06 Haziran 2024 15:28

“Özgür olmak yalnız mı olmak demektir?”

Filmin ilk sahnelerinde kadın, bizim için ölüme koşuyormuş gibi gözükür ama aslında ölüme değil, özgürlüğe koşar.

Görsel: Pixabay 

Paylaş

Narınur ATAY

Eskişehir Teknik Üniversitesi

 

Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, Céline Sciamma tarafından yönetilen, başrollerini Noémie Merlant ve Adèle Haenel'in paylaştığı 2019 yapımı Fransız bir dram ve dönem filmidir. Film, 18. yüzyıl sonlarında Britanya'da genç bir kadının portresini yapmakla görevlendirilen bir sanatçının hikayesini konu ediyor. Marianne, izole bir adada yaşayan genç bir ressamdır. Genç kadın bir gün, manastırdan yeni ayrılan Heloise'in düğün portresini yapmakla görevlendirilir.HERHANGİ BİRİNİN SESİ DİĞERLERİNİ BASTIRMAZ

Céline Sciamma, üç ayrı kadının hikayesini anlatıyor: hizmetçi, ressam ve baskı altında evlendirilmek üzere olan bir kadın. Filmde, Mulvey etkisi vardır. Mulvey, erkek bakış kavramını öne sürer ve kadının perdede nasıl özne kimliğini kaybedip nesneye dönüştüğü üzerinde durur. Filmin ilerleyen sahnelerinde bize bir özgürlük üzerine tartışmaya yer verilir. Kardeşinin intihar etmesi üzerine, Heloise’in de intihar edebileceğini düşünen annesi dışarı yalnız çıkmasına izin vermez. “Özgür olmak yalnız mı olmak demektir?​” diyaloğu geçerken, özgür olmanın yalnız olabilmeyi seçebilmek olduğu tartışılır. Filmin ilk sahnelerinde kadın, bizim için ölüme koşuyormuş gibi gözükür ama aslında ölüme değil, özgürlüğe koşar. Bizim için çok basit kaçan olayların, baskı altındaki insanlar için değerini gösterir.

Film, kadınların hayatındaki erkeklerin, onlar üstündeki baskılarını gösterse de filmde erkekler gösterilmezken, sadece kadınların üstündeki gölgelerini gösterilir. Sadece bir sahnede net bir şekilde erkek figürü var. Göründüğü sahnede de sanki eve gizlice girmiş gibi gösterilir. Filmin sonlarına doğru sabah kahvaltısında adam kadraja girer ve tamamen görünmesi sahnelerin akışında bir farklılık yaratır. Oraya ait değilken masada durur. Aslında filmde erkeklerin iradesi başrolde ve kadınların seçimlerini erkekler yönetiyor. Ama yönetmen bunu sadece kadınların üzerinden, erkekler tarafından baskılanmış özgürlükleriyle ifade ediyor. Marrienne’nin ancak babasının adını kullanarak resim yapabilmesi, Sophie’nin dönem şartlarından dolayı kürtaj yapamaması, Heloise’nin görmediği biriyle evlendirmesi gibi örneklerle, kadın karakterlerin her birinin özgürlük alanlarının sınırları belirginleşiyor.

Film boyunca üç kadının dayanışması geçiyor. Filmde evde yalnız kaldıklarında karakterlerin eşitlik içinde yaşadığını görürüz. Üç kadının kart oynadığı sahnede bunu net bir şekilde hissederiz. Sophie evin hizmetçisidir ama yine de kadınlarla birlikte oturmaktadır. Herhangi birinin sesi diğerlerini bastırmaz. Heloise, manastır günlerini sevdiğini anlatırken orada eşitlik vardı der. Bunu başta da belirtmiştim. Film 18. yüzyılda geçiyor ve aslında yıllar dışında değişen pek bir şey yok. Hala biz kadınlar olarak erkeklerin gölgesi altında yaşıyoruz. Ataerkil bir dünya düzeninde yaşıyoruz ve hala bazı yerlerde kadınlar temel haklarına erişemiyor, prangalar altında tutuluyor. Avrupa’da, Asya’da, Orta Doğuda nerede olursak olalım. Kadınlar her zaman erkeklerin gölgesinde kalıyor, hala bebek doğurmak için obje olarak bakılıyor. Bu yüzden kapitalizm ve onun karakteristik özelliği olarak ataerki tamamen ortadan kalkmadığı sürece, hangi yüzyılda olduğumuzun bir önemi yok. Biz kadınlar hala erkeklerin prangaları altında tutuluyor olacağız ve savaşımız hala devam edecek.

ÖNCEKİ HABER

SES Adana: Emekçiden değil, hasta garantili ödemelerden tasarruf yapın

SONRAKİ HABER

İstanbul Valiliğinden ormanlara giriş yasağı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa