20 Haziran Dünya Mülteciler Günü: Sendikalar sınıfı bölme girişiminin panzehri olmalı
Dünyada en çok mülteci kabul eden ülkelerden biri de Türkiye. Emeğin ucuzlamasının sebebi olarak gösterilen mülteciler ağır koşullarda, güvencesiz, uzun saatler ve düşük ücrete çalışmaya mahkum.
Fotoğraf: Evrensel
Nisa Sude DEMİREL
İstanbul
Bugün 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü. Dünyada en çok mülteci kabul eden ülkelerden biri de Türkiye. Geri kabul anlaşması ile Türkiye’ye mahkum edilen mülteciler için Avrupa’dan çeşitli fonlar veya krediler alınıyor. Emeğin ucuzlamasının sebebi olarak gösterilen mülteciler ise ağır koşullarda, güvencesizlikle, uzun saatler ve düşük ücrete çalışmaya mahkum ediliyor. Bir yandan ise iktidar ve muhalefet partilerinin el ele yükselttiği göçmen politikaları nefret söylemlerini perçinliyor.
GÖÇMENLER KRİMİNALİZE EDİLİYOR
İş Güvenliği Uzmanı Deniz İpek, bugün göçmenlerin karşı karşıya kaldığı ucuz emek sömürüsü ve güvencesizliğe dikkat çekiyor. Savaşları körükleyenlerin ve sayıları milyonları bulan mültecilerin sorumluğunun emperyalist-kapitalist sistemin kendisinde olduğunu ifade eden İpek, “Devletler bilinçli bir şekilde, göçmenleri, işsizlik, şiddet, güvensizlik, uyuşturucu trafiği ve insan kaçakçılığı gibi sorunlardan sorumlu kişiler olarak gösteriyor ve kriminalize ediyorlar. Kapitalizmin yapısal sorunları; toplumsal eşitsizlikler ve ayrımcı uygulamaların yerine, göçmenlerin sebep olduğu öne sürülen ‘kültürel uyumsuzluk’ söylemine odaklanmak yeni siyasetin ana popülist yöntemi haline geldi” diyor.
"YERLİ VE MÜLTECİ İŞÇİLER BİRLİKTE ÖRGÜTLENMELİ"
Türkiye’de çalışan göçmenlere ilişkin net verilere ulaşmanın mümkün olmadığına dikkat çeken İpek, “En ağır işlere sürülen göçmen işçiler daha düşük ücretlere mahkum. İşsizliğin arttığı Türkiye’de bu durum patronlar tarafından yerli işçilerin sırtında adeta sopa gibi kullanılıyor. Çocuk işçilerde göçmenlerin ölüm oranı yüzde 12 ve genel iş cinayetlerindeki göçmen işçi ölüm oranının iki katı. Çocuk iş cinayetlerindeki oran bile aslında çarpıcı olarak ‘nefret söylemi ve kültürel uyumsuzluk’ propagandasıyla, güvenlikçi popülist politikaların göçmen işçilerin güvencesizliğinin ve sömürüsünün de iki kat olduğunu gizlemeye çalıştığının göstergesi. Mülteci işçiler konusunda sendikalar ‘Kayıtlı değil üye olamıyor,’ ‘Bizim iş kolunda mülteci çalışmıyor’ diyerek mülteci işçileri de örgütlemesi konusunda girişimde dahi bulunmuyor” ifadelerini kullanıyor. Mülteci işçileri de fiili ya da resmi olarak sendikal mücadelenin içinde tutmanın patronların sınıfı bölme girişimine panzehir olması gerektiğini vurgulayan İpek, ‘mülteci sendikasının’ aksine yerli ve mülteci işçilerin birlikte örgütlendiği mekanizmaların öneminin altını çiziyor.
