de Merkez Bankası Başkanının Cumhurbaşkanı tarafından atanması düzenlemesi de Anayasaya aykırı bulundu. “Merkez Bankası'nın bağımsızlığı” başlığı altında ana akım tartışmalar yürütülürken bu karar ne ifade ediyor?

Evet, AYM’nin bu kararı da yine Anayasa’nın mülga 91. maddesine dayanıyor. AYM, bu konunun da kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olduğunu belirterek, ilgili düzenlemenin KHK ile düzenlenemeyecek yasak alanda kaldığını ifade etmiş. Dolayısıyla aynı kaçış burada da söz konusu. AYM iptal kararını, Merkez Bankasının yasal ve fiili bağımsızlığına dayandırmıyor.

Dolayısıyla iptal kararı Merkez Bankasına bu açıdan bir bağımsızlık kazandırmayacağı gibi kararın buna bir katkı sunup sunmayacağı dahi açık değil. Burada AYM, Merkez Bankası başkanının 5 yıl süre ile görevde kalacağını hüküm altına alan kanun maddesinin yürürlükten kaldırılmasını anayasaya aykırı buldu. Bu, zorunlu olarak Merkez Bankası’nın bundan sonra bağımsız olacağı anlamına gelmiyor. Ancak AYM, pratikteki keyfiliği belirli ölçüde ortadan kaldırmaya dönük bir adım atmış oldu.

Bu bağlamda şunu belirtmek istiyorum: Bu konular, siyaseti ve siyasi hukuku, devlet aygıtı içindeki güç dengelerini vs. ilgilendiriyor. Bu nedenle de ekonomiyi ve hukukun ekonomi politiğini ilgilendiriyor. Dolayısıyla, bizler hukuk devleti açısından önemli gördüğümüz bu konularla ilgili direnç ve mücadeleyi yalnızca mahkemelere bırakamayız.

AYM’nin iptal başvurusunu bu kadar geç sonuçlandırması bile başlı başına bir sorun. Yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada anayasacılık pratiği, hukuku kendinden menkul bir şey olarak kavrayıp kendi haline bıraktığınızda kendisini koruyamadığını gösterdi. Dahası, bu iki konunun da yeni anayasa gündemine su taşıyacağı çok açık.

Yeni Anayasa tartışmalarının sürdüğü bugünlerde bu iptaller Anayasa değişikliği için bir koz haline dönüşebilir mi?

Yeni Anayasa, daha önce de ifade ettiğim gibi, Türkiye’de bir devlet biçimi değişikliğini beraberinde getirecek. Bu ise, içinde bulunduğumuz otoriter devletin olağanüstü/istisnai, dolayısıyla da hukuksuz olarak görülen boyutlarının kalıcılaştırılması demek. Haliyle de mahkeme kararlarından çok daha fazlasına ihtiyacımız var.

ÖNCEKİ HABER

Bingöl’de eylem ve etkinlikler yasaklandı

SONRAKİ HABER

BES İzmir Şubesi, servis hakkı eylemlerine devam ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa