06 Haziran 2024 16:30

Yeni bir kadın hikayesi: Bahar

Bahar, kadın mücadelesinin destekleyen yaklaşımı ve uzun yıllardır hepimizin bıktığı şiddet içerikli dizilerden biraz olsun bizleri koparması sebebiyle önemli bir yerde duruyor.

Görsel: Freepik 

Paylaş

Ebrar AKDENİZ

İstanbul Üniversitesi

 

Son zamanlarda Türkiye’nin dizi sektöründeki içerik değişimi kimsenin gözünden kaçmıyor. Gençlerin gözü önceki yıllarda Netflix, Amazon Prime gibi online içeriklere kaymışken şu anda senaristlerin yeni stratejileriyle televizyona geri dönüş yaşanmış durumda. Tabii ki çoğu genç televizyonlardan dizi izlemiyor, genellikle internet üzerinden dizileri takip ediyor fakat yine de günün sonunda kafe masalarında konuşulan televizyon dizileri oluyor.

Gençlerin ilgisini bu kadar kazanmış olan asıl unsur yıllardır ülkede yaşanan ve normalleştirilen kadın cinayeti, kadına şiddet, seküler-muhafazakar tartışmaları ve tarikatlar gibi birçok konunun eleştirel bir biçimde entrika ile harmanlanarak televizyonlarda sunulması. Daha önce Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar gibi ilgiyi üzerine çeken dizilerin ardından son günlerde ise adı çokça duyulan Bahar dizisi kapımızı çaldı.

AİLENİN KADIN YAŞAMINDA ETKİSİ

Kore dizisi Doctor Cha’dan uyarlanarak hayata geçirilen Bahar’ın önceden denenmiş olan kadın farkındalığını amaçlayan dizilerin çoğundan en büyük farkı kadının kadın diliyle ve kadın aracılığıyla ekrana getirilmesi. Her şeyden öte Demet Evgar’ın kadın sorununu yansıtma biçimini son dönemlerde en çok ses getiren dizisi Avlu’nun ardından Bahar’da görmek diziye güvenimizi arttırdı. Karmaşık ilişki ağlarını senelerdir ekranlarda görmemize rağmen izleyicileri en çok şaşırtan şey dizinin bolca aile geçmişine ve travmalarına yer vermesiydi. Dizi yalnızca ana hatlarıyla kadın meselesi üzerinde durmuyor ayrıca aile içindeki her bireyin deneyimlerini psikolojik olarak da temellendiriyor.

Senaristliğini geçmiş dönemlerde Demet Evgar’ın olağanüstü bir performans sergilediği Avlu’da da yer alan Ayça Üzüm ve ilk Netflix Türkiye dizilerinden olan, yine bir kadın üzerinden hikayesini ilerleten Atiye’yi yazmış Atasay Koç’un üstlendiği Bahar her hafta bambaşka bir hikaye seyriyle seyirciyi merakta bırakmaya devam ediyor. Asıl konusunun bir kadının eşi tarafından aldatılarak ve bundan haberi bile olmadan hayatını adamasıyla kurduğu aile düzeni olmasının yanında yalnızca Bahar’ın hikayesini değil bütün karakterlerin hikayelerini birbiriyle harmanlanmış bir biçimde izliyoruz. Timur’un Bahar ve Rengin arasında kaldığı ve ne istediğini bilmeyen bir karakter olarak karşımıza çıkması, ardından aynı sorunu aile içinde Timur’un babası ve annesi üzerinde görmemiz, Bahar’ın geçirdiği karaciğer yetmezliğinin tedavisi için kendisinin uyumlu donör olmasına rağmen karaciğerini eşine vermemesiyle birlikte ailesinin Timur üzerinde yarattığı korku atmosferini bizlere gösteriyor.

Rengin karakterinin kendisine verilen sözlerin yıllarca tutulmamasına rağmen hala kendine güveni olmayan eski aşkına bağlılığının da tabii ki bir sebebi var. Çok iyi anlaştığı bir babayla büyüyüp üzerine Timur’dan hamile kalmasının ardından babasından aldığı tepkiyi sindirememesinin ve aileden dışlanmasının yarattığı travmayla güvenemeyeceği bir adamdan beklediği aile kurma sözüne tutunmasını çok da anormal görmüyoruz aslında. Dizideki her karakter geçmişte yaşadığı bir acının tedavisini bulmak yerine o acının üstünü dolduracak çözümler bulmaya çalışıyor ama bu “çözümler” yeni sorunlar yaratmaya devam ediyor ve karakterimiz konfor alanından uzunca bir süre çıkamıyor.

