06 Haziran 2024 16:34

Sevdalımız komünisttir: Nazım Hikmet

Şiiriyle yaşamı, düşüncesiyle eylemi bir olan Nazım, içerik-biçim bütünlüğünü yaşam-ideoloji bütünlüğüyle eşleyen biridir.

Tablo: Haydar Özay

Paylaş

Feyzullah ÜNNÜ

Boğaziçi Üniversitesi

 

Yaşarken de öldükten sonra da birçok tartışmanın merkezinde oldu Nazım. Tek parti döneminde ulusal bir tehdit, sonrasında sağcılar için “Moskof”un şairi, solcular için vatan sevdalısı bir kahraman, 80’lerde romantik bir aşk şairi, 2000'lerde herkesin ozanı. Kimdir peki Nazım Hikmet? “Vatan haini” mi? Vatan sevdalısı mı? Aşk adamı mı? Romantik bir komünist mi? Devrimci bir şair mi? Enternasyonal bir aydın mı? Hepsi belki de, ama onu neyin tanımlandığını, 61 yıllık ömrüne 80 sene sonra bakarken bize ne miras kaldığına dikkatlice bakmak lazım.

Memur çocuğu olarak doğan Nazım, ilk yıllarını babasının işi hasebiyle farklı şehirlerde geçirdi. Ailenin kalıcı olarak İstanbul’a yerleşmesiyle hayatına dair ilk değişimler de başladı. Küçük yaşta şiire olan ilgisi ortaya çıktı. 11 yaşında denizcilere dair yazdığı şiir sebebiyle bir aile dostu tarafından Heybeliada Bahriye Mektebi'ne kaydettirildi. Memleket meselelerine ilgisi şiirle yakınlaştığı ilk andan itibaren oluştu. 11 yaşındaki Nazım, Balkan savaşlarının ardından yazdığı bu şiirle bu yönünü kanıtlar vaziyettedir:

“Sisli bir sabahtı henüz

Etrafı bürümüştü bir duman

Uzaktan geldi bir ses ah aman aman!

Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit

Dinle de vicdanına öyle hükmet

Vatanın parçalanmış bağrı

Bekliyor senden ümit.”

Bahriye’den mezuniyetinin ardından ağır bir hastalığa yakalanır ve askerlikten çürük raporu verilir. Milli mücadelenin başlamasıyla hastalığını dinlemeden ailesinden gizli Anadolu’ya geçse de cepheye gönderilmez, muallim olarak görevlendirilir. Hayatına dair en büyük kırılmalardan biri de Milli Mücadele döneminde Sadık Ahi’yle tanışmasıyla gerçekleşir. Almanya’da Spartakistlerden olan (daha sonra Almanya Komünist Parti adını alacak grup) Sadık Ahi dönemin ender sosyalistlerinden biridir ve Nazım Hikmet için bu şanslı tanışıklık komünizmle de tanışmak anlamına gelir. Milli mücadele döneminde komünizmle bağını arttıran Nazım için diğer birçok Türkiyeli sosyalist açısından da can alıcı bir olay olan TKP’nin kurucu ve önder kadrosunun öldürüldüğü 15’liler katliamının ardından 1922’de sosyalizmin yuvası Sovyet Rusya’ya gider. Bu da Nazım Hikmet için bir diğer kırılma anlamına gelir. Nazım Moskova’nın ikliminde kendi çoşkusuyla devrimin çoşkusunu, kendi heyecanıyla devrimin heyecanını, kendi değiştirici gücüyle devrimin değiştirici gününü birleştirecektir. Öncelikle Moskova’da zengin bir Marksizm-Leninizm eğitimi alır, ardından da devrimin kültür-sanat ortamıyla hemha olmaya başlar. Devrimin ilk yılları her anlamda büyüleyici ve harekete geçiricidir. Nazım da bu havadan nasibini alır ve Maykovskiyle öne çıkan fütürist, konstrüktivist şiirle tanışır. Politik devrimin yanı sıra sanatsal bir devrimi öneren bu gelenekle tanışması Nazım’ın şiirinde geniş bir etki bırakır. Daha öncesinde hece ölçüsünü de kendine özgü bir biçimde formüle eden Nazım bu dönemin ardından neredeyse tamamen serbest nazıma geçer, devrimci sanatın ilk örneklerini Türkçeye kazandırır.

NAZIM'IN CEZALAR VE BASKILAR İÇERİSİNDEKİ YAŞAMI

Eğitiminin ardından Türkiye’ye dönen şair, TKP ile ilişkisini sürdürür ve TKP’nin Aydınlık, Orak-Çekiç gibi yayınlarında çalışma yürütür. Moskova’daki deneyimlerini Türkiye’ye taşıyan Nazım, parti üyeliği ve komünist şiirleri sebebiyle çeşitli davalara ve tutuklamalara maruz kalır. 1925 yılında çıkan Takrir-i Sükun ile muhalif yayınların kapatılmasından ve açılan soruşturmalardan diğer komünistler gibi Nazım Hikmet de nasibini alır. 15 yıl kürek cezasına çaptırılmasının ardından dönemin TKP lideri Şefik Hüsnü’yle beraber gizlice yurtdışına çıktı ve tekrar Moskova’ya gider. 1928’de cezasının önce düşürülmesinin sonra hükmün kaldırılmasının ardından yurda döner. Bu dönemde hem ideolojik hem sanatsal olarak daha da olgunlaşmış olan şair; 835 satır, 1+1=1, Varan 3, Sesini Kaybeden Şehir gibi şiir kitaplarıyla edebiyat dünyamızda iz bırakan eserler bırakır. İlk dönem şiirlerinde bulunan emperyalizmle mücadele ve bağımsızlık vurgusu bu dönemde toplumsal, sosyal acılara ve yıkımlara odaklanmış; aynı zamanda sosyalizme olan övgüsünü mısralarına taşımıştır.

“Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu davet bizim...”

Yaşar Kemal’in “Nâzım’ın sanatının üstün yanı ondaki halk inancı ve halk sevgisidir” sözünde vurgulandığı gibi toplumcu şiir anlayışını bu dönemde daha geliştiren şair, şiirleriyle toplumsal sorunlara dikkat çekme ve halkı harekete geçirme amacı gütmüştür. Şiiriyle yaşamı, düşüncesiyle eylemi bir olan Nazım, içerik-biçim bütünlüğünü, yaşam-ideoloji bütünlüğüyle eşleyen biridir. Böylesi bir tavırla kendisine yapılan saldırıları da şiirleriyle savuşturur.

Nazım, uzun süre gizli olarak üyesi olduğu TKP’yle ilerleyen yıllarda sorunlar yaşamaya başlar. TKP’nin Kemalist rejime karşı sert muhalefet yapmamasını eleştirir, parti içerisinde çetin tartışmalar verir. Bu tartışmalardan bir sebep de Kürt sorununa dair takındığı ilerici bakıştır. Enternasyonal bir devrimci olarak konumlanan Hikmet, politik ve ideolojik olarak da halkların birliğinden ve kardeşlerinden yanadır. Bunun aksi politikaları ve tavırları eleştirişi TKP yönetiminin pek hoşuna gitmemiştir. Nazım’ın partiyle arasına mesafe girdiği dönem, TKP’nin örgütlülüğünün de zayıfladığı döneme denk gelir ve ardından 1932'de TKP'nin yönetici kadrosu tarafından muhalif tavrı sebebiyle partiden atılır.

30’ların sonunda şiddetle devam eden uluslararası çaptaki “komünist avının” Türkiye'deki yansımalarında, düzmece davalarla suçlu ilan edilen sosyalist aydınlardan biri de Nazım olur. 1938'de “donanmayı isyana teşvik” suçuyla yargılanır ve 15 yıl hapis cezasına çarptırılır. Şiirleriyle bizi şehirden şehre dolaştıran Nazım, o mısraları bu hapis döneminde farklı şehirlerde farklı hapishanelerde süren tutukluğuna borçludur. 1949 yılına gelindiğine Nazım hapsi 10 yılı aşmış, kamuoyunda Nazım’ın haksız yere yattığı fikri yerleşmiştir. Ancak tek parti yönetimi karardan dönmez; Nazım’ın açlık grevine başlar. Destek veren diğer aydınlar, bunun üzerine uluslararası çapta Nazım’ın hapisten çıkması adına destek kampanyaları yürütülür. Türkiye’den ve dünyadan aydınların yoğun olarak destek verdikleri kampanya, konunun iktidar çevresinde tekrar gündem olmasını sağlar. Ancak Nazım’ın özgürlüğüne kavuşması için 1950 yazını beklemesi gerekir. Özgürlüğünün ardından Moskova’ya döner. Moskova’ya dönüşüyle beraber ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılır.

Moskova’daki son döneminde ise sanatsal söylemini tüm gücüyle devam ettirir ama politik olarak geri planda durur. Enternasyonal mücadeleye kendini adamış devrimci bir şair olarak yer edinir. 1963’teki ölümüne dek sıla hasretini sürdüren Nazım, hayatıyla devrimci aydın kimliğinin nadide bir örneğini sunmuş olur.

ÖNCEKİ HABER

ODTÜ Tiyatro Şenliğinden | Sarı Sandalye’nin ‘Franny ve Zooey’si

SONRAKİ HABER

Filistin’le dayanışmayı antiemperyalizmle beslemeliyiz!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa