UKKTH’nin Wilson İlkeleri’nden farkı ne?
Emperyalist saikleri örtmek adına her noktada muğlak ve çelişik ifade edilen ve çifte standartlarla uygulanan Wilson İlkeleri, emperyalist devletlerin yayılmacı politikalarını sıcak savaşın sona erdi
Fotoğraf: Soviet Artefacts/Unsplash
Feyzullah ÜNNÜ
Boğaziçi Üniversitesi
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) tartışması Kürt sorunu, Filistin gündemi gibi farklı konularla sık sık sol-sosyalist cenahın gündemine gelir. Ancak bu kadar çok tartışılmasına karşın bu konu, sıklıkla ulusal bağımsızlık ve siyasi bölünmenin ötesinde bilinmez. Böylesi bir durumda da UKKTH, ulusların kendi devletlerini kurmasını “vaat” ettiği söylenen Wilson ilkeleriyle yer yer benzer görülür, ortak sanılır. Bu yazıda bu karmaşayı gidereceğiz. UKKTH ve Wilson İlkelerinin ne olduğunu, aralarındaki farkları ortaya koyacağız.
Feodalizmin yıkılması ve kapitalizmin inşa süreciyle beraber ortak dil, kültür, toprak çevresinde uluslar ortaya çıkmaya başladı. Öncelikle Batı Avrupa’da olmak üzere liberal burjuva devrimlerle kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda milliyetçiliğin tecessüm etmiş biçimleri olarak ulus-devletler meydana geldi. Ancak bu ulus-devletlerin oluşum süreci her ulus için aynı anda gerçekleşmedi. İşte bu noktada egemen ulusların burjuvazileri, uluslaşma sürecinde geri kalmış milliyetleri de içinde barındıran sömürü ve asimilasyon temelli yönetimler kurmaya başladı. Bu yönetimlerin altında zamanla uluslaşma süreçlerini tamamlayan milletlerse yavaş yavaş bu egemen ulus-devletlere isyanlarla, savaşlarla cevaplar üretti, egemen ulusun boyunduruğu altından kurtulmak adına seçenekler aradı.
UKKTH NEDİR?
Yaşanan toplumsal birikimin neticesinde, UKKTH önce Marx ve Engels tarafından o dönemde sömürü altında olan Hindistan ve Polonya gibi ülkelere bakarak tarif edilmeye başlandı, ardından 2. Enternasyonal’de Lenin tarafından Marksist çerçevede teorize edildi. Tanımlamak gerekirse UKKTH, bir halkın referandumla ya da başka yöntem aracılığıyla, nasıl yönetilmek istediğine özgürce karar verebilme hakkıdır. Ezilen ulusun kendi devletini kurabilme ve kendini yönetme hakkını garanti altına alır. Sanılanın aksine UKKTH, zorunlu bir ayrılığı tarif etmez. Ezilen ulus, eşit haklar ve birlik isteğiyle demokratik bir şekilde varlığını ayrılmadan devam da ettirebilir. Burada önemli nokta ezilen ulusun geleceğini tayin edecek hakka sahip olmasıdır. UKKTH’yi savunmak ayrılığı savunmak değil, gerçek bir kardeşliği ve birliği sağlamak adına ayrılma hakkını tanıma ve savunma anlamına gelir.** UKKTH’nin son yıllarda en çok gündeme geldiği örneklere bakarsak; Yugoslavya’nın dağılmasının ardından kurulan Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan gibi ülkeleri, Irak Kürdistan’ını ve İspanya’ya bağlı Katalonya’yı gösterebiliriz. UKKTH’nin tarihteki örneklerine baktığımızdaysa ilk uygulayıcısı Sovyetler Birliği olmuş, o dönemde bağımsızlık talep eden Finlandiya’nın bağımsızlığını meclis onayıyla tanımıştır. Sovyetlerin ve Lenin’in bu ilkesel duruşuna Rosa Luxemburg gibi bazı sol-sosyalist çevrelerden eleştiriler gelse de Lenin ulusal sorunu, burjuva demokrasisinin sorunu olarak görmeyip sosyalizmin inşa sorunu olarak ele alarak bu konuda ısrarlı bir tutum almıştır. Devamında SSCB’de bu tutum sürmüş, Ukrayna ve Azerbaycan gibi ülkeler federal özerk yönetimlerle uzun yıllar devam etmişlerdir.
WİLSON İLKELERİ NEDİR?