Dizinin başında görülen Rengin karakterinin güçlü, Bahar karakterinin ise zayıf ve acı dolu yapısının dizinin dengeleriyle birlikte nasıl alt üst olduğuna şahit oluyoruz. Rengin ne kadar güçlü ve kendi ayaklarının üzerinde durabilen bir kadın olsa da tek umudunu Timur olarak görüyordu. Bunun üzerine dik durmaya çalışmasına karşın Timur’dan vazgeçememesinden dolayı kızından aldığı nefret Rengin’in gardını yavaş yavaş indirmeye başlamasına sebep oldu. Bahar da senelerce Timur’dan gördüğü sevgisizlik ve dengesiz duygu durumları, çocuklarına yalnızca kendisinin gösterdiği emek ve sevginin karşılığını bulamaması, sırf Timur’un babasının hastalığından dolayı bir hasta bakıcı rolü üstlenmesi yüzünden çok başarılı olduğu doktorluk mesleğini henüz asistanken bırakmak zorunda kalmıştı. Rengin’in aksine Bahar yıkılmak yerine senelerce hayatını bir kenara koyarak çabalamasının ardından nihayet kendi ayaklarının üzerinde durarak mesleğine geri döndü ve toplumun kendi üzerinde oluşturduğu inançsızlık baskılarına kafa tuttu. Sadece bu güçlü duruş iki kadında da farklı dönemlerde yaşandı ve ikisi için de bir umutsuzluk ekosistemi içerisinde yer almalarına rağmen battıkları gibi çıkmasını da bilecek karakterler yarattılar.

KENDİ HİKAYELERİNİ YAZAN KADINLAR

Aslında Türkiye’deki geçmiş dönem dizilerinde gördüğümüz gibi bu dizide de özellikle aynı iş yerinde çalışmalarından dolayı iki kadın arasındaki rekabeti görmek izleyiciler tarafından beklenecek bir gelişimdi. Rengin ve Bahar arasındaki ilişki ne kadar birbirlerine karşı geçmişten gelen bir kin ve birbirlerinin hayatlarını çaldıkları düşüncesi olsa da bu atmosfer ikili arasında rekabetçi bir tutum geliştirmedi. Dizinin en büyük artılarından biri kesinlikle her iki kadının da bir erkek uğruna savaşmak değil artık kendi zincirlerini kırmak istemeleri oldu.

Rengin ve Bahar arasındaki gerginlik ne kadar sürmeye devam etse de dizinin geçmiş ve süregelen bölümlerinde gördüğümüz kadarıyla birbirlerini kötü gördükleri her durumda birbirlerinin yanında oluyorlar aslında. İkilinin arasındaki bağın nefret ile harmanlanmak yerine ellerinde olsa ve geçmişi bir kenara itebilseler bir kız kardeşlik bağına evrilebileceği aşikar. Yalnızca bunun için biraz zaman ve mücadele gerekiyor.

Bu dizi ile kadın mücadelesinin destekleniyor olması halka lanse edilen eski dizi yapılarını biraz olsun kırdı. Dizideki özellikle Bahar ve en yakın arkadaşı Çağla üzerinden işlenen kadın dostluğu ve anne kız ilişkilerinin çok sıkı ve açık olması uzun yıllardır hepimizin bıktığı şiddet içerikli dizilerden biraz olsun bizleri kopardığı için önemli bir yerde duruyor. Bu ülkede kadın dayanışması için öncelikle kadının kadını sevebileceği bir ortam yaratılmaya çalışılması her daim ön planda olmalı. Unutmayalım ki kadın kadının kurdu değil kadın kadının yurdudur.

ÖNCEKİ HABER

Kanun taslağı iklimi değil, ticareti koruyor

SONRAKİ HABER

Sinemamızda devrimci bir soluk: Genç Sinema

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa