Vatan aşkı, Ronaldo'yla Selfie aşkına yenildi
Fotoğraf: AA
Dortmund'a gitmek için fazla acele etmedim. Daha önceki gidiş geliş sürecimde edindiğim deneyim bana bu güveni vermişti. Gün geçtikçe yapılan bazı iyileştirmeler de beni rahatlatmıştı belki. Maça 5 saat vardı. Köln'de de oynanacak bir maç vardı o gün. Şehirdeki Rumenler katedral meydanı önünde yavaş yavaş toplanıyordu. Belçikalılar da bölüm bölüm şehre akın ediyordu. Fazla vakit kaybetmeden yanıma yolculuk kahvesi alıp trenimi beklemeye koyuldum.
İki Portekizli Dortmund'a giden trenin yerini sormak için bana yaklaştı. Biri Sporting, diğeri ise Juventus formalıydı. Maça dair fikirlerini sordum, “Çekya maçındaki gibi oynarsak işimiz zor” dediler. Juventusluyla “Bizim genç 'Yıldız'ın oynadığı takımın formasını giymişsin sen de” diyerek takıldım. O sırada tren geldi ve sohbeti mecburen sonlandırdık. Aşırı bir kalabalık yoktu. Oturacak yer bulmuştum rahat bir yolculuk için. Normalde 80 dakika sürüyordu varış süresi. Bazı duraklarda yoğunluk nedeniyle yaşanan beklemeler varışımızın gecikeceğini hissettiriyordu. Bochum'a geldiğimizde çoktan 20 dakika gecikmiştik. İnsanların stresini azaltmak için yapılan anonslarla durum izah ediliyordu. Bochum'dan sonraki durak Dortmund’du. Normal şartlar altında 'gelmiştik' sayılırdı. Ama gelen anonsla sabırlar ve sinirler biraz gerildi: “Sevgili yolcular bir çok trenin Dortmund'da yolcu iniş binişleri için sırada olması nedeniyle biraz beklemek durumundayız.” Bekleyiş az buz değil, yarım saat sürdü. Tren hareketlenmeye başladığında alkışlar yükselirken ilginç bir başka anons geliyordu: “Yolcularımızdan biri dumanlı bir şeyler tükettiği için yangın alarmı aktifleşti. Bu durum trenin ilerlemesine engel olabilir. Lütfen tüketmeyin. Ve ayrıca biri tuvaletteki musluğu bozmuş. Hepimiz su içinde kalabiliriz. Lütfen düzgün kullanın ve çalışanımıza sorunu çözmesi için yardım edin.”
Normalde 80 dakika kadar sürmesi gereken yolculuk tam 2 saat sürdü. İlk maçta pek bir yönlendirme görmediğim stadyuma direkt giden treni bulmuştum bu sefer. Kalabalıklara ve şehre karışmadan direkt stadyuma gitmiştim.
Maç öncesi Dortmund’da hava beklenenden iyi, tribünler ise coşkuluydu. Bu turnuvada Köln'deki ilk maçtan sonra güneş altında izlediğim ikinci maçtı. Westfalen'de sadece kale arkası tribünde alt kat silme Portekizliydi. Geri kalan tribünler Türklerle doluydu.
Kalede Altay'ın başlayacak olması soru işaretlerini de beraberinde getiriyordu. Herhalde milli takım geçmişi ve sezon boyu maç oynamasa da rakipteki oyuncularla antrenman yapıyor olması Montella için tercih nedeni olmuştu. Karşılaşmada ilk şutu Ronaldo attı. İlk boşluk verilmişti savunmada.
Altıncı dakikada Kaan Ayhan, Zeki Çelik'i muhteşem kaçırdı defansın arkasına. 3'lü savunmanın boşluklarından birini bulmuştu Türkiye. Yunus savunmacıyı oyalarken top Zeki'ye inmişti. Arka direğe pasında Kerem Aktürkoğlu gole çok yaklaştı. Ama topu ağlara gönderecek vuruşu yapamamıştı. İlk şutu Portekiz atsa da en tehlikeli gol pozisyonunu Türkiye bulmuştu. 10 dakikalık tansiyonu yüksek oyundan sonra Portekiz topa hâkim olma oyununu uygulamaya çalışıyordu.
Rakip Portekiz kanatlara doğru oyunu açmak istediğinde bunu rahatlıkla başarabiliyordu. 20'inci dakikada soldan başlayan atakta Ferdi, Kerem, Kaan Ayhan paslaşmasıyla Orkun Kökçü'yü savunmanın arkasına kaçıracak alanı yakaladı Türkiye, ancak Pepe savunmanın arkasını süpürmek için görevdeydi ve izin vermedi. Orta sahada Orkun bazı pozisyonlarda geri gelmekte geç kalıyor, Kerem dönüşlerde aksıyordu. Yenilen ilk golde de geriye dönüşler başa bela olmuştu. Bernardo Silva bu açıklardan birini değerlendirip maçtaki ilk golü attı.
Abdülkerim'in hücum sırasında topa vuracakken sarı kart görmesi, milli oyuncunun konsantrasyon bozukluğu yaşadığına işaret ediyordu. Bu haldeki bir Abdülkerim patlamaya hazır bir bomba gibidir. Ama esas bombayı Samet ve Altay patlattı. Birbirine bakmadan oynamaları doğurdu bu sonucu. Gerçi Samet'in bu tür bir hatasını Polonya maçında da görmüştük. Yani tam da böyle hazırlanmıştı milli takım maça! Samet'in pasından öte beni en çok sinirlendiren şey önümdeki bir taraftar oldu.
