06 Haziran 2024 16:05

LGBTİ’lere temelsiz saldırılar

Bireyin biyolojik cinsiyeti, onun hangi cinsiyete çekimli/yönelimli olduğunu belirlemez. Biyolojik ve çevresel faktörlerin etkili olduğu cinsel yönelim bu konuda belirleyicidir.

Fotoğraf: Mercedes Mehling/Unsplash

Paylaş

Engin Poyraz ERDEM

Boğaziçi Üniversitesi

 

Takvimlerde Onur Ayı’na denk düşen haziran ayına girdik. Yıllardır çeşitli taraflarca çeşitli biçimlerde harlanan LGBTİ tartışmaları, haziranlarda had safhasına ulaşıyor. LGBTİ meselesinin özellikle gençler içinde görünürlüğünün artmasıyla bunu tartışan tarafların argümanları daha yaygın konuşulur hale geldi. Birçok konuda olduğu gibi burada da bir dayanağı olmayan söylemlerin yanında “bilimsel” gözüken bazı savların da homofobiyi meşrulaştırmayı çabaladığını görebiliyoruz. Gelin bu yazıda yüzeysel olarak duyduğumuz ama aslı astarını sorgulamadığımız bu savların yarattığı labirentin rotasını çıkaralım.

Yola çıkmadan evvel, kavram haritamızı çizmemizde yarar var. Cinsiyet, bir canlının

doğuşundan eşey kromozomları aracılığıyla (X ve Y) genetik olarak kazandığı, cinsel üremeye yönelik özelliklerin toplamıdır; sperm ve yumurta hücrelerinin birleşmesi sonucu ortaya çıkan bir unsurdur. Eşeyli üreyen her türün her bireyinin bir cinsiyeti vardır. Tüm bu özellikler dolayısıyla, cinsiyetin biyolojik bir içeriği olduğunu söylemek mümkün; bu sebeple “biyolojik” cinsiyet, birey ve toplumun ortaya koyduğu yaklaşımlarla belirlenmez. Cinsel yönelim ise, bireyin hangi cinsiyete ilgi duyduğudur. Bireyin biyolojik cinsiyeti, onun hangi cinsiyete çekimli/yönelimli olduğunu belirlemez. Bireyin cinsiyetinin erkek olması cinsel olarak kadınlara yöneleceği anlamına gelmez. Tam tersi de geçerlidir. Cinsel yönelim biyolojik ve çevresel faktörlerin belirlediği bir olgudur. Altını çizmekte yarar vardır ki bireyler, eşcinsel olmayı seçmemektedir; eşcinsel olmayan bireyler karşı cinse ilgi duymayı seçmedikleri gibi, eşcinseller de kendi cinsiyetinden olanlara ilgi duymayı seçmemektedir, diğer yönelimler için de aynı durum işlemektedir.

DOĞADA EŞCİNSELLİK

Bilimin gözlem kabiliyetini ve külliyatını çokça biriktirdiği, metodik ve teknik gelişimini artırdığı günümüz koşullarında, doğada yüzlerce farklı türde homoseksüel ilişki tanımlanmış durumda; bu sebeple artık bilimsel çevreler tarafından eşcinsellik, doğanın sıradan bir parçası olarak görülmekte. Ancak sağlam bir temel inşa edebilmek için vurgulamak gerekir ki, bir durumun, olgunun, ilişkinin doğada bulunuyor olması onun insan için de dosdoğru doğal olması gerektiği anlamına gelmez. Mevzu bahis savı “doğada var; demek ki insanda da vardır” gibi bir çıkarımla çürütmek, bilimin ışığını yanlış yere doğrultmaktır. Kuşlar uçuyor diye insanlardan da uçmasını bekleyemeyiz.

Ancak bu çıkarımın baştan aşağı yanlış olduğunu da söyleyemeyiz. Evrimsel olarak yakın akraba olan canlılarda, mesela insanlar ve ortak atadan geldiği diğer primat türlerinde, temel biyolojik ve davranışsal özelliklerin büyük ölçüde örtüştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yüzden bir özellik “doğada bulunuyor olması”ndan alınıp “primatlarda bulunması” kapsamına getirilirse, o özelliğin insanda bulunup bulunmayacağına dair bize fikir verebilir. Akrabalığı değerlendirmeden bu çıkarımı yapmak yanıltıcı ve sığ kalacaktır.