"GÖÇMENLER KAMUSAL ALANDA GÖRÜNMEZLEŞİYOR"
Göç Araştırmaları Derneği (GAR) Kurucu Başkanı, Doç. Dr. Didem Danış da mülteciler üzerindeki yoğunlaşan baskı ve denetimleri işaret ediyor. Son on yılda ekonomideki olumsuz gidişat, yoksullaşma ve işsizlik ile göçmenlere yönelik tepkilerin arttığını söyleyen Danış, 2019 yerel seçiminden başlayarak tepkilerin seçimlere etki ettiğini düşünen hükümetin denetimleri sıkılaştırmasının göçmenlerin kentlerdeki görünürlüklerinin azalmasına neden olduğunu ifade ediyor. Özellikle sınır dışı edilme korkusunun mülteci ve göçmenleri kamusal alandan uzaklaştırdığını vurgulayan Danış, çoğu mültecinin işe gitmekten dahi çekindiğini aktarıyor. Mültecilerin giderek görünmezleşmesinin yerli halk tarafından olumlu karşılanmasına karşın iş yeri sahiplerinin denetimlerden şikayet etmeye başladığını ifade eden Danış, “Görüştüğümüz hemen herkes, sınır dışı edilme korkusuyla kayıtsız göçmenlerin veya geçici koruma kayıtları İstanbul’da olmayan Suriyeli sığınmacıların dışarı çıkmaya korktukları için eve kapandıklarından ve bu yüzden işe bile gidemediklerinden bahsetti. Bu durum, göçmenlerin sosyal ve ekonomik hayattan soyutlanmalarına neden olurken, bunun yarattığı gerilimler hane içlerinde göçmen aileler ve özellikle kadınlar için ek zorluklar anlamına geliyor. Özellikle iş bulmak için İstanbul’a gelen Suriyelilerin İstanbul’da yeniden sisteme kaydolamaması, ‘kayıtlı ama kayıtsız’ konuma düşmelerine, çocuklarını okula yazdıramamalarına veya sağlık hizmetlerinden dışlanmalarına yol açıyor. Adil bir hukuki süreç yaşanmadan sınır dışı edilmeleriyle parçalanan aileler oluyor. Ailede gelir getiren kişinin zorla geri gönderilmesi, anne ve çocukların korumasız kalmasına neden olurken, geride kalanların içine düştüğü derin çaresizlik tüm toplum için yeni problemler anlamına geliyor” ifadelerini kullandı.
"HAMASETTEN UZAK ÇÖZÜMLERE İHTİYAÇ VAR"
Kitlesel sığınma hareketleri sonrası mülteciler için olan üç kalıcı çözümden gönüllü geri dönüş, üçüncü bir ülkeye yerleştirme ve sığındıkları ülkede entegrasyonun Suriyeli sığınmacılar için çok zor olduğunun altını çizen Danış, Suriye’de insani koşulların hâlâ kurulamadığını ifade ediyor. Başka bir ülkeye yerleştirilmesinin ise Batı’da göçmen karşıtı partilerin yükselişiyle iyice imkansız hale geldiğini hatırlatan Danış, entegrasyon seçeneğini ise şöyle anlatıyor: “Ürdün ve Lübnan’daki durum kadar kötü olmasa da, Türkiye’de de ekonominin kötüleşmesinden beri mültecilere yönelik bir tepki var ve muhalefet partilerinin de bayraktarlığını yaptığı üzere toplumun önemli bir kesimi mültecilerin ülkelerine dönmesini istiyor. Uluslararası aktörler sığınmacılara ev sahipliği yapan devletleri desteklemek için yerel ekonomilere yönelik kredi paketlerine göçmen istihdamını da ekliyorlar.” Uluslararası kuruluşların son dönemde yardım yerine, kalkınma odaklı destek paketlerine öncelik verdiğini vurgulayan Danış, bir an önce hamasetten uzak, akılcı ve tüm toplum kesimleri için adaletli bir politika üretilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
GÖÇMENLER İŞ YERLERİNDE CANINDAN OLUYOR
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığının resmi verilerine göre Türkiye’de ikamet izniyle bulunan 1 milyon 107 bin 532 göçmen var. 3 milyon 113 bin 478 Suriyeli ise geçici koruma statüsünde. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2021’de açıkladığı verilere göre Türkiye’de çalışma izni verilen toplam göçmen sayısı 168 bin 103, Suriyeli sayısı ise 91 bin 500 olarak açıklandı. Yalnızca 15-24 yaş aralığında 577 bin 884 Suriyelinin Türkiye’de yaşadığı göz önünde bulundurulduğunda bu sayılar bile kayıtsız çalışma oranının ne denli yüksek olduğunu gösteriyor.