Samet'in geri pasında Altay’ın hatasıyla gol yiyordu takım; ama önümdeki kişi “Yunus Akgün de kim!? Bu adam niye oynuyor” diye isyan ediyordu. Milli takımın performansını tartışma seviyesi buraya gelmişti.
Gollerden sonra milli takımda stoperlere bir güvensizlik geldi. Her topta Kaan ya da Hakan'ı aramaya başladılar. Ferdi'yi öne çıkarmakta da zorlandı ekip.
Arda ve İsmail ısınmaya gidince taraftarlardan alkış yükseldi. Sağ tarafımda yer alan taraftarlar arasındaki iki ufak Portekizli çocuk bile ‘Arda! Arda!’ diye bağırıyordu.
İlk yarı rakip kale önünde tehlikeli girişimleri vardı Türkiye'nin. Gol gelmemişti ama turnuvanın doğal favorilerinden biri karşısında durum çok da kötü değildi.
Montella ikinci yarıda Orkun yerine Yusuf'u almıştı. Devrenin henüz başında Kerem ve Ferdi arasındaki pas hatası Portekiz'e üçüncü gol şansını veriyordu. Takımı bu pozisyonda kurtaran kendi yarı alanında tek başına kalan Hakan Çalhanoğlu oldu. Son adam olarak yaptığı kritik müdahale 48. dakikada maçın 3-0'a gelmesine engel olmuştu.
Karşı pres yapmayıp beklemek Portekiz'e daha fazla tehlike yaratma ihtimali verdi haliyle. Bu da gerginliği artırdı. Türkiye ikinci yarıda ilk tehlikeli girişimini 53'üncü dakikada Yusuf Yazıcı'nın uzaktan şutuyla yarattı. Fakat ardından savunmada yaşanan bir başka konsantrasyon eksikliği Portekiz'e üçüncü golü kazandırdı. Ronaldo defansın arkasına kaçmış ve Bruno Fernandes'e golü atmak kalmıştı.
İsmail Yüksek ve Kenan Yıldız'ı bu dakikadan sonra oyuna almak pek olumlu sonuç vermedi. Tribünlerdeki coşku yerini sessizliğe bıraktı. 3-0’ın ardından artık Portekizliler coşkuyla şarkılarını söylemeye başladı. Bu sürede Portekiz dördüncü gole çok yaklaştı. Böylesine kötü bir kafa vuruşunu kimse beklemezdi Ronaldo'dan.
Tribünlerin üçüncü golden beri süren suskunluğu, 68'inci dakikada sahaya giren bir çocuk seyirciyle bozuldu. Türk çocuk Ronaldo ile selfie çekip gitmişti. Averajın çok önemli olduğu turnuvada Türk bir taraftar rakip takım oyuncusuyla fotoğraf çektirmek için takımı aleyhine tempoyu düşürüyordu.
Son 20 dakikada Arda Güler oyuna girdi, Yunus Akgün oyundan çıkarken yuhalandı. Ve yine tüm tribünler Arda'nın ismini söylemeye başlıyordu.
Bir gol bulma umuduyla ve oldukça da yavaş paslarla rakip kale etrafında tehlike yaratmaya çalışan Milli Takım, bir süre sonra topu ayağına alanın ceza sahasına havadan göndermesi suretiyle oyunu ‘şişirmeye’ başladı. Böylece Yusuf Yazıcı değişikliği de hiçbir etki yaratmadı. Hava toplarında iyi olduğu bilinen savunma bloğuna karşı Cenk Tosun ya da Bertuğ Yıldırım oyuna girse çok daha etkili olabilirdi. Barış Alper de kanada geçtikten sonra verimli olmadı. Maç biterken oyuna sonradan giren Merih, skorun 4 olmasına izin vermiyordu müdahalesiyle.
Karşılaşma devam ederken iki kişi daha selfie çektirme tutkusuyla sahaya girmiş, tempoyu iyice bitirmişti. Maçtan sonra da selfie yarışı devam etti. Anlaşılan o ki konu Türkiye olduğunda dilinden vatan sevgisini düşürmeyenlerin sevgisi 3-0'a kadar sürmüştü. Vatan sevgisi Ronaldo ile selfie sevgisine mağlup olmuştu bu maçta.
- İngiltere'de golcü farkı 11 Temmuz 2024 17:40
- Umut veren bir takım 07 Temmuz 2024 18:10
- İtalyan İşi! 03 Temmuz 2024 15:50
- Ronaldo, Costa'ya şükretsin! 02 Temmuz 2024 15:17
- İspanya bana inat! 01 Temmuz 2024 16:05
- İklim değişikliği ve futbol: Almanya - Danimarka 30 Haziran 2024 16:41
- 16 yıl sonra yine bir Çek hikayesi! 27 Haziran 2024 16:15
- Avusturya sürprizi, Futbolun katili C Grubu 26 Haziran 2024 13:52
- İtalya kendini hatırladı! 25 Haziran 2024 12:10
- Horozun sesi, portakalın tadı yok 22 Haziran 2024 13:10
- Gelsenkirchen kâbusu 2! 21 Haziran 2024 17:53
- Bisikletle Euro 2024 keyfi! 21 Haziran 2024 00:18