LGBTİ’ler neden iktidarın saldırılarının hedefinde?
İktidarın LGBTİ hareketini hedef almasının sebebi 20. yüzyılın başından bu yana kurulmaya çalışılan, ulus-devlet yapısının temelini oluşturan “ideal” aile kurumunu desteklemek.
Fotoğraf: Evrensel
Gizem OFLAZ
Erdinç İNCEER
Boğaziçi Üniversitesi
LGBTİ’ler son yıllarda çeşitli Avrupa ülkelerinde birleşik mücadelelerinin kazanımlarıyla bazı haklarını ellerine alsalar da Türkiye’de hala neredeyse her alanda ayrımcılığa ve hak kıyımlarına maruz bırakıyorlar. Temel haklarından olan sağlıklı olma haklarına ulaşımdaki zorluğun sebebi, özellikle cinsel sağlık sorunları hakkında sistemin LGBTİ’lere bakışının bir örneğini temsil eden sağlık çalışanları tarafından da psikolojik şiddete uğramaları. 10 kadının 6’sında bulunduğu bilinen HPV için test yaptırmak bile bu kadar zor ve pahalıyken cinsel yolla bulaşan hastalıklara sahip LGBTİ’ler, bu çark içinde dayanılmaz bir maddi ve manevi eziyete sürükleniyor. Örneğin translar hormon tedavilerini birbirlerinden aldıkları aktarımla tamamlayıp ameliyatlar için özel hastanelere mahkûm olmak zorunda kalıyorlar. Her alanda hasta ve sorunlu olarak tanımlanmanın yükünü sırtlamak zorunda hissettirilen LGBTİ’ler bunların yanında içinde bulunduklarında açıkça şiddete uğradıkları zorunlu askerlik görevinden ancak “psikoseksüel, cinsel kimlik ve davranış bozukluğu” belgesiyle kurtulabiliyorlar. Belgenin isminden de anlaşılabileceği üzere bu isim hem LGBTİ’leri bahsettiğim gibi hasta ve sorunlu olarak tanımlıyor hem de bu belge örneğin memurluk yapma ihtimalini bitirerek LGBTİ’leri toplumun dışına itmek için bir araç olarak kullanılıyor.
KURGULANAN AİLE YAPISI BİR BASKI ARACINDAN İBARET
Son genel seçimlerden önce gündem edilmeye başlanan yeni anayasa tasarısının içerisinde iktidar tarafından yinelenerek üstünde durulan önemli konulardan bir tanesi LGBTİ derneklerinin kapatılması ve özellikle geçirilmeye çalışılan, içerisinde “Evlilik birliği, ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulabilir.” hükmü bulunan aile yasasıyla LGBTİ’ler iktidar tarafından iki seçim döneminde de “Türk toplumunun temeli olan aile yapısını korumak ve aileye yönelik her türlü tehlike, tehdit, saldırı, çürüme ve sapkınlığa karşı tedbir almak devletin asli görevidir.” denilerek anti-propaganda malzemesi haline geldi. Bu anti-propaganda AKP’nin dilinden düşürmediği “yerlilik ve millilik” iddiasından yükseliyor. Çoğu muhalefet partisi de buna ses çıkarmayıp, verdikleri çeşitli demeçlerle bu söylemleri körüklemeye devam ediyorlar.
AKP iktidarının özellikle son yıllarda LGBTİ hareketini hedef alması bir rastlantı sonucu olmamakla beraber dine dayalı bir durum değil tabii ki. 20. yüzyılın başından bu yana kurulmaya çalışılan ulus-devlet yapısının temelini oluşturan “ideal” aile kurumunu desteklemek en büyük amaçları. Kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak doğan işçi ihtiyacı, ailelerin daha çok çocuk sahibi olmasına dair politika güdülmesine ve toplumu kurgularken belli başlı “değerleri” ailenin “temel dinamiklerinden” biri haline getirmenin amaçlanması sistemin LGBTİ’lere olan saldırısının nedenleri ve sonuçlarından.
İktidar, aile, patron tarafından ayrımcılığa uğramanın kaçınılmaz olduğu bu düzende LGBTİ’lerin varlığını görmezden gelen tasarı bize 2019 Temmuz’unda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tüm camilerde okutulan cuma hutbesinde dediği gibi “Cinsiyete müdahale eden ve cinsiyetsizliğe davet eden çabalar sadece bireyin değil, bütün bir neslin felaketini hazırlar” diyor. Neslin felaketi söyleminin “babası gibi olmayan” ve “babası gibi olmaya zorlanan”, Ahmet Yıldız gibi namus ve nefret cinayetleri sonucu katledilen LGBTİ’leri öldüren, yaşadığınız şehrin her köşesinde intihara sürükleyen ve günbegün şiddete uğramasına sebep olan söylem olduğunu unutmamak bu mücadelenin önemli bir parçası.
İKTİDARIN SALDIRILARI BOĞAZİÇİNDE FANUSU KIRDI
Boğaziçi Üniversitesi’nde ise kayyum rektörün atanmasıyla birlikte iktidarın LGBTİ karşıtı yaptırımların okulumuza nüfuz etmesi, zaten birçoğu Anadolu'nun farklı şehirlerinde kendilerine yer bulamayıp bir nebze olsun bu güvenli alan fanusunda nefret öznesi olmadan nefes alacağını düşünen LGBTİ öğrencilerin alanlarını kısıtlamaya başladı. Önce yurtlarda cinsel yönelime dayalı ayrımcılığın yaptırımlarının kaldırılması, BÜLGBTİA+ kulübünün kapatılması, Benim Çocuğum belgeselinin sansürlenmesi ve son olarak 2022 9. Onur Yürüyüşü ile yaklaşık 70 kişinin gözaltına alınması ile okulda bulunan ifade özgürlüğüne, okulun kapılarına vurulduğu gibi zincir vurulmaya çalışıldı. Bu süreçten sonra iktidarın uyumlu bir düşman yaratma ve sansür politikasının keskin etkileri, okul içerisinde hak ihlallerinin artması karşısında ses çıkarmaya çalışan fakat birleşip örgütlenebilecekleri alanları teker teker yıkılan öğrencilerin yeni bir onur yürüyüşü yapmak için bile okulun güvenlikleri tarafından şiddete uğramayı, gözaltına alınmayı ve disiplin soruşturmalarını göze alarak ilerlemeleri gereken kırık, su akıtan ve her tarafı kesici bir fanus yarattı.
AKP’nin nefret ve şiddet dolu politikaları ile yalnızlaştırılan ve haklı mücadelelerinden uzak tutulmaya çalışılan LGBTİ’lerin yalnız olmadıklarını bilmeleri ve maruz kaldıkları şiddet karşısında ses çıkarabilecekleri ortama rahatça ulaşabilmeleri adına alanlarda yasaklanmamızın dokuzuncu yılında sesimizi bağırarak duyurmanın en doğal hakkımız olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Sapkın, yanlış ve kötü olanın biz olduğumuza dair sözleri basının tüm taraflı kanallarında yayımlayan, bizi sistematik olarak şiddete maruz bırakan devlet yalnız hissettiğin, yardıma ihtiyaç duyduğun her an bir adım uzağındaki bizi, adını bilmediğin fakat çağrına koşacak LGBTİ’leri unut istiyor. Unutma, dün ve bugün nefes alamamamız için üzerimize kayalar koyan bu düzeni, onların kayalarını başlarına yıkarak değiştirebileceğimizi unutma.