21 Haziran 2024 05:51

Bir röportajın düşündürdükleri: Vülger Marksist iktisat mı, burjuva-sol iktisadı mı?

İktisatçı Erhan Bilgin yazdı: "Boratav’ın ifadesi 'Allah esirgesin!' yaratılan gelirin (artı-değer ve ücret) sanki kârlardan doğduğu gibi yanlış bir izlenim de yaratıyor ki ele almaya değmez."

Artı TV'nin YouTube yayınından ekran görüntüsü alınmıştır.

Paylaş

Erhan BİLGİN*

Meslek edinmek zorunda kaldığım iktisatçılık uğraşından epeydir uzaktayım, ama hâlâ sorarım “İktisat nedir” diye.

Takip ettiğim bir internet haber sitesindeki bir mülakat (Korkut Boratav: Muhalif kitle örgüt bulamayınca lider arıyor, İrfan Aktan, artıgerçek.com, 3 Haziran 2024) “İktisat nedir acaba” diye yeniden sormama neden oldu.

Gazetecimiz muhatabını, “...Emekçilerin kurtuluşu açısından radikal, devrimci öneriler sunmaya devam eden Türkiye’nin en kadim Marksist iktisatçısı, (...) Prof. Dr. Korkut Boratav” diye tanıtmakla kalmamış, üstelik isminin önüne “kadim ötesi” anlamını çağrıştıran “en kadim”[1] sıfatını da eklemişse, iktisatçımızın hikmetli sözler edeceği zehabına kapılmaktan nasıl kurtulabilirdim. Fakat okurken neredeyse her paragrafta, “İktisat nedir” sorusu zihnimde çınladı durdu...

Gazete makalesinin kendine özgü sınırlarını aşmadan mülakatın aklıma “İktisat nedir” sorusunu getiren pasajlarını kendimce ele aldım.

"ARTI-DEĞERİN (KÂR) ÜCRETLERE KAPTIRILMASI"

“İktisat nedir” sorusunun zihnimde dönmesine neden olan ifadelerden biri Boratav’ın şu sözleriydi: “Büyük sermaye 2001 dönemecine geldiğinde, kârları negatif olmuştu. Yani sermaye artık değerin önemli bölümünü faize ve katma değerin ana gövdesini oluşturan ücretlere kaptırıyordu.Bu cümle galiba iktisatçımızın düşünce yapısını yeterince kristalize ediyor.

1) Bu cümle iktisatçımızın bir teoriden hareket etmediğine işaret ediyor. Çünkü kapitalizmde “kâr” asla negatif olamaz, burjuva iktisadı kılavuzumuz olsa bile. Burjuva iktisat teorilerinde kâr, sermayenin, üretim sonucu “Hak ettiği” gelir biçiminde belirir ve üretimin daima doğrusal biçimde arttığı varsayıldığından kâr daima pozitif kabul edilir.

Marksist iktisatta ise kârın veya artı-değerin negatif olduğu kolayca ileri sürülemez. Olsa olsa sıfıra eşit olabilir ki bu durumda artı-değerin tümüne devrim dönemlerindeki gibi işçiler el koymuş olmalıdır Dolaşım sürecinde, artı-değerin, malların tümü satılmadan elde kaldığını varsaysak bile bu durumda artı-değer yine sıfıra eşit olacaktır.

Aslında kârlar 2001 yılında Boratav’ın ileri sürdüğü gibi negatif de değildir. Boratav bunu neden fark edememiştir?

2) Bunun nedeni iktisatçımızın olguların dış görünüşünden hareket etmesi. Resmi veriler “bilanço kârı” ile “faizleri” daima ayrı, birbirinden bağımsız kategoriler biçiminde sunduğundan yanılgıya düşmüştür. Halbuki her tutarlı Marksistten beklendiği gibi, olgunun sunuluş biçimini aşarak arka plana geçebilse faiz ve kar toplamının pozitif olduğu sonucuna varabilirdi.[2]

3) Gerçekten de resmi veriler artı-değeri “bilanço kârı” ve “faiz” diye ayırarak kategorileştirir. Bu ayırım istatistikçinin veya muhasebecinin keyfine göre icat edilmemiş, dayanağını “vülger burjuva iktisadı”nın faizi de kârı da üretim faktörü sayan teorisinde bulmuştur. Bu tutum işçilerin yarattığı değere (yani artı-değere) el konulmasını doğal ve meşru gösterme çabasından başka bir şey değildir, aslında.

4) Gelelim, iktisatçımızın “sermayenin, artı-değerin önemli bir bölümünü ücretlere kaptırdığı” iddiasına. İlk bakışta dil sürçmesini andıran bir ifade gibi görünüyor. Hele iktisatçımız Türkiye’nin “en kadim Marksist iktisatçısı” ilan edildiğine göre dil sürçmesinden başka bir değerlendirme yapmamız pek güç. Fakat yukarıda görmüştük, iktisatçımız, olguların sunulma biçimini sorgulamadan kabul ediyordu. Yani yaratılan değerin, üretim faktörlerinin basit toplamından oluştuğunu, Marx’ın deyimiyle “iç bağlantılarından bağımsız biçimde” vücut bulduğunu varsaymış oluyordu.

Buna göre ücretler ve kârlar, üretim sürecine özerk üretim unsurları biçiminde katılmışlar, sağladıkları katkının aritmetik toplamı da toplam geliri oluşturmuştur. Ancak “Sorun bu biçimde ortaya konulursa yanlış ifade edilmiş olur. (...) Ücretler emekçinin karşısına sermaye biçiminde [değişir sermaye] çıkmadan, bu emekçinin geliri biçimini alamaz. Ürünlerin bir kısmı sermayeye dönüşmemiş olsaydı, öteki kısmı ücret rant ve kâr biçimine giremezdi.”[3]

5) Mesele bu şekilde kapanmıyor maalesef. Boratav’ın ifadesi “Allah esirgesin!” yaratılan gelirin (artı-değer ve ücret) sanki kârlardan doğduğu gibi yanlış bir izlenim de yaratıyor ki ele almaya değmez.

"BÖLÜŞÜM ŞOKU"

6) Boratav’ın “1989’dan sonra bölüşüm ilişkilerinde, darbe döneminin yarattığı bölüşüm şokunu emekçiler telafi ettiler” sözü karşısında da “İktisat nedir?​” diye sormamak imkansız.

İktisatçımızın “Radikal, devrimci öneriler sunmaya devam ettiği” ilan edildiğine göre neden yeni kavramlar imal etmesin?  Belki de dağarcığımıza, “literatüre uygun” yeni bir kavramı katma fırsatı bulmuşuzdur![4]

Bir an için bu “bölüşüm şoku” ifadesinin gerçek bir iktisadi kavram olduğunu kabul edelim. Fakat bu durumda yöntem bakımından, bu ifadenin görme biçimimizin (olgunun dış görünüşünün) ötesine geçmesi, gerçek iktisadi süreçlerde bir aşamayı veya niteliği ifade etmesi gerekir. Yani bir kavram niteliği taşımasa bile en azından kavramsal çerçevenin tanımlanmasında katkı sunmalı, böylece “nesnel” bir düzeye kavuşmalıydı. Diyelim ki, bölüşüm ilişkilerinde ücretin düzeyi veya sömürü oranı belli bir aşamayı ifade ettiğinde “bölüşüm şokundan” söz edilmeliydi. Bu da yetmez ayrıca “nesnel nitelik” kazanması için bütün ekonomilerde de geçerli olmalıydı.

7) Gerçekte Marx’ta ve Marksist iktisatta “bölüşüm şoku” gibi tuhaf, saçma ve bir bakıma esrarlılık izlenimi yaratan ifadeleri bulmak imkansızdır. Bölüşüm ilişkileri aslında üretim ilişkilerinin yani toplumsal sınıfların ve sınıflar mücadelesinin öteki yüzünü oluştururlar ve “Şok edici” psişik veya esrarlı hiçbir şey içermezler.

Kapitalist üretim sürecinin temelini oluşturan sömürü oranının ve artı-değer kitlesinin büyüklüğünün sınıf mücadelesinden bağımsız belirlenemeyeceği gerçeği bulunur. Sınıf mücadelesinin içeriğinde ve biçiminde ise diyelim ki ücretler asgari geçimin altına düşse bile şaşırtıcı (Şok edici), esrarlı ve anlaşılmaz hiçbir nokta yoktur.

"PAYLAR TEORİSİ" VE "EMEĞİN PAYI"

Son olarak Boratav’ın “...Kriz iki boyutlu. Sermaye ihya oldu; 6 veya 7 senede milli gelirdeki payı yüzde 10.1 puan artan bir sınıf ...” cümlesini ele alalım.

8) Kapitalistlerin veya işçilerin milli gelirdeki paylarının artış veya azalışından hareketle kârların veya ücretlerin gerçek durumu hakkında analiz yapmak yöntem bakımından kaba ampirizmin kolaycı örneği olmakla kalmaz, kapitalist üretim ilişkilerinin ve onun diğer yüzü olan bölüşüm ilişkilerinin üzerinin örtülmesi gibi vahim bir işlev görür.

9) Bu türden hesaplamanın hikmeti “Gelir dağılımı adaletsizliği’ne gerekçe oluşturmasıdır. Fakat bunun Marksist iktisatla ilgisini kurmak doğrusu pek güç. Çünkü bu tür analizlerde ücretlilik sisteminin adaletsiz olduğu kesin biçimde gizlenmiştir. Adaletsiz olan şey nicelik yani ücretin payı olarak belirir.

Halbuki “ücretlilik sistemi” temel alınsa “sömürü” mekanizmasıyla bir sınıfın emekçilerin değerine (gelire) el koyduğu yani gelirin paylaşılmadığı anlaşılacaktı. Dolayısıyla gelirlerin durumunu ortaya koyması gereken ölçü “gelir payları” değil “sömürü oranı” olmalıdır.

10) Boratav’ın gelir paylarını analizi, ücretin maliyet unsuru olarak dikkate alındığı şüphesini de yaratır. Çünkü mekanizma “Gelirlerin paylaşılması” şeklinde işlediğinden ücret yükselirse maliyetler de artar, kârlar azalır. Veya tersi. Böylece mesele maliyetler, hasılat ve kârların farklarının hesaplanmasından ibaret hale gelir. Geriye payların yüzdeliklerini hesaplamaktan başka işlem kalmaz. Ücret payı düşük hesaplandığında da iktisatçımız haykırmaktan geri kalmaz.

11) Bu formülasyonla verimlilik ve emek-yoğunluğunun (ve emek sürecinin diğer unsurlarını oluşturan çalışma süresi, örgütlenme düzeyi, iş disiplini, sabit sermaye miktarı) incelenmesi külfetinden de kurtulunur.

Mesela, iki ayrı (iç pazar) ekonomi düşünelim ve ikisinde de çalışma süresinin, işçi sayısının ve ele geçen ücretin aynı olduğunu varsayalım. Fakat birinde sabit sermaye daha büyük dolayısıyla “sermayenin organik bileşimi” daha yüksek olsun. Bu ekonomide verimlilik hızla artacağından toplam gelir de büyür, ama eğer Boratav’ın formülasyonu kullanılırsa, ücretin payı, diğerine göre daha düşük görünecektir. Boratav’ın yöntemine sahip bir iktisatçı bu durumda ücret payı düşük diye “bölüşüm şokundan” bahsetme imkanı bulmuş olacaktır.

SONUÇ

İncelemem bitti fakat kesin bir cevap edinmiş değilim... Hâlâ kendime soruyorum “İktisat nedir” diye. Galiba öncü işçiler iktisat meseleleriyle ilgilenmeden ve Marksizm akademi dışında zengin ve canlı ilgiyle kuşatılmadan öğrenemeyeceğim... Emek tanrısından bu meselelerin çözülmesini dileyelim!..
 

*alierhanbilgin@gmail.com
______

[1] Gazetecinin mülakatta kullandığı “kadim” sıfatının önüne “en” sözcüğünü eklemesi, bu kelime “öncesiz; sonsuz biçimdeki evvel” anlamına sahip olduğu için gramer bakımından da hatalıdır.

[2] “Artı-değer sermayenin payına düşen kâr biçiminde görünür ve girişim kârı ile faize bölünerek farklı türden kapitalistlerin eline geçebilir.”  K. Marx, Capital III, s.721.

[3] “Bölüşüm ilişkilerinin incelenmesinde ilk çıkış noktası yıllık ürünün ücretler, kâr ve rant arasında bölüşüldüğü iddiasıdır. Ama sorun bu biçimde ortaya konulursa yanlış ifade edilmiş olur. (...) Halbuki ücretler emekçinin karşısına sermaye biçiminde [değişir sermaye] çıkmadan, bu emekçinin geliri biçimini alamaz. Ürünlerin bir kısmı sermayeye dönüşmemiş olsaydı, öteki kısmı ücret rant ve kâr biçimine girmezdi.” K Marx, Capital III, s.73-s.770.

[4] İktisatçımızın literatüre “zengin katkılarına” dair şu esere bakılabilir: Fügen Eryılmaz, “Kapitalizmin ve Ulusal Ekonominin Dönüşümü” Belge Yayınları, 1993, s.20 ila 40.

ÖNCEKİ HABER

Kartal Meydanı'nda "kayyumlara geçit vermeyeceğiz" mitingine çağrı

SONRAKİ HABER

Aközbekler'de işçiler işten atılıyor, TEKSİF işçilere sahip çıkmıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa