Doç. Dr. İsmet Akça, Bahçeli’nin çıkışını değerlendirdi: Gerekeni yap ama üzerime gelme
Siyaset Bilimci Doç. Dr. İsmet Akça, Bahçeli'nin "normalleşme" söylemleriyle süren görüşmelere dair çıkışını değerlendirdi.
İsmet Akça
Serpil İLGÜN
İstanbul
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, Cumhurbaşkanı-AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın önce CHP Lideri Özgür Özel’le, ardından öldürülen Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’le görüşmesinden bir gün sonra yaptığı bol mesajlı çıkışının yansımaları sürüyor. Bahçeli’nin normalleşme-yumuşama siyasetinin MHP’yi hedef aldığından AKP-CHP ittifakının kurulması önerisine, yaptığı açıklamalar AKP cephesinde dikkat çekici bir itidalle karşılanıp, Bahçeli ve MHP övgüleri yapılırken, MHP’li kurmaylar “MHP’yi ve Türkiye devletini hedef alan normalleşme operasyonu” şeklindeki sert açıklamalarla, Bahçeli’yi takip etmeyi sürdürüyor.
Bahçeli, neden bu çıkışı yaptı? Erdoğan’a rest mi çekiyor? AKP içinde MHP’den memnun olmayanlar kimler? AKP-CHP ittifakını neden önerdi? Bahçeli’nin sonraki adımı erken seçim çağrısı olur mu? Sermaye nasıl bir tutum alır?
Bahçeli açıklamalarının “şifrelerini” Siyaset Bilimci Doç. Dr. İsmet Akça ile konuştuk. Erdoğan’ın normalleşme-yumuşama söylemlerinden Şimşek programını uygulama yolunda zaman kazanmak için yararlandığını vurgulayan Akça “Bahçeli’nin mesajında şu da var; tabii ki görüşmeler yapabilirsin. Bunlar belli bir sürecin ihtiyaçlarıdır ama başka konularda bizim üzerimize gelme” diyor.
Siyaset, Devlet Bahçeli’nin çıkışını tartışmayı sürdürüyor. Sizce Bahçeli’nin çıkışının kaynağında ne var? Bahçeli kime ne mesaj verdi?
Bahçeli, Cumhur İttifakı içinde var olan gerilime ve Erdoğan’ın 31 Mart seçim yenilgisi sonrası attığı birtakım adımlara cevaben konuştu. Erdoğan bu ittifakı bitirmek değilse bile, en azından MHP’yi biraz dizginlemek, dengelemek, MHP’nin kazandığı gücü biraz bükmek istiyor.
Erdoğan buna neden ihtiyaç duyuyor?
Birincisi, yerel seçim yenilgisi Erdoğan’a “bir şeyler yapmam gerekiyor” dedirtti. 2002’den beri ilk kez seçimden birinci parti çıkamadı, bu önemli bir sonuç. Şimşek programı dediğimiz sermaye programının bedelini geniş halk kesimleri ödüyor. Erdoğan 2023 seçimlerinde bunu yönetebilmek üzere bazı hamleler yapmış, seçim ekonomisi uygulamalarını devreye sokmuştu ama 31 Mart’ta bunu yapamadı. Bunun sonucu da 31 Mart seçim sonuçları oldu. Bu sonuçlar Erdoğan'ın belli adımlar atmasını gerektiriyor. Programın uygulanabilmesi için siyasal ve toplumsal mutabakatı genişletmek istiyor.
Yumuşama-normalleşme siyaseti de buna alan açıyor?
Evet, bütün bu normalleşme-yumuşama hikayesinden zaman kazanmak için yararlandığını, Şimşek programının yıkıcı sosyal etkilerini mümkün olan belli bir yumuşama söylemiyle atlatmak istediğini düşünüyorum.
Bunu yaparken MHP’yi ve MHP’nin devlet içinde kazandığı gücü de dengelemek istiyor. Sinan Ateş cinayeti ya da Ayhan Bora Kaplan gibi, emniyet-yargı içindeki çeşitli gerilimlerde bunu görüyoruz. MHP de kazanmış olduğu konumu kaybetmemek üzere hamleler yapmaya çalışıyor. Erdoğan'a “sen bana mahkumsun” diyor. Bunu Devlet Bahçeli bazen Ferdi Tayfur şarkıları, bazen parmağındaki yüzük ya da kolunun altında dosya tutmak gibi sembollerle yapıyor ama son açıklama çok net bir çıkış.
Bence orada Erdoğan’a şunu söylüyor, “Bizim Cumhur İttifakı'na, Erdoğan'a bağlılığımız her zaman baki. Ama eğer Cumhur İttifakında bizim çizdiğimiz siyasi hattın dışında bir yere gideceksen, siyasi direksiyonu başka bir siyasal hatta doğru kıracaksan biz orada yokuz, karar ver” diyor.
Siyasi direksiyonun Cumhur İttifakının izlediği siyasal hattın dışına kırılması gibi bir emare var mı peki? Zira Kobanê ve Gezi davalarından işaret ettiğiniz Şimşek programının uygulanmasına, kayyum siyasetine, Türkiye’nin temel meselelerine dair bir çatışma değil, tersine uzlaşı yok mu?
Cumhur İttifakının temelinde iki ana sütunu var, Kürt sorunun militirazyonu, 15 Temmuz meselesi; buna bir de Gezi davasını eklemeli. Bu süreçte ne yaşadık? Önce 7 Haziran’dan sonra fiilen bir olağanüstü hal, ardından 15 Temmuz’dan sonra yasal anlamda ilan edilmiş bir olağanüstü hal altında süper başkanlık diye tarif ettiğim, bütün denge denetleme mekanizmalarının ortadan kaldırdığı, yürütmenin aşırı merkezileştiği, yargının aşırı politikleştiği, medyanın, sivil toplumun boğulduğu bir rejim inşasına yönelme yaşadık.
ERDOĞAN’IN ANA SÜTUNLARDAN TAVİZ VERMESİ GEREKİYOR
Erdoğan her zaman çok pragmatik bir lider ve her zaman iktidarı hedefleyen ve hayatta olduğu sürece iktidarı hedefleyecek bir lider olduğunu düşünüyorum. Ama kaybetme ihtimali Erdoğan için artık çok canlı. 2023 seçimlerinde de bu çok yakındı, bence Akşener’in Altılı Masayı dinamitleme süreci yaşanmasaydı sonuç yine başka türlü olabilirdi ama 31 Mart seçimleri ortada. Dolayısıyla Erdoğan kaybetmeyle artık çok daha yüz yüze. Kaybetmemek için hamleler yapıyor, zaman kazanmaya çalışıyor.
Diğer yandan devlet aygıtlarını, özellikle devletin zor aygıtlarını yönetme kapasitesine tek başına sahip değil. 7 Haziran’dan sonraki uzun süreçte aynı zamanda devletin içsel bütünlüğünü de ortadan kalktı, devletin çok farklı iktidar ağları tarafından adeta kolonize edildiği, parça parça kontrol edildiği bir manzara ortaya çıktı. Burada sadece ülkücüler yok, işte Saray’ın baş danışmanlarından Mehmet Uçum’un sözcüsü olduğu bir kanat da var, çeşitli tarikatlar da var, birbirleriyle kapışan büyük ağlar var. Bunların en başlıcası kuşkusuz MHP ve ülkücü hareket.
Normalleşme yumuşama rüzgarı deniyor ama Erdoğan’ın bir meltemi bile estirmesi için bazı tavizler vermesi gerekiyor fakat MHP’nin bu ittifaka çizdiği siyasal hat biraz buna sınır koyuyor.
İKTİDAR BLOKU ÖZNELERİ ARASINDA MEVZİ SAVAŞI YÜRÜYOR
Somutlaştırabilir misiniz, nasıl tavizler? İspanya gezisinde Erdoğan’a sorulan Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın AİHM kararlarına rağmen neden cezaevinde tutuldukları sorusuna Erdoğan hiddetle verdiği yanıtta, her iki ismi terörist olarak kodlamayı sürdürdü.
Erdoğan Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş meselesi üzerinden çok net konuşuyor ama sermaye programını yönetebilmek ve iktidarda kalabilmek için bazı hamlelerde bulunması lazım. Özgür Özel’le görüşmeler bunun parçası. Özel de kendisini ve partisini bir iktidar alternatifi ve siyasi özne olarak inşa ederken, bu hamlelerden bazı kazanımlar elde etmek istiyor.
Yani Gramsci’ye atıfla şöyle söyleyeyim, iktidar blokunun farklı özneleri arasında bir mevzi savaşı yürüyor. Bu dönen mevzi savaşı içinde Erdoğan bence biraz hareket alanının olmasını istiyor. Yani büyük adımlar atmayacak belki ama örneğin Gezi davasında küçük bir adım atabilir belki. Kobanê davasında atmayacağını düşünüyorum. Çünkü orada başka büyük değişimlerin olması lazım. Ama sembolik, söylemsel bazı adımlarında dahi MHP de amiyane tabirle ayar vermeye çalışıyor.
ATEŞ CİNAYETİNİN TEHDİT UNSURU OLARAK KULLANILMASINI İSTEMİYOR
Bahçeli’nin çıkışının ardından, yerel seçim sonrasında da dillendirilen, “Erdoğan adım atacak ama Bahçeli engelini aşamıyor, Erdoğan Cumhur İttifakını dağıtmak istiyor” şeklindeki yorumlar yeniden yapılır oldu. Siz yakın vadede ittifakın dağılmasını olası görür müsünüz?
Açıkçası bu yorumlara çok katılmıyorum. Erdoğan alternatifini yaratmadan böyle bir adım atmaz. Ancak Meral Akşener'le görüşmesi, Özel ile yapılan görüşmeler, Erdoğan kendisine alternatifler ve yollar açmaya çalıştığına işaret. Bu da MHP’ye kendisinin vazgeçilmez olmadığını ve gerekirse günü geldiğinde Erdoğan'ın daha önce bir sürü müttefikine yaptığı gibi MHP’yi de kenara koyabileceğini gösteriyor. Ama MHP, örneğin Gülenciler gibi değil, 50 senedir devlet çekirdeğinde yer alan çok köklü bir hareket.
Bahçeli’nin mesajında şu da var, “Bazı şeyleri anlıyoruz, tabii ki görüşmeler yapabilirsin. Bunlar belli bir sürecin ihtiyaçlarıdır, bunlara hayır demiyoruz ve sana bir alan da bırakıyoruz. Ama başka konularda bizim üzerimize gelme” diyor. Görebildiğim, Ayhan Bora Kaplan özellikle de tabii ki Sinan Ateş cinayetinin kendisine bir tehdit unsuru olarak kullanılmasından, bu meselenin üstünün kapatılmasının engellenmesinden hoşlanmıyor. Çünkü bu cinayet doğrudan MHP genel merkezine bağlanan bir mesele. Buradan yüklenen CHP ile Erdoğan'ın bir arada pozlar vermesinden hoşlanmıyor. Dolayısıyla Bahçeli, iktidar ortaklığının bir anlamda ıskartaya çıkartılabilme ihtimalinin önünü kesmek istiyor diye düşünüyorum.
ERDOĞAN’IN KENDİSİNE TABİ OLMA HALİNİN SÜRMESİNİ İSTİYOR
Bahçeli altını çizdiğiniz mesajları vermekle birlikte aynı açıklamada “Şartlar ne olursa olsun Erdoğan’ın yanındayız, arkasındayız, Cumhur İttifakına bağlılığımız sürecek” de dedi. Sizinle dört ay önce yüzde 50+1’in değişmesi tartışmalarına Bahçeli’nin karşı çıkmasını konuşurken, “Klasik anlamda faşist bir hareketin içinden çıkan MHP geleneği mutlak güce sahip, mutlak bir başkan hayal eder, bunu şimdi Erdoğan’da buluyorlar” demiştiniz. Bahçeli’nin “Erdoğan’ın yanındayız” mesajı, mutlak başkan gereksiniminin sürmesi içinden de okunabilir mi?
