Almanya organizasyonda sınıfta kaldı
Volkan Ağır'ın EURO 2024'ün üçüncü gününe dair izlenimi; "Eve döndüğümde 3 buçuk saattir yolda olduğuma mı üzülsem, hâlâ yollarda evine varamamış olanların yanında şanslı mı hissetsem bilemiyordum."
Fotoğraf: Oğuz Yeter/AA
Haziran demek, mahalle ve sokak festivallerinin başlaması da demek Almanya'da. Bu pazar sabahına bizim mahalledeki denk geldi. Sabahın erken saatlerinde başlayan yağmurun devam etmesine karşın standlar kurulmuştu. Verilecek mini konser için ses sistemi kurulmuş, soundcheckler yapılıyordu. Günün son maçına, Sırbistan-İngiltere maçına akreditasyonumun olması nedeniyle turnuva takibimi 15.00'ten itibaren yapmamaya niyetliydim. Polonya–Hollanda maçını, her ne kadar bir Cruyff'yen de olsam, gözden çıkarmıştım. Koeman'ı futbolcuyken severdim ama hocalığına bir türlü ısınamamıştım. En iyi ihtimal Hollanda bir gol yerdi, muhakkak da kazanabilecek konuma getirebilirdi kendini maç içinde. Tüm bu düşünceler için Gelsenkirchen'e giden treni yakalamak adına Köln'den çıktım yola.
Saat ikiye yaklaşıyordu trene bindiğimde. İngiliz taraftar yoğunluğu azdı. Herhalde akşamdan kalma olanlarla binmiştim trene. Bir önceki gece az içenlerden birçok konakladığı Düsseldorf'tan trene binip Gelsenkirchen'e gitmişti muhtemelen. Maç günü için özel olarak 2 farklı yerde daha taraftar alanları kurulmuştu İngilizler için.
GELSENKİRCHEN'İN BİR YANI BAHARA BAHÇE, BİR YANI KAVGA DÖVÜŞ
Gelsenkirchen tren garında inince, stadyuma giden trene binmek için fazla efor harcamanıza gerek yok. Ana garın içinden direkt Veltins Arena'ya gidebiliyorsunuz. Ancak Polonya–Hollanda maçının oynandığı saatlerde vardığım kentte biraz da gezmek lazım diyerek sokakları kolaçan etmeye başlıyorum. O esnada bulunduğum sokaklarda günün evvel saatlerinde Sırplarla İngilizlerin kavgaya tutuştuğundan da bihaberdim. Neyse ki ben vardığımda ortalıkta taraftar karmaşasından ziyade birkaç birayla keyiflerini yakalayan İngiliz taraftar kaynıyordu. Leicester'dan, Coventry'den, Blackpool'dan gelenler bayraklarını stadyuma dizmeden önce sokaklara asmışlardı. Biraz ilerideki meydanda 'Sweet Caroline' söyleyenleri dinlemek daha keyifliydi. Aynı dakikalarda oynanan Polonya-Hollanda maçının ilk yarısı ise 1-1 tamamlanmıştı.
Yeteri kadar havayı soluduktan sonra biraz dinlenmek biraz da gelişmeleri takip etmek için Veltins Arena'ya doğru yola koyuldum. Gelsenkirchen'de daha önce maç izlemiş olmanın tecrübesiyle 50 bin kişi maça 1 saat kala yola koyulmadan trene atlamak iyi olacaktı. Buna karşın tıka basa bir şekilde stadyuma gidebildik. O kalabalıkta ben ayakta durmaya çalışırken önümde oturan bir meslektaşımın yazışmalarına gözüm ilişti. Akreditasyon merkezinin önünde çoktan bir sıra oluştuğunu yazıyordu. Vardığımda gördüklerim beni şaşırtmıştı. Daha önce bir akreditasyon merkezi girişinde böylesine bir sıra görmemiştim. Kente İngilizler gelmişti ancak sadece tek bir kişinin elindeki barkod okuma cihazıyla merkeze geçiş sağlanıyordu. Üstelik her gazetecinin çantası da X-Ray makinasından geçmeliydi. Ben İstanbul'da bile pasaport kuyruğunda bu kadar beklememiştim! Sırada bekleyerek vakit kaybetmek istemeyen İspanyol gazeteciler hemen kenarda canlı yayınlarını yaptı. Sıranın bize gelmesini beklerken yanımdaki İrlandalı gazetecilerin sohbetinden Polonya–Hollanda maçının skorunu öğreniyorum. “Wout gene yapmış yapacağını! Adam bu tür goller için doğmuş! Harika bir golcü” sözleri skoru öğrenmeme yetiyordu.
Akreditasyon merkezi yeteri kadar büyük ve güzel tasarlanmış olsa da bedava su dışında kahve olmamasını içten içe kınadım. Danimarka-Slovenya maçını medya alanındaki ekranlardan takip edebildim. Eriksen'in takımına hayat verdiği golü kendi hayatının varlığını anlatır gibiydi. Gol atmak, futbol oynamak için yaşıyordu Danimarkalı yıldız. Maçın ikinci yarısı oynanırken Gelsenkirchen'de başlayan sağanak yağmur beni biraz endişelendirse de nihayetinde maç saati yaklaşıyordu. Euro 96'nın yıldızı maçları BBC için yorumlayan Alan Shearar'ı medya merkezinde görünce fırsatı kaçırmadan bir özçekim yapıyoruz. Bir saat kala tribünlerdeki yerimi almaya giderken taraftarlar akın akın gelmeyi sürdürüyordu. Antrenmana çıktığında Sırp takımı büyük bir taraftar desteğiyle karşılandı. İngilizler ise onlardan sonra zemine ayak bastı.
Southgate'in kadrosunu nasıl değerlendireceğini çok merak ediyordum. Bu kadar hücumcu ve golcü bir kadroyu daha önceki turnuvalarda oynattığı İtalyan tarzı futbola mahkum etmemesini umuyordum. Sırbistan ise 2018 Dünya Kupası'nda bıraktığı bir izi bırakabilecek miydi? 90 dakikanın bitiminde İngiltere tatmin etmemiş, Sırplar hayalkırıklığı yaratmıştı. Eve dönüş yolunun çileli olacağını tahmin eden ben ve en az benim gibi 5 bin kişi düdük çalar çalmaz Gelsenkirchen ana garına gidecek trenlere binmek için hızlı adımlarla çıkışa yönelmiştik.
ERKEN KALKSAK DA YOL ALAMADIK
İlk bekletilmemizi daha stadyumun yanından kalkan trenlerde yaşadık. Her bir tanesinin sadece 2 vagonu olan banliyö trenleri yavaş hareketlerle durağa yaklaşıp taraftarları topluyordu. Beşinci banliyo trenine binme imkanına eriştiğimde mutluydum. Tahayyül ettiğim şey, direkt sürüşle Veltins Arena'dan ana tren garına gitmekti. Normalde 14 dakika süren 10 duraklık mesafeyi, her durakta durarak ve her kırmızı ışıkta bekleyerek 30 dakikada almıştık. Benim aklım ise bu yaşadığımız anlamsızlığı kaldıramıyordu. Yüzde 99'u merkeze giden yolcuları olan bir tren neden hiçbir yolcunun inmeyeceği duraklarda dururdu ki?
Bu anlamsız uzun süren bağlantı yolculuğunun ardından ana tren garına varır varmaz kalkan ilk tren Köln'e gidiyordu. Anonsçunun yanlış yönlendirmesi nedeniyle treni yanlış yerde bekleyince benden önce tren bekleyen binlerce kişi ve muhtemelen çoğunun da Düsseldorf'ta ineceği belli olan İngilizler, treni çoktan doldurmuş ve Köln'e gidecek olanlar benim gibi dışarda kalmıştı. Bir sonraki tren Düsseldorf'a bile gitmiyordu. Düsseldorf'a giden olsa Köln'e aktarma yapacak bir tren bulunurdu. Ancak bu sürede de stadyumdan akın akın taraftar geliyordu tren garına. 00.19'da kalkan Düsseldorf trenine binmezsem, 20 dakika daha bir sonraki treni beklemem lazımdı. Tek avantajı Köln'e gidecek olmasıydı ancak o trenin de gecikmeyeceği hiç belli değildi. Turnuvanın ilk gününde Münih'teki gazetecilerden gelen 100 dakikalık aksama haberleri beni iyice şüphelendiriyordu. Köln trenini beklememeye karar verip Düsseldorf'a giden trene binerek derin bir oh çektim.
DEUTSCHE BAHN ETKİSİ
Elbette gecikmeli bir varış oldu Düsseldorf'a. Sonrasında binebileceğim bağlantı trenlerini kaçırmıştım bu yüzden. Binebileceğim en iyi opsiyon internetin yönlendirmesine göre 01.19'da kalkacak olan trendi. Ancak o tren de, benim beklemekten vazgeçtiğim Gelsenkirchen'deki 00.41 treniydi. Duyuru panolarına bakınca, Gelsenkirchen'de binmeyi tercih etmediğim trenin önce 25 dakika sonra 35 dakika sonra 45 dakika ertelendiğini duydum. 01.40'ta gelen ve Köln havaalanı yönüne giden trene binmek en hayırlısıydı. Onda da bir kaç dakika gecikme yaşamadık değil ancak nihayetinde kentime dönebilmiştim. Dönüş yolunda sosyal medyada gördüklerim şok etmişti beni. Benim binmeyi tercih etmediğim Köln treninde yaşanan aksaklık nedeniyle hâlâ evlerine, otellerine varamamış binlerce taraftar vardı. Eve döndüğümde 3 buçuk saattir yolda olduğuma mı üzülsem, hâlâ yollarda evine varamamış olanların yanında şanslı mı hissetsem bilemiyordum.
Almanya en çok övgü aldığı noktadan kendi ayağına sıkmıştı. Tüm dünyaya Alman Demir Yollarının ne kadar kötü olduğunu ve bu organizasyonda sınıfta kaldıklarını kendi elleriyle gösterdiler. Eh bu yazı da gece eve varmamı geciktirmeleri nedeniyle sizlerle biraz geç buluştu. Kelebek etkisinin yerine artık Deutsche Bahn etkisi ifadesini kullanabiliriz sanırım.