Bu kayıtsızlık göçmen işçileri tüm iş güvenliği önlemlerinden ve sosyal haklarından mahkum kılarken göçmen işçi cinayetlerine dair bir takibi de zorlaştırıyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin 2013-2022 seneleri arasını kapsayan raporuna göre bu 10 yılda 834 göçmen işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Her yıl ortalama 83 göçmen iş cinayeti yaşanıyor. Tüm iş cinayetlerine içerisinde yüzde 4.41’e tekabül eden bu sayı, her yirmi iş cinayetinin birinin göçmen işçi olduğunu gösteriyor. İş cinayetlerinde ölen göçmen işçilerin yüzde 51’i Suriyeli, yüzde 18’i ise Afganistanlı. Çalıştıkları iş kollarına bakıldığında ise kayıtsız çalışmanın en yoğun olduğu sektörlerden tarım yüzde 29, inşaat ise yüzde 25’le en başta geliyor. Bu verilerin üstüne 2023’te 94, 2024’ün ilk 5 ayında ise 25 göçmen işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Yani Türkiye’de son 11 yılda en az 953 göçmen, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Yine 2013-2024 yılları arasında 72’si Suriyeli olmak üzere 81 göçmen çocuk işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.
120 MİLYON KİŞİ ZORLA YERİNDEN EDİLDİ
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (UNHCR) 13 Haziran 2024’te yayımladığı rapora göre; 2023 yılı sonunda dünya genelinde 117.3 milyon kişi savaş, şiddet, insan hakları ihlalleri ve ülke içi çatışmalar nedeniyle zorla yerinden edildi. Rapora göre, 2024 yılının ilk dört ayında iltica edenlerin sayısı artmaya devam etti ve nisan 2024 sonu itibarıyla 120 milyonu aştı. Bu da dünya üzerindeki her 69 kişiden 1’inden fazlasına denk geliyor.
MÜLTECİ CİNAYETLERİNDE SUÇA PERDE ÇEKİLİYOR
Kayıtsızlığın getirdiği güvencesizlik hukuk yoluyla süren cezasızlıkla devam ediyor. Zonguldak’ta yakılarak katledilen, kaçak bir madende çalışan Afgan Maden İşçisi Vezir Mohammed Nourtani’nin Avukatı Kerem Bahadır Şeker ve yakılarak öldürülen Suriyeli İşçiler Mamoun al-Nabhan, Ahmed Al-Ali ve Muhammed el-Bish’in dosyasının avukatı Eda Bekçi duruşmalar süresince yaşadıklarını Evrensel’e anlattı.
Anayasanın 36’ncı maddesine göre herkesin eşit olduğu ifade edilse de pratikte durumun böyle olmadığını, duruşmada da bunu gördüklerini ifade eden Şeker, duruşmada faillerin “Bu adamın kimliği yok, Afgan zaten, atalım” sözlerini hatırlatıyor. Göçmenler açısından Türkiye’de manzaranın bu olduğunu ifade eden Şeker, “Kim bilir böyle kimliği olmadığı için bulunamayan kaç kayıp, kaç ölü var?” diye soruyor. Maden sahipleri Hakan Körnüş ve Enver Gideroğlu’nun bir kaçak madeni daha olduğunu ifade eden Şeker, “Bu durum bir insanın canlı canlı yakılmasına gidiyor” diyor.
Aynı zamanda Karabük’te şüpheli şekilde hayatını kaybeden Gabonlu Dina’nın da avukatlığını yapan Şeker, Dina’nın da henüz kamuoyunda gündem olmadan önce “suda boğulma” denerek dosyasının kapatıldığını hatırlatıyor. Eğer ailesi durumun peşine düşmeseydi belki delil bile toplanmayacağını anlatan Şeker, tüm bunların geçici koruma statüsüne sahip veya kimliği olmayan göçmenler açısından yaşanan durumun özeti olduğunu ifade ediyor. Göçmenlerin ağır hak ihlallerine maruz kaldığına, patronlarca kaçak ve ucuz iş gücü olarak kullanıldığına kendi ilgilendiği dosyalardan örneklerle anlatan Şeker, göçmenlerin kayıtsız ve kimliksiz olmasına bir an önce çözüm bulunması gerektiğini vurguluyor.
"BU CİNAYETLER TESADÜF DEĞİLDİ"
İzmir Güzelbahçe’de 16 Kasım 2021’de yakılarak öldürülen Suriyeli İşçiler Mamoun al-Nabhan, Ahmed Al-Ali ve Muhammed el-Bish’in dosyasının avukatı Eda Bekçi de benzer gözlemlere sahip. Üç Suriyeli işçiyi katleden Kemal Korukmaz işlediği cinayetler nedeniyle 3 defa ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı ancak sanığın işçileri tasarlayarak, canavarca hisle suç işlediğine ilişkin delil olmadığı ifade edildi. İki tarafın da karara ilişkin istinafa başvurduğunu, incelemelerin devam ettiğini aktaran Bekçi, yargılamanın iki aşaması olan soruşturma ve kovuşturma aşamalarından soruşturma kısmının oldukça eksik olduğunu söylüyor. Olayın ardından etkili bir soruşturma yürütülmediğini, failin suçun ikrarıyla; iki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını bıçaklaması ile ortaya çıktığını ifade eden Bekçi, öncesinde ısrarlı bir şekilde yangının elektrik kontağından çıktığının iddia edildiğini hatırlattı. İtfaiyenin raporlarında da sürekli bunun kaydedildiğini ifade eden Bekçi, “Daha sonrasında evde elektriğin bile olmadığı ortaya çıktı. Fail Güzelbahçe Polis Merkezi etrafında defalarca dolaşmış olduğuna dair tanık beyanlarına, failin emniyete gitmesine rağmen ifadesi bile alınmamıştı. Eğer tanık beyanları dikkate alınsaydı iki kişinin daha canını yakamayacaktı. Yargı süreci resmen tesadüflerle ilerledi” diyor.
Failin ısrarlı bir şekilde suçunu inkar ettiğini, ancak daha sonra cinayeti “Suriyelileri ülkeden ‘temizlemek’ amacıyla işlediğini” söylediğini hatırlatan Bekçi, bu durumun tekil bir örnek değil yılların birikimi olduğuna dikkat çekiyor. 2013’ten itibaren hareketli ve dinamik nüfusun da yoğun göçüyle birlikte entegrasyon politikalarının etkisiz ve yetersiz olduğunu söyleyen Bekçi, “Eğer toplumsal bir çatışma yaratırsanız; göçmenleri çaresiz, eğitimsiz, kayıtsızlığa mahkum ederseniz farklı suçlar ve eğilimler ortaya çıkar” diyor. Bu suçların önce sokaktaki bir çocuğu tokatlamaktan başlayıp insanları canlı canlı yakmaya kadar gittiğini, kar topu gibi büyüdüğünü ifade eden Bekçi, örneğin bu cinayetin X gibi sosyal medya mecralarında bazı kişilerce ‘onore’ edildiğini söylüyor. Bu cinayetin rastgele-tesadüfi olmadığını söyleyen Bekçi, “Önlemler alınmadığı sürece bunlar büyüyecek. Türkiye’de nefret suçu tanımlaması oldukça yetersiz. Bu tür yargılamalar yasayı değiştirir, geliştirir. Eğer hakim gerekçeli kararda bu durumu not etseydi nefret suçu tanımlamasında olumlu değişikliklere gidilebilirdi, bizim talebimiz de buydu ancak gerekçeli kararda geçirilmedi” ifadelerini kullanıyor.
BİRLEŞİNCE KAZANDILAR
2017 yılında Adana’da saya işçileri düşen ücretler, artan hayat pahalılığı karşısında iş bırakma eylemleri yaptılar. Bu eylemlerde, yerli işçilerle birlikte Suriyeli saya işçileri de vardı. Yerli işçiler, patronun kendilerine “daha ucuz bir alternatif” olarak kullandığı mülteci işçilerle birlikte iş bırakarak kazandı. Sayacıların yanı sıra 2023’te Antep’te de düşük zam dayatmasına ve iş yükünün artırılmak istenmesine karşı Türkiyeli ve Suriyeli döküm işçileri birlikte iş bırakmıştı.