Şöyle söyleyeyim, mutlak yani süper başkan aslında görüntüde öyle. Türkiye başkanlık rejimine geçtiğinden beri Erdoğan hiçbir zaman o kadar süper başkan olamadı. Çünkü hegemonik kapasitesinin ciddi şekilde daraldığı bu süreçte hem seçim kazanabilmek, hem de devlet aygıtlarını, özellikle zor aygıtlarını yönetebilmek için ittifaklar yapmak ve buralardan birilerine paylar vermek zorunda. Yani MHP bir taraftan görüntüde evet, yüksek yetkilere sahip, sınırlanmayan, denetimsiz bir süper başkan istiyor ama geri planda da Erdoğan'ın kendisine tabi olacağı halin devamını istiyor.
Mesela sadece MHP de değil, yüzde 50+1’in değişmesine çok net itiraz eden bir başka isim Mehmet Uçum. Uçum’u da devlet içindeki başka bir iktidar ağının temsilcisi olarak düşünmemiz lazım. Çünkü 50+’1’den vazgeçtiğiniz zaman Erdoğan’ın şu andaki mevcut ana kliklere, ana iktidar ağlarına bağımlılığı ortadan kalkabilir.
"ABDÜLKADİR SELVİ ORANIN HOPARLÖRÜ"
Yerel seçim yenilgisinin ardından AKP içindeki “normalleşme” yanlısı kesimin sözcülüğünü yapan, “Siyasette yeni dönem başlayacak, Erdoğan paradigma değiştirecek, Kavala dosyası yeniden ele alınacak” gibi iyimser yazıları kaleme almayı sürdüren Abdülkadir Selvi, Bahçeli çıkışından sonra Ankara’da ittifakın dağılacağına dair bir hava olmadığını ancak Bahçeli’nin bir sonraki mesajında erken seçim çağrısı yapmamasının da bir garantisi olmadığını yazdı. Diğer yandan Bahçeli açıklamasında, “AKP içindeki gayri memnun kesim devamlı suyu bulandırmasından” yakındı. Bu sözlerin muhatabı, Selvi’nin temsil ettiği kesimler mi?
Evet, net onları kastediyor. Bu, Bahçeli’nin konuşmasının belki de en ilginç taraflarından biri, çünkü Bahçeli, Cumhur İttifakına yönelik “berabersek beraberiz ama başka bir yol yürümek istiyorsanız buyurun” anlamında siyasi rest çıkışlarını daha önce de yaptı. Ama bu açıklamada ilk olan şu; aktardığınız kısımlarda doğrudan AKP içine konuşan, oraya saldıran bir çıkış yaptı.
Evet, AKP’nin içinde MHP ile yapılan ittifaktan memnun olmayan, Erdoğan'ın başkanlığının ve AKP iktidarının başka tip ittifaklarla sağlanması gerektiğini, MHP’nin kazandırmaktan ziyade artık kaybettirdiğini düşünen veya MHP ye çok alan, inisiyatif ve güç bırakıldığını; Türkiye’nin yöneliminin hem iç, hem dış siyasette daha farklı olması gerektiğini düşünen bir kanat var tabii. Abdülkadir Selvi’yi oranın hoparlörü olarak düşünmek lazım.
Bahçeli’nin “O zaman CHP ile ittifak yapın” önerisinin ardından popüler sorulardan biri “AKP-CHP ittifakı kurulur mu” oldu. Bunu olası görüyor musunuz? Daha da önemlisi Bahçeli bunu neden önerdi?
Bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum. Zaten Özgür Özel de bununla ilgili çok net açıklamalar yaptı. Açıktan Erdoğan demedi ama “Yaratılan enkazın müsebbiplerinden birinin yanına bizi itemezsiniz” dedi. Ardından da Erdoğan “CHP’nin başındaki arkadaş” dediği Özel’in çıkışını kastederek “Belli ki iade-i ziyaretimizi hazmedemediler” diyerek karşılık verdi. Bence Özgür Özel bu görüşmelerde, kendisinin muktedir bir partinin muktedir bir lideri, devleti yönetme kapasitesine, toplumsal desteğe sahip bir lider-parti olarak inşa etmek, belli kazanımlar da elde edebileceğini göstermek istiyor.
MHP neden “CHP ile ittifak yap” diyor? Bence yine AKP’ye seslenerek, “Nerede sıkıştığını anlıyorum, bir sosyal patlama riskini de yönetmek istiyorsun, bunu anlıyorum ama CHP ile görüşmelerde bizim siyaset çizgimiz başka yerlere gidecekse, MHP’ye saldırılacaksa, Gezi davası gibi tavizler verilecekse, orada yokuz, ayağını denk al! O zaman bırakırız istediğinle istediğini yapabilirsin” diyor. Özetle “Benim üzerime gelme, gelenlere de prim verme” diyor.
ÖZEL, İKTİDARI MEŞRULAŞTIRMAMAYA ÇALIŞIYOR
Özgür Özel’in arkasında durmayı sürdürdüğü normalleşme yumuşama siyasetinin Erdoğan rejimini meşrulaştırdığı eleştirilerine nasıl yaklaşıyorsunuz?
O bir risk ama Özgür Özel de bu süreçte bir oyun oynuyor. Özel de bir aktör. Yani sadece AKP ya da iktidar blokunun Cumhur İttifakı tarafı değil, muhalefet, özellikle Özgür Özel liderliğindeki CHP de belli hamleler yapıyor. Belirttiğim gibi CHP’nin iktidar kapasitesi olduğunu, iktidar olabileceğini hem seçmene, hem iktidar blokunun devlet içindeki çeşitli kanatlarına, hem de sermayeye göstermek istiyor. Ve kazanımlar elde ettiğini göstermeye çalışıyor. Dolayısıyla evet, bu bir risk. Ama Özgür Özel başka çıkışlarıyla bunu sürekli dengeliyor. “Temmuz ayında asgari ücrete zam gelmezse miting yapacağız” açıklamasında olduğu gibi sosyal, ekonomik sorunları daha fazla ele alıyor, Emine Şenyaşar’ı ziyaret ediyor, Gezi davasında pozisyon alıyor, yine Kobanê davasında, dolayısıyla Kürt sorununda başka bir pozisyon alıyor. CHP geçmişine baktığımızda bu önemli. Dolayısıyla tamamen iktidarın bütün yapıp ettiklerini meşrulaştıracak bir yerde durmadığı mesajını vermeye özen gösteriyor.
SEÇİMLER 2026 YAZINA ÇEKİLEBİLİR
Bahçeli açıklamasının ardından muhalif medyada “ittifak dağılıyor mu”, “Cumhur ittifakında kriz” başlıkları atılırken, iktidar medyası oldukça temkinli yaklaştı, hatta önemsizleştirdi ve hemen hepsi açıklamayı Bahçeli’nin “Erdoğan’ın yanındayız, arkasındayız” sözleri üzerinden gördü. Bazı kalemler “Türkiye’ye yönelik oyunun bir parçası” olarak değerlendirdi ve Bahçeli’ye, partisine övgüler dizildi. İktidar medyasındaki bu önemsizleştirme tutumu için ne söylersiniz?
Bu meselenin çok kaşınarak altının çizilmesi istenmiyordur. Belirttiğim gibi “Cumhur İttifakından kesin vazgeçildi” gibi bir ortam olduğunu düşünmüyorum. Bahçeli de esas olarak bu mesajı vermiyor zaten. Bir erken seçim olur olmaz, zaman gösterecek ama ben her halükarda seçimin 2028’e kalmayacağını düşünüyordum. Erdoğan’ın Şimşek programının yıkıcı etkilerinden çıkılıp, ekonominin biraz toparlanma döneminde, yani kabaca 2027 başlarında bir seçime gidileceğini düşünüyordum. Gelişmelere göre bu biraz daha erkene, 2026 yazına geri çekilebilir belki.
Çünkü AKP ile MHP arasında yaşanan gerilimin dışında, Türkiye kapitalizminin yapısal açmazları, özellikle uluslararası sermaye (sıcak para) girişine bağımlı olmasının bazı gereklilikleri söz konusu. Bunları siyaseten yönetebilmeniz gerekiyor. Devletin bu kadar aşırı parçalı yapısında bunu yönetmek daha zor oluyor.
SERMAYE UZUN ZAMANDIR B SEÇENEĞİNİ YARATMAYA ÇALIŞIYOR
Sermaye Cumhur İttifakının dağılmasını, dolayısıyla erken seçimi ister mi?
Türkiye’de sermayenin farklı fraksiyonları var. AKP ile organik ilişki içinde olan veya AKP’nin iktidarda olması sayesinde büyüyen veya daha küçük orta boy sermaye, yani finans sermayesine ulaşma kapasitesi olmayan sermaye AKP’ye daha gözünü dikiyor vs. Buranın ihtiyaçlarıyla, daha büyük sermayenin, uluslararası finans sermayesinin ihtiyaçları farklı. Ama bir taraftan da Türkiye kapitalizmi faiz, enflasyon, döviz kıskacında bir sıkışma yaşıyor ve şu anda bunu aşmak için sermayenin daha güçsüz olan fraksiyonları da bu durumu kabulleniyor, Türkiye’nin para girişine ihtiyacı var ve bunun sağlanmasını istiyor. TÜSİAD’ın programına baktığımda Şimşek programı onların görmek istediği program ama Şimşek programının da AKP- Erdoğan açısından geçici ve mecburen dönülen bir yol olduğunu düşünüyorum. Büyük sermaye yeni bir hegemonya projesi ve birikim stratejisini inşa etmeye çalışıyor. Türkiye burjuvazisinin belli bir kesimi yeniden Batıyla ittifakın güçlendiği, ABD ile ilişkilerin düzeldiği, Türkiye’ye sermaye girişlerinin arttığı bir senaryoyu istiyor. Şimşek programıyla Erdoğan buraya doğru çubuğu tekrar büktü ama kabaca 2016’den beri Erdoğan’ın izlediği ekonomi politikaları farklı sermaye fraksiyonlarının çıkarlarının gereği doğrultusunda zikzaklar çiziyor. O yüzden büyük sermaye başka bir iktidar alternatifi de olsun istiyor. Yani siyasi yatırımını sadece Cumhur İttifakına yapmıyor. B seçeneği yaratmaya uzun zamandır çalışıyor, B seçeneğini güçlü olarak tutmak istiyor. Bu bakımdan 31 Mart, B seçeneğinin bir alternatif olarak ortaya konulabileceğine dair güçlü bir sinyal verdi.
KAYYUM HAMLESİNİN DEVAMI TEPKİLERE BAĞLI
Tüm bu görüşmeler, Bahçeli çıkışı vs. Hakkâri belediyesine kayyum atanması ve Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıddık Akış’ın tutuklanmasına karşı yapılan kitlesel eylemlerin, mitinglerin, devam eden nöbetlerin “Batıya ulaşmasına, tartışılmasına” set çekmiş görünüyor, ne dersiniz? Diğer yandan Erdoğan kayyumların devamının geleceğini ima etti ama nasıl görüyorsunuz, Hakkâri’nin devamı gelir mi?
Doğrusu yanıtlaması kolay bir soru değil. Özellikle CHP’nin de bu konuda farklı pozisyon alması nedeniyle tahminim, bu dönemde yoğun bir kayyum politikası görmeyeceğimiz. Uzun yıllardır, özellikle 7 Haziran’dan sonra yaptığı gibi bu kez, en azından şimdilik, CHP bu mesele üzerinden arkasına dizilmiyor iktidarın. Bu iyi bir gelişme.
Görebildiğim DEM Parti de tepkisini güçlü bir şekilde ortaya koymakla birlikte, Türk siyasi hayatında yeni bir kulvarın açılabilme ihtimalini de temkinli biçimde kolluyor. Güçlü, radikal bir kayyum hamlesi gelecekse bile zamana yayacağına düşünüyorum. Bütün o dengelere, MHP’ye, toplumsal tepkilere bakacak. Dolayısıyla biraz daha yoklayarak gidecek gibi geliyor.