Ali Rıza Bey'in akıl defteri
Ankara yolları ve 44 yıl sürecek Meclis kütüphanesi yılları. Ali Rıza Bey anlatıyor: Gazete ve tutanak bilgisiyle, kim kime ne dedi gibi bilgileri akıl defteri diye tabir ettiğim deftere not ettim.
Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel
Fatih POLAT
“Bu kitabın ortaya çıkmasında Türk Parlamento Tarihi Grubu Müşaviri Ş. Şanal Günay’ın, Kütüphane Müdürü Ali Rıza Cihan’ın, Öğretim Görevlisi Şaduman Halıcı’nın büyük yardımlarını gördüm. Kendilerine teşekkür ederim.”
Prof. Dr. İhsan Güneş’in, Türk Parlamento Tarihi adlı kitabına yazdığı sunuşta teşekkür ettiği Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Kütüphane Müdürü Ali Rıza Cihan, benzer katkılarıyla en çok teşekkür edilen kişilerden.
Evrensel’in eski Ankara temsilcilerinden sevgili dostum Fevzi Argun, ‘Her İnsan Bir Hikaye’ serisi için Ali Rıza Bey ile görüşmemi önerirken, onun bu özelliğine de dikkat çekmişti. Ben de ona ve Ali Rıza Bey’e ulaşmama aracılık eden değerli meslektaşım, BirGün gazetesinin Ankara Bürosundan Nurcan Gökdemir’e teşekkür ederek başlayayım.
Ali Rıza Bey ile buluştuğumuzda, el yazısıyla tuttuğu notlarla gelmişti. Karşınızda bir arşiv üstadı varsa, onun kurallarının işlemesinden daha doğal bir şey olamaz.
ÇOBANLIKLA OKUL ARASINDA…
Not kağıdını önüne alarak başladı: “2 Haziran 1940 tarihinde Rize’nin Hemşin ilçesinin Çamlıtepe köyünde doğdum. Eski adı Nefsizuha. Zuha, deniz demekmiş Lazcada. Orada doğdum. Denizden epey yüksek. Kaçkar Dağlarının etekleri diye düşünelim. Bizim orada evler genelde ahşaptır. Neden? Orman köyü. Taş bulamaz zaten. Evler geniş yapılır. Çünkü ataerkil aile. İş bölümü yapılmış, anneme çobanlık düşmüş. Ben de çocukluğumda Kaçkarlarda annemle çobanlık yaptım.”
Kaç kardeşsiniz?
Dört. Üç erkek, bir kız. En büyükleri benim. Kız kardeşimi kaybettik. Bir erkek kardeşimi çok daha önce kaybettik. Diğer kardeşim emekli kurmay albay.
İlkokul birinci, ikinci, üçüncü sınıfı köyde okudum. Bir kahvenin derslik haline getirilmiş şeklini düşünün. Üç sınıf bir arada. Dördüncü, beşinci sınıfı, dört kilometre uzaklıktaki Hemşin’de okudum. Hemşin’de kışın üç metreye yakın kar yağar. Yollar şimdiki gibi araba yolu değil, patika yol. Yanlış yere basarsan düşersin aşağıya. Kışın büyükler yol açarlar, biz çocuklar o yoldan gideriz. Bir tane de odun götürmek zorundasınız, sınıfın sobasının yanması için. O koşullarda okudum. Ortaokul birinci sınıfa Pazar’da başladım. Dört öğrenci. Üçü bizim köyden, biri Mehmet Haberal’ın köyünden. O yıl iftiharla geçtim. Çünkü çok zor koşullarda beni okumaya sevk etmişti rahmetli annem. Amcam, ‘Bu çocuk iyi çobanlık yapar, çoban olsun’ demiş. Annem ‘Bu çocuk okuyacak, okumazsa ben yaylaya gitmem’ diye diretmiş.
Amcamın büyük oğlu Mustafa Ağabey’in, Ankara’da, Hacıbayram semtinde bir ortağıyla beraber işlettiği fırını vardı. Benim orta birden sonrasını Ankara’da okumama karar verildi. Ankara’ya geldik. Onların eski kerpiç iki odalı bir evi vardı. Orada kalıyorum. Yıldırım Beyazıt Ortaokuluna yazıldım. İyi öğrencilerdendim. İftiharla geçtiğim olmuştur. Orası, ‘Yeter söz milletindir’ diye gelen Demokrat Partinin, solcu öğretmenleri sürgün ettiği yermiş. Hürrem Armağan, Osman Korkut Akol, Rauf İnan’dan ders aldım. O ara boks sporuna heves ettim. Gazi Lisesi gibi zor bir lisede okudum. Birinci karnede beş tane zayıf gelmişti. Böyle başımı bir duvara vurdum. ‘Kendine gel, sen hangi özverilerle okuyorsun’ dedim. Neyse ikinci karnede temizledim. Geldik 1961 yılına.
Hayat sizi Meclis kütüphanesine doğru getiriyor…
Evet. 1961 yılında, Türkeş ve takımını sürgün ettiler. Milli Birlik Komitesindeki kalan 38 kişiden Suphi Gürsoytrak’a bir mektup yazdım. Neden onu seçtim, Gazi Lisesinde bizim sınıfa gelmese de Fethi Gürsoytrak’ın adından esinlenerek, onu seçtim. Size anlattığım yaşam öykümü döktüm satırlara, gönderdim.
Benim söylediklerimin doğru olduğunu saptadıktan sonra beni Meclise göreve almak istemiş. Ben de hiç yeni Meclis binası tarafına gitmiş değilim. Gittim. Sosyal İşler Komisyonu Başkanıymış Suphi Bey. Buldum. ‘Hoş geldin’ dedi ve Personel İşleri sorumlusunu çağırdı. ‘Gereğini yap’ diyerek beni ona teslim etti. Çıktık, koridorda yürürken, ‘Seni 450 lira maaşın üçte ikisiyle, yani 300 lira maaşla, e cetvelinde odacı olarak tayin ettik’ dedi. İşe ihtiyacım var ama lise mezunuyum. Bir dakika dedim, sen beni odacı tayin ettiğini söylüyorsun, eğitimin nedir? Kem, küm… Ben şimdi gidip seni Suphi Bey’e şikayet edeceğim dedim. Gidip söyledim. Çağırdı onu, azarladı. Yanından çıkınca adam bana yer sayıyor. Saydı saydı, en son kütüphane dedi. Kütüphaneyi istiyorum dedim. Beni kütüphaneye verdiler.
Tam tarih?
24 Temmuz 1961. 24 Temmuz biliyorsun hem Lozan’ın hem de II. Meşrutiyet’in ilanının tarihidir. Tesadüfen oldu ama önemsiyorum o gün başlamış olmayı (Gülüyor).
O tarihten 2004’e kadar. 2004’te emekli oldum. BirGün gazetesi kurulurken bana Ankara Bürosunda idarecilik görevi ‘tevdi’ edildi. O nedenle emekli oldum.
Ben başladığımda Meclis kütüphanesinde 40 bin kitap vardı. Osmanlı Sarayı’ndan, Meclis-i Mebûsan ve Meclis-i Âyan kütüphanelerinden gelen kitap ve tutanaklar vardı. Yeni Meclise taşınmaya da yetiştim. İlk kütüphane Müdürü Nebil Buharalı idi. Ben, Fen Fakültesi Matematik Bölümünü kazanmıştım. Bu işe başlayınca Dil Tarihte dört yıl kütüphanecilik okudum.
MUAMMER AKSOY’A O BİLGİYİ YETİŞTİRDİM
Meclis kütüphanesinin istenen bilgiyi en kısa zamanda karşılaması gerekir. O zaman tabii teknoloji gelişmiş değil. Ben çalıştığım süreçte edindiğim deneyimlerden hem gazete hem tutanak bilgisiyle, kim kime ne dedi, önceden ne demişti, gibi bilgileri ‘akıl defteri’ diye tabir ettiğim bir deftere not etmeye başladım. Bilgisayarın yerini tutması mümkün değil ama işe yarıyordu. Demirel, İsmet İnönü’ye ne demişti? İnönü ne demişti Demirel için? ‘Yollar yürümekle aşınmaz’ gibi laflar…
44 yıllık görevimde ne bir dakika erken çıktım ne bir dakika geç geldim. Görevimi yaparken kimseden sitem işitmedim. Çünkü görevimi çok iyi yapmaya çalıştım. Milletvekili kürsüde konuşurken bir şey istediğinde, konuşma süresi bitmeden yetiştiremezseniz bir şey ifade etmez. Örneğin, rahmetli Prof. Dr. Muammer Aksoy, Mecliste konuşurken Demirel’e bir cevap vermesi lazım. Ufak kağıda, ‘Kütüphane, Ali Rıza’ demiş ve konuyu yazmış. O not hemen bana getirildi ve ben o bilgiyi “akıl defteri”mden buldum. Süre bitmeden o bilgi Muammer Aksoy’a yetiştirildi ve konuşmasında kullandı. Dostlarına kütüphaneyi gezdirirken, bunu övgüyle anlatırdı kendisi.
"SENİ MAMAK'A GÖNDERİRİM, İDAM ETTİRİRİM"
Darbe dönemlerinde zorluk çektiğiniz oldu mu?
12 Eylül’de epey sıkıntı çektim. Beni, Devrimci Yolcu diye gammazlayanlar olmuş. Milli Güvenlik Konseyinin Meclis İcra Dairesi Başkanı General Şamil Özdilli beni bir saat sorguya çekti. Yanında istihbarattan sorumlu albay da olmak üzere. Beni, ‘Seni Mamak’a gönderirim, idam ettiririm’ diye tehdit etti.Gözümün önünden bir anda yaşadıklarım şöyle bir geçti. Eşimi de görevden alırlar ama açlıktan ölmezler diye düşündüm. Artık dayanamadım. Şamil Bey’e, ‘Bitti mi? Bittiyse ben konuşacağım’ dedim. ‘Sen konuşamazsın. Bıçağın sırtında duruyorsun’ dedi. ‘Efendim idama götürürken bile son sözün nedir diye sorarlar’ dedim ve devam ettim: “Ben Atatürk’ün kurmuş olduğu Halk Evlerinde en üst düzeyde, hiçbir karşılık beklemeden görev yapmış olmanın ve görevimi de iyi yapmış olmanın onurunu taşıyorum’ dedim. ‘Vatanını sevmek, Atatürk ilkelerine bağlı olmak suç ise cezamı çekmeye hazırım” dedim.
Ama o da kendisine bilgi verenlerin, ben koltuktan kalkayım da onlar otursun diye beni şikayet ettiklerini anladı.
Konseyin Genel Sekreteri Haydar Saltık’ın bir sürgün listesi vardı. Ben de o listedeydim. Sürgün olan arkadaşlarım oldu. Bir süre sonra Saltık’ın yerine Necdet Uruğ geldi. Rahmetli Uğur Mumcu benim yakın arkadaşımdı. Necdet Uruğ ile görüştü ve benim sürgünümü engelledi.
12 EYLÜL TALİMATI: YASAK KİTAPLARI KORDONA ALIN!
Darbe dönemlerinde Meclis arşivi belge, bilgi açısından zarar gördü mü?
Yok. Şunu yaptılar 12 Eylül sonrasında. Milli Güvenlik Konseyi İcra Dairesi Başkanı General Şamil Özdilli, ‘Yasak kitapları kütüphanenin deposunda toplayalım, kordon altına alalım’ dedi. Ama uygulamadım ben. Kordon altına alsan zaten daha çok okunur çünkü dikkati çeker (Gülüyor).
Bir şey daha anlatayım. Yeni çıkan kitaplar, derlemeler, 1976’da çıkan yasa gereği Meclise getiriliyor. Biz de kütüphaneye gelenlerin göreceği şekilde, koridorda cam dolaplarda sergiliyoruz kitapları. Ben kitap bekçisi değilim, kütüphaneciyim. Ne kadar kitap okunursa o kadar iyi olur.
Rafa, ‘Doğudan Yükselen Güneş’ diye bir kitap da koymuştum. Herhalde Abdullah Öcalan ile ilgili. Bir eski MHP Nevşehir milletvekili bu kitabı ödünç alıyor ve gidiyor MHP’li idare amirine, ‘Kütüphane müdürü bu kitabı rafta sergiliyor’ diyor. Akşam haberleri izlemek için televizyonu bir açtım ki MHP’li Meclis İdare amiri benden bahsediyor. Asacak, kesecek, şöyledir, böyledir. Şaştım, kaldım.
Bu konuda sizin için cezai bir durum oldu mu?
Olmadı. Kitap yasak da değil zaten.
Mecliste görev yaptığınız döneme dair aklınızda kalan başka olaylar var mı?
Örneğin İsmet Paşa’nın, 22 Şubat 1962’deki Talat Aydemir isyanına direnerek sabah Meclise gelişi. Üç gün önce ona en ağır sözleri söyleyen Adalet Partisi milletvekillerinin, İsmet Paşa’nın eline sarılarak öpmesi, tezahürat göstermeleri… İlginç geliyor insana.
Orhan Doğan’ı, Meclisin Çankaya kapısından, tutup başına eğerek almaları… Gördüm o durumu ve çok üzüldüm. Değerli bir insandı Orhan Doğan.
Bir de şunu anlatayım. Milletvekillerini dışarıdan arayanlar oluyor. Sekreteri telefon ediyor. Milletvekili kütüphanede gazete okuyor. ‘Hasta ziyaretine gitti’ de diyor sekreterine… Yani gelen kişi Bingöl’den mi geldi, Kars’tan mı geldi? Öğlen üzeridir diyelim, karnı da açtır o vatandaşın. Ama rahmetli Kamer Genç’in arkasında yemeğe giderken her seferinde kasketli, köylü üç kişi, beş kişi olurdu.
"FİZİKİ ARŞİV KORUNMALI"
Ali Rıza Cihan, 1967 yılında Ayşe Figen Hanım ile evlenmiş. Eşi, Merkez Bankasında çalışıyormuş. Ebru adında bir kızları, bir de torunu olduğunu anlatıyor: “O da şimdi Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümünü bitirdi”. Pek çok kitapta kendisine teşekkür edildiğini hatırlattığımız da şunları söylüyor: “Sağ olsunlar. Bana başvurmuşlarsa mutlaka yardımım olmuştur. Bilgi dağıtılırsa, saklı kalmazsa toplum gelişir. Daha iyi olur. Ben hep bunu düşünerek araştırma yapanlara yardım etmeye çalıştım”.Meclis kütüphanesinin dijital dönüşümü, onun döneminde yeni başlamış.
O konudaki sözleriyle bağlayalım: “Dijital arşiv çok faydalı. Ama fiziki arşivi de korumak önemli. Kayıt birden silinirse ne yapacaksınız?”