EVRİMSEL OLARAK EŞCİNSELLİK

Evrim, değişen maddi koşullarına göre nesiller boyu canlı popülasyonların genetik kompozisyonlarında meydana gelen rastgele değişimlerin (mutasyonlar) birikiminin ifadesidir. Belli bir çevresel koşulda bir canlı popülasyonunda ortaya çıkan genetik özelliklerdeki bu değişimler, o popülasyon için o koşullarda yarar sağlayabileceği gibi çevresel faktörler zamanla değiştiğinde bu mevcut yarar, popülasyon açısından zarara dönüşebilir. Yani çevresel faktörlerin çerçevesinde gerçekleşen değişimler sonucu ortaya çıkan özelliklere mutlak surette avantajlı veya dezavantajlı diyebilmemiz mümkün değil. Evrimsel tarih süresince çevresel koşullar sürekli değişmiştir; ancak hayvanlar aleminde birçok türde gözlenen eşcinsellik bugüne kadar gelebilmiş, herhangi bir canlı türünün yok olmasına sebep olmamıştır. Popülasyonların mutlak yok oluşuna sebep olsaydı evrim mekanizmaları gereği sürecin kendisi, eşcinselliğin veya eşcinsellik gözlenen canlı türlerinin yok olmasını sağlardı. Öte yandan henüz kesin sebepleri tespit edilememiş olsa da ortaya konan ve doğruluğu muhtemel olan çeşitli hipotezler, eşcinselliğin canlıların hayatta kalma başarısını dolaylı veya dolaysız biçimde artırdığı yönünde. Martılar gibi canlıların popülasyonlarında eşcinsel bireylerin diğer bireylerin yavrularını evlat edinerek evrimsel başarıyı artırdığı; bonobo popülasyonlarında olduğu gibi, eşcinselliğin grup yaşantısını çeşitli sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi aracılığıyla desteklediği yönünde çeşitli çalışmalar ortaya kondu.

HOMOFOBİNİN EKONOMİ-POLİTİĞİ

Bunu cevaplayabilmemiz için öncelikle “hastalığın” tarifine bakmamız gerekir. Hastalık, bireyde ve dahil olduğu sosyal birimde (aile, grup, toplum) nispi yaşam standartlarını fiziksel, zihinsel, evrimsel başarı açılarından veya doğal olgular çevresinde sosyolojik açıdan olumsuzlaştıran, çoğu zaman biyolojik ve mikrobik unsurlar yüzünden ortaya çıkan, çeşitli yöntemlerle etkisi azaltılabilen, tedavi edilebilen veya önlenebilen durumdur. Tanıma içkin değişkenlerin tamamen dışına düşen eşcinsellik, biyolojik olarak bireylerin veya toplumun yaşam standardını olumsuzlaştırmaz; etkisi azaltılamaz, tedavi edilemez ve önlenemez.

Tarihe şöyle bir göz atmak, eşcinselliğin neden günümüzde bir hastalık olarak yaftalandığının cevabını bize verebilir. Açıktır ki meseleyi salt biyolojik evrim üzerinden okuyamayız, homofobiyi yalnızca biyolojiden çıkan cevaplarla kurulmuş bir rasyonel zemin olarak göremeyiz. Bunu yapmak biyolojik determinizme mahkum olmak demektir. Kapsamımızı, yazının burasına kadar karşısında durduğumuz savları çürütmek için başvurduğumuz biyolojik bilimlerden daha geniş bir ilişkiye, yani ek olarak ekonomi-politik etmenlere genişletmemiz gerekir. Günümüzün üretim biçimi olan kapitalizmde var olan egemen sınıf -burjuvazi, gelecek işçi kuşakları üreten temel birim olarak aileyi kurumsallaştırır. Onu, kolunu parmağını uzatabildiği ve müdahale edebildiği şekilde kurgular. Üzerinden artı-değer elde edebileceği geleceğin işçi kuşaklarını üretemeyen bütün ilişki hâllerini mahkum eder. Bunu, her gün ve günlük yaşamın her alanında yeniden üretebileceği araçları seferber ederek yapar. Yani esas olan eşcinselliğin biyolojik anlamı değil, homofobinin kapitalizm için tuttuğu yerdir. Ortaçağ’da sistem dışında sosyal bir alanı tutan kadınların dönemin iktidarları tarafından tehlike olarak addedilmesiyle yürütülen cadı avlarını görmüştük. Bugün de benzer bir şekilde bir biçimiyle kapitalizmin üretim ve yeniden üretim dişlisinin dışında kalan eşcinseller modern dönemin cadıları haline gelmekte, dışlanan ve ortadan kaldırılması gereken bir durum olarak ele alınmaktadır.

ÖNCEKİ HABER

Süre azaldıkça stres artıyor

SONRAKİ HABER

Avrupa’da gençliğin Filistin’le dayanışması

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa