12 Haziran 2024 04:20

Aktaş: ‘Kendi dilimi oluşturmaya çalışıyorum’

Ümit Aykut Aktaş’ın ilk kitabı “Kaplumbağa Ayaklanması”, yedi öyküden oluşuyor. Aktaş, “Çağıma, edebiyata bir itirazdan çok kendi dilimi kendi esperantomu oluşturmaya çalışıyorum” diyor.

Fotoğraf: Kişisel Arşiv

Paylaş

Üzeyir Karahasanoğlu

“Kaplumbağa Ayaklanması” demlenmiş öykülerden oluşuyor. Öyle ki yepyeni bir kitap olarak karşımıza çıksa da oturmuş, durulmuş öyküler bunlar. Hadi, bir yazar önsezisiyle fazladan şunu da diyeyim: “Kaplumbağa Ayaklanması” zamanda yerini sağlamlaştırmış, zamanda kendi kalıbını almış öyküler toplamı.

Ümit Aykut Aktaş’ın ilk kitabı ufuk açıcı, yer yer “Vay be!” dedirten, heyecanla okunan bir seçki. Bu düşüncelerle yazarın edebiyat dünyasını, kitabını, hayata bakışını yakından tanımanın edebiyatseverler için de iyi olacağını düşünerek hevesle hazırladım sorularımı.

‘ÖYKÜLERLE VEDALAŞABİLMEYİ ÖĞRENDİM’

Yıllardır yazan biri olarak kitaba aldığın bu yedi öyküyü nasıl seçtin? Zaman içinde ne kadar değiştiler? Hiç yabancılaşmadın mı onlara?

Öykülerin gelişim evrelerini göz önünde bulundurursam aslında bu benim üçüncü öykü dosyam. 2013’te oluşturduğum ilk dosyadan sadece Sonsuzluk ve Bir Gün öyküsü neredeyse hiç değişmeden kaldı. O yüzden, “Zamanda yerini sağlamlaştırmış, zamanda kendi kalıbını almış öyküler toplamı” sözünü yüzüm kızararak da olsa üzerime alıyorum. Zaman bana şunu öğretti; öykülerle vedalaşabilmeyi ve kalemden çok silgi ile yazabilmeyi.

‘DİL KADAR DUYGULARI DA EĞİP BÜKÜYORUM’

Kimi yazarlar yaşamından doğurur metinlerini. Dahası ilk kitapların yoğun otobiyografik izler taşıdığı da malumdur. Gelgelelim Kaplumbağa Ayaklanması’nı okurken -Sonsuzluk ve Bir Gün öyküsünü dışarıda bırakırsam- yazarın kendinden yola çıktığını fakat oradan çok uzaklaştığını düşündüm. Doğru mu hislerim? Öyküleri nasıl doğuruyor, nasıl işliyorsun?

2013 ve 2015’teki ilk iki dosyamı yayımlatabilseydim daha çok otobiyografik ögelerle, modern insanın yalnızlığı ile beyaz yakalıların sıkışmışlıklarına dair öyküler vücut bulacaktı. Zamanla dili olduğu kadar duyguları da eğip bükmeyi, kurmaca çatısı altında dönüştürmeyi öğrendiğimi söyleyebilirim. Otobiyografik malzeme, işlene işlene başka bir forma dönüşüyor. Kendi yaşantımdan çok başka sanat eserleri yazma isteği doğuruyor artık.

GOGOL’UN PALTOSUYLA NEO’NUN TRENÇKOTU ARASINDA

Kimi öykücüler ilk cümleden hareketle kimileri finalini kurgulayarak yazmaya oturuyor. Sendeyse “öykünün atmosferi” başat gibi. Okuru, kurduğun tekinsiz dünyanın içine sürüklüyorsun. Öyle ki neyin ne olduğunu anlamamızla korkunç bir savaşın içinde buluveriyoruz kendimizi. Giderek “distopik bir dünya”ya yaklaşıyoruz. Bu minvalde andığın kimi eserlere de sağlam bir selam çaktığını düşünüyorum. Dolayısıyla Ümit Aykut Aktaş’ın öyküleri kah doğrudan kah dolaylı olarak çağına, dünyasına, edebiyata bir ikaz mıdır?

Yazmaya oturduğumda kesinlikle öykünün sonunu bilmiyorum. Oyunlar oynamayı, sürpriz finalleri seviyorum ama dediğin gibi karakterlerden çok mekan oluşturma benim için öncelik sanırım. Benim çıktığım yer; Gogol’ün Paltosu ile Neo’nun trençkotu arasında bir yer. Kitaplara, şarkılara, filmlere gönderme yapma fikri beni heyecanlandırıyor. Metinler arası burada imdadıma yetişiyor. Çağıma, edebiyata bir itirazdan çok kendi dilimi kendi esperantomu oluşturmaya çalışıyorum. Belki de çığlığımı.

Önceki sorudan hareketle devam edeyim. Yazarın kafası “o dünya” ile öyle yoğun ve iç içe ki Kaplumbağa Ayaklanması bir bütünlük oluşturuyor. Bu yanıyla da özgün. Şunu merak ediyorum: Öyküler arasındaki bağlantılar bu kadar kuvvetliyken daha hacimli bir türe, belki novellaya yahut romana meyletmeyi düşünmedin mi?

Benim anlatım dilime en uygun tür uzun öykü ya da novella. Birkaç kuşağı içine alan hacimli bir roman pek bana göre değil mesela. Dilim döndüğünce bu türler arasındaki geçişlerden yararlanacağım. İkinci öykü dosyam tamamlanıyor ve yarıladığım iki de novella bilgisayarımın masa üstünde uyuyor. Filmleri iki saati geçen yönetmenlerle, romanları iki yüz sayfayı geçen yazarlara biraz şüphe ve endişe ile bakıyorum. Sözüm kültleşmiş klasiklere değil elbet, o dönemde sinema, televizyon, dijital platformlar yoktu zira.

‘ÖĞRETMENLERİMİZ KİTAPLAR’

Öykülerini okurken yaptığın işi önemsediğini ama en başta yazarken eğlendiğini hissettim. Böyle düşünmemde kendi öykülerin arasında dahi çok sayıda ilişki olmasının payı var. Metinler arasılık, üst kurmaca filan derken bir öykünde bizzat fotoğraf kullanıyorsun. Tüm bunlar, elindeki kozların etkisini bilen bir yazarın işareti aynı zamanda. Ayrıca edebiyatın imkanlarının neler olduğuna, sınırlarının nereye kadar zorlanabileceğine kafa yoran bir yazarı da işaret ediyor. Bu bahisten hareketle akımlara, kuramlara olan meylini, ilgini merak ediyorum. Neler dersin?

Saptamaların harika, kesinlikle eğleniyorum. Nelerden tat alıyorsam o dehlizlerde kaybolmayı tercih ediyorum. Eski öykülerimde fotoğraf, grafik, takvim hatta haritalar kullanırdım. Deneysel metinler yazmayı ve tematik çalışmalar yapma alışkanlığımı büyük ölçüde altZine’e borçluyum. Her ay farklı bir temada yazardık. Fakat dergi ve yayınevi editörleri bu tür çalışmalara çok da sıcak bakmıyor. Siz de yayımlatabilme endişesiyle kendinize otosansür uygulamaya başlıyorsunuz. Edebi akımlara, kuramlara öğrencisi olduğum okulun ana dersleri gibi bakıyorum ama öğretmenlerimiz yine kitaplar. Ben anlatıcısı ve bilinç akış tekniği güvenli sularım.

Belki sadece yedi öykü okuyoruz ama o yedi öyküde o kadar çok sanatçıdan ve eserinden söz ediyorsun ki bunları dipnotlarla filan vermeye kalksan, sayfa altları kim bilir nasıl kalabalıklaşırdı diye düşünmeden edemedim. Dolayısıyla Ümit Aykut Aktaş’ın “kültürlü öyküler” yazdığını, sıradan okurun bu iklimde nefessiz kalacağını düşündüm. Hâl böyle olunca da Kaplumbağa Ayaklanması’nın hazırbulunuşluğu yüksek, nitelikli bir hedef kitlesine hitap ettiğini düşündüm. Katılır mısın?

Tunç Kurt’un bir yazısında şöyle bir ifade vardı: “Bence öykücü, öykülerini kendisi gibi kişiler için yazar. Bu kişiler bizim gibi düşünen, benzer okuma kültürüne sahip, benzer zevkleri ve de benzer tepkileri olan kişilerdir. Bu yüzden aslında en başta kendimiz için yazarız." Tam da böyle düşünüyorum. Umberto Eco’nun çok daha karmaşık, entelektüel göndermeleri olan metinleri var, kuvvetle muhtemel çok azını anlayabiliyorum. İlk başta kitabın sonunda dipnotlar vardı. Editörüm bazı alıntıları italik yaparak, dipnotları tamamen kaldırarak karmaşaya son verdi belki de.

‘SİNEMATOGRAFİK METİNLER YAZIYORUM’

Kitap boyunca farklı sanat disiplinlerine göndermeler yapsan da ben Kaplumbağa Ayaklanması’nı en çok sinemaya yakın buldum. Özellikle görselleri kullanmada, aktarmada ayrı bir maharetin ve ilgin var. Ne dersin?  

Büyük ölçüde sinematografik metinler yazıyorum. Yazmaya çalıştığım dünya zihnimde gelişiyor, kapı numaralarına kadar gözümde canlanıyor. O dünyanın içine giriyorum. Bazen öylesine ete kemiğe bürünüyor ki yaşadığım dünya çok daha silik ve flu bir karaltıya dönüşüyor.

Peki, Ümit Aykut Aktaş’a göre “iyi öykü”nün tarifi nedir? Başkalarına göre iyi olup da sana göre iyi olmayan bir öyküyü düşünerek cevaplar mısın?

Öykü yazmak için gerekli temel malzemeler deyince aklıma eski tip yeşil Pelikan silgi geliyor. Sanki kalem yerine silgi ile yazıyoruz. Çok geveze öykülere mesafeliyim. Hakikaten az sözcükle, tekrarlara düşmeden vurucu bir anlatıma ulaşabilmeli iyi bir öykü. Çoğunca bunu ben de gerçekleştiremiyorum. Vonnegut ipuçlarını harika sıralamış:

“Okura mümkün olduğunca fazla ve mümkün olduğunca çabuk bir biçimde bilgi verin. Sakın ola hiçbir şeyi geciktirmeyin. Okurlar, neyin, nerede, nasıl olduğunu tümüyle kavrayabilmeli; o kadar ki, hamam böcekleri son birkaç sayfayı yiyip bitirse bile okur hikayeyi kafasında tamamlayabilmeli.

Sadist olun. Baş karakterleriniz ne denli tatlı ve masum olursa olsun, başlarına korkunç şeyler getirin ki okurunuz onların nasıl bir insan olduğunu görebilsin.

Hikayenin başı, sonuna mümkün olduğunca yakın olmalı.

Karakterlerden her birinin, bir bardak su bile olsa, istek duyduğu bir şey olmalı.

Son olarak yalnızca tek bir kişiyi mutlu etmek için yazın. Bir pencere açıp, lafın gelişi, tüm dünyayla sevişmeye kalkarsanız zatürre olursunuz.”

Hadi son soruyu da ben sormuş olayım:

-Son dileğin?

-Vonnegut 'un bir sayfasından içeri girip izimi kaybettirmek.

ÖNCEKİ HABER

AB, Çin'in elektrikli otomobillerine ek vergi getirmeye hazırlanıyor

SONRAKİ HABER

İTO: Onaylı Randevu Sistemi kaosu büyütüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa