“Süper” ligin panoraması
Hükümet kanadından kişilerin futbolda kendi kulüplerine ve kulüpler üzerinden kendilerine imtiyazlar tanıdığı yadsınamaz bir gerçek.
Fotoğraf: Pexels
Berkay SERT
Buca/İzmir
Dünyada şiddet histerisi katlanarak büyürken ülkemizin futbolu da geçtiğimiz seneleri aratmayacak skandalları karşımıza çıkardı. Politik tartışmaların meselelerden doğrudan etkilenen öznelerden bağımsız ve doğrudan şiddete yönelik söylemlerle kurulduğu ülkemizde, futboldaki dil ve yaşananlar da buradaki derinleşmenin futbol üzerindeki tezahürü diyebiliriz.
Öncelikle bu sezon yaşanan skandallara bir göz atalım. Ankaragücü Başkanı Faruk Koca’nın hakem Halil Umut Meler’e attığı yumruk, İstanbulspor’un bir hakem kararı sebebiyle sahadan çekilmesi, Suudi Arabistan’da düzenlenmesi planlanan Süper Kupa finalinin yaşanan politik kriz nedeniyle iptal edilmesi, hemen akabinde oynanan kupa maçına Fenerbahçe’nin alt yaş kategorilerinden bir takımla çıkıp sonrasında sahayı terk etmesi, Eyüpsporlu Uğur Demirok’a atılan maddenin futbolcunun göz retinasını yırtması ve son olarak da Trabzonspor-Fenerbahçe maçında taraftarların sahaya inip doğrudan futbolculara saldırdığı görüntüler… Alt liglere kadar baksak çok daha çeşitli skandalların buraya eklenebileceği kesin, biz şimdilik bu olaylarla yetinelim.
SAHA İÇİNDE DEĞİL DIŞINDA FUTBOL
Hem bu olayların zaten çok da konuşulacak bir şey bırakmaması hem de zaten genel iklimin de o yönde olması sebebiyle ülkemizde futbola dair en az konuşulan şey futbolun kendisi, yani sahada oynanan oyun. Öncelikle sahada oynanan oyunu kitlelerin yorumlayabilmesi, orayla ilgilenebilmesi için insanların bunu izleyebilmesi gerekiyor. Ancak insanların maçları izleyecekleri üyeliklere sahip olmasının gün geçtikçe zorlaşan ekonomik koşullarda ne kadar mümkün olduğu açık. Yayıncı kuruluşların da sürekli korsan yayının suç olduğuna dair yayınladığı reklamlar ve açıklamalar da bu maçları izleyenlerin dahi çok büyük oranda korsan yayından bu maçları takip ettiğini gösteriyor. Maçları ya hiç takip edemeyen ya da korsan yayından izlediği için kesintisiz takip edemeyen kitleler de maç sonunda yalnızca tartışmalı pozisyonların yayınlandığı ve bir reyting aracı olarak da keskin yorumların yapıldığı programları takip ediyor. Bunun sonucunda da ibre tamamen bu kararları veren hakemlere yöneliyor. Hakemlerin hem bu şekilde ekranlardan hedef gösterildiği hem de kulüpler tarafından verilen tepkilerle sürekli diken üstünde oldukları bu koşullarda, ortaya sürekli iki takıma da taviz verilerek yönetilen, sürekli duran sıkıcı maçlar ortaya çıkıyor.
Hakemlerin üzerindeki baskı demişken, İstanbulspor’un bir hakem kararıyla sahadan çekilmesi ve Trabzonsporlu taraftarların hem hakeme tepkisi hem de Fenerbahçe ile yıllardır süregelen meseleler sebebiyle sahaya girmesi ise bir muhabirden çok kulüp çığırtkanlığı yapan “gazetecilerin” oluşturduğu ortamın, futbol ortamında adalet sağlanmadığı için husumete dönüşen rekabetlerin, kazanma-kaybetmeye dair komplo teorileriyle bezeli tespitlerin domine ettiği futbolumuzun somutlaşmış hali.
Süper Kupa ve Faruk Koca’nın Halil Umut Meler’e attığı yumruk olayları aslında sermaye ve burjuva siyasetin Türkiye futbolundaki egemenliğini gözler önüne seriyor. Hükümet kanadından kişilerin futbolda kendi kulüplerine ve kulüpler üzerinden kendilerine imtiyazlar tanıdığı yadsınamaz bir gerçek. Burada da birçok kulübün başında olduğu gibi eski AKP’li milletvekili olan Faruk Koca’nın hakeme attığı yumrukta gösterebildiği cüret, aslında muhatap olduğu alanda kendisine karşı koyacak bir güç çıkmayınca gidebildiği kadar ileri giden sermayedarların ve onların temsilcilerinin bir görüntüsü. Süper Kupa meselesi ise ülkemizdeki futbolseverlerin bir maçı yerinde takip edilebilme ihtimaline bağlanan hayallerin, buraları planlayanlar nezdinde hiçbir değeri olmadığı, kendilerine para kazandıracak koşulda yönetenlerin her türlü planlamayı ve değişikliği kolayca yapabildiğini gösteriyor.
DOĞRU ADIMLAR ATILMA
Olumlu olarak bahsedilebilecek belki de tek konu ise birkaç yıldır artan sayıda Avrupa’ya yolladığımız futbolcu sayısı. Bu şekilde genç yaşta Avrupa’ya gitmek her zaman için olumlu sonuçlar vermiyor. Çünkü fiziksel olarak yeterli seviyeye gelmeden üst seviye bir lige geçmek isteyince şans bulamayarak ülkeye geri dönen birçok örnek de olabiliyor. Ancak Arda Güler gibi bir örnek de önümüzde duruyor. Tabii ki Arda çok özel yeteneklere sahip olduğu için belki iyi bir örnek olmayacaktır ancak bu sezon ligimizde sürekli forma giyen ve Avrupa maçlarında sürekli oynayarak kendini kanıtlayan Barış Alper Yılmaz, Semih Kılıçsoy gibi örnekler de muhtemelen buraya dair umudumuzu yeşertecek. Örneğin Galatasaray Barış Alper’i 2 sene önce Keçiörengücü’nden 2.1 milyon euroya transfer etmişken yeni güncellenen değerlerde oyuncunun piyasa değeri 17 milyon euro olarak açıklandı. Aynı şekilde Semih Kılıçsoy altyapıdan yetişen bir oyuncu ve şu anda piyasa değeri 12 milyon euro. Yerli oyuncuların şans bulma sürelerinde ve bunun sonucunda değerlerinde yaşanan artış ve azalışlarda yabancı kuralının değişiminin önemli bir faktör olduğu kesin, kulüplerimiz de bulunduğu ekonomik koşullardan ötürü öz kaynaklarına yönelmek zorunda. Bu tarz örnekler de bunu tekrar tekrar kanıtlıyor.
Ülke futbolunun uzun zamandır birçok anlamda kötüye gittiği denklemde yazılan panorama yazısı da olumsuzluklar ve skandalların ana iskeleti oluşturduğu bir yazıya dönüşüyor. Umarız yeni sezon bahsettiğimiz az sayıda doğru şeyin sayısının arttığı ve yeni doğruların da filizlendiği bir yıl olarak karşımıza çıkar.