Peki Wilson İlkeleri nedir, nelerdir? Öncelikle Wilson İlkelerinin ortaya çıktığı tarihe bakmak gerek. Bu ilkeler, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın bitişinin ardından 1918’de İtilaf devletlerinin “muzaffer” olduğu bir ortamda ortaya çıkmıştır. Barış görüşmelerinin ve dönemin uluslararası ilişkilerinin çerçevesini çizen ilkeler; ulusal bağımsızlık, sömürge yönetimleri, savaş sonrası siyasi düzene dair birçok öneri sunsa da bunu savaşı kazanan devletlerin çıkarları çizgisinde ortaya koymaktadır. Bu sebeple, Wilson İlkeleri maddeleri ve uygulanışıyla, savaşı sonlandıracak uluslararası “barış” prensipleri olmaktansa eli güçlü bir şekilde masaya oturan Batılı emperyalistlerin mağlup devletlerden tazminat almaya yönelik adımları olarak tarif edilebilir. Örneğin ilkeler; Avusturya-Macaristan, Osmanlı, Rusya ve Almanya topraklarında egemenlik tartışması açarak Wilson İlkelerini ve self-determinasyon hakkını yenilen ülkelerle sınırlamıştır. Bu da ilkelerin bir paylaşım planının parçası olduğunu ifade etmektedir. İlkelerin 2. ve 3. maddelerine baktığımızdaysa Amerika başta olmak üzere İtilaf devletleri burjuvazisinin yenilen ülkelerde deniz ticaretini ve uluslararası ticareti açık hale getirmek istediğini görüyoruz. “Barışı onaylayan ve korumak için anlaşan ülkeler arasındaki bütün ekonomik engeller olabildiğince kaldırılmalı ve ticaretin eşitlik temelinde yürütülmesi sağlanmalıdır” ifadesinde geçtiği gibi, Batılı emperyalistlerin gelişmemiş veya zayıflayan ekonomilere sahip ülkelere karşı avantajını kullanarak onları ekonomik bağımlılık altına almak ve kapitalist üretimlerinin ihtiyacı olarak doğan yeni pazar arayışlarını gidermek niyetinde olduğunu anlayabiliriz.
Wilson İlkelerinin bu anlayışının bir başka örneğiyse sömürgelerle kurulan ilişkilerde ortaya çıkmakta. Wilson ilkeleri her ne kadar sömürgeciliği sonlandıracak ve ulusların mutlak bağımsızlığını garanti altına alacak bir politikaymış gibi sunulsa da aslında Amerika’nın önerisi sömürgecilik anlayışını yeni döneme uyarlayarak sürdürme temelindedir. Prensiplerle beraber Batılı emperyalistler, self-determinasyon hakkı sunulan devletlerin kendini yönetmeyi ispat edinceye kadar manda yönetimler tarafından idare edilmesini ön görüyor ve bunu da liberal-demokrat değerlerin parçası olarak “geri ulusları destekleme” adıyla sunuyorlardı.
Wilson prensiplerinin barış antlaşmalarıyla uygulanış süreci de oldukça ilginçtir. Wilson’un “Batı medeniyetinin kurtarıcısı”, “savaş döneminin sonlandırıcısı” olarak sunduğu prensipler, İtilaf devletlerinin kendi paylaşım planlarını tamamlayamaması sebebiyle bir sene uygulanamamış, barış müzakereleri bu süreçte askıya alınmıştır. O dönemde Wilson İlkelerinin savunucusu ve uygulayıcısı olan Milletler Cemiyeti ilkeleri ne zaman uygulayıp ne zaman uygulamayacağı konusunda da kendi çıkarları çerçevesinde karar verici olmuştur. Örneğin; Sovyetler Birliği’nin komşuları İsveç ve Finlandiya’nın bağımsızlık hakkı için bu ilkelerin uygulanmasına destek veren Cemiyet, Japonya’nın Mançurya’yı, Mussolini İtalya’sının Habeşistan’ı, Nazi Almanya’sının Polonya’yı işgaline, ilkelere tamamen ters olmasına rağmen tepkisi kısıtlı düzeylerin ötesine geçememiştir.
UKKTH VE WİLSON İLKELERİ ARASINDAKİ FARK NEDİR?
Sonuç olarak; yaygın anlatıda ulusal sorunlara aynı şekilde self-determinasyon hakkı temelinde yaklaştığı sanılan UKKTH ve Wilson İlkeleri’nin, ideolojik ve pratik olarak çok farklı noktalara temas etmekte. Emperyalist saikleri örtmek adına her noktada muğlak ve çelişik ifade edilen ve çifte standartlarla uygulanan Wilson İlkeleri, emperyalist devletlerin yayılmacı politikalarını sıcak savaşın sona erdiği bir dönemde de sürdürme niyetini ortaya koymaktadır. Bu sebeple UKKTH, ulusal soruna tamamen farklı bir yerden, sosyalist devrimi ezilen ulusların kurtuluş mücadelesiyle ilişki içinde görerek “self-determinasyonu” gönüllü birliklerin kurulması için gerek bir politika olarak tanımlamış, ulusların bağımsızlığını bu öncelik ve titizlikle tarif edip uygulamıştır.
KAYNAKÇA:
https://www.ozgurlukdunyasi.org/2015/03/12/emperyalist-diplomasinin-karakteri-degismedi-uc-donem-uc-politika-1/
https://teoriveeylem.net/tr/2018/06/03/marksizmin-uluslararasi-iliskilere-katkisi-uluslarin-kaderlerini-tayin-hakki/
https://teoriveeylem.net/tr/2022/07/25/emperyalizm-ve-uluslararasi-hukuk/ https://www.evrensel.net/haber/335589/uluslarin-kendi-kaderini-tayin-hakki-soylenti-ve-gercekler
https://www.evrensel.net/haber/334047/10-soruda-uluslarin-kendi-kaderini-tayin-hakki-nedir