26 Haziran 2024 04:31

Direnen renkli çiçekler

Pembe, tüm varoluş hikayelerinde var çünkü yok sayılmış bir geçmişten geliyor. Sofrada bir tabak eksilsin diye küçük yaşta evlendirilmiş, prenses olacağım derken kül kedisi olmuş.

Fotoğraf: Özge Doğar

Paylaş

Sedef ERGÜRBÜZ

“Ne güneş ceplere sığar ne de deniz banka cüzdanlarına… Yumruğun kadardır yüreğin, gökyüzü işte oraya sığar”

Yazar Özge Doğar sekizinci kitabı “Renkli Çiçeklerim Var” ile ilk kez öykülerini okurlarla buluşturdu. Çiçekleriyle birlikte hayallerini de bizlere uzatan Pembe karakteri üzerinden kurgulanan on üç öyküyle fark edemediğimiz, geçip gittiğimiz, önemsemeyip uğraşmadığımız kişiler, durumlar, olayları tekrar düşünmemiz, gözden geçirmemiz sağlanıyor.

“Benim adım Pembe, siz bana Çiçekçi Kadın dediniz, adımı sormaya bile gerek duymadınız,”  cümlesiyle başlıyor kitap. Kuvvetli bir vurguyla söylenen isimlerle başlamak istiyorum söyleşimize.

"KAYBOLMAMAK İÇİN ÇİÇEKLER UZATIYOR PEMBE"

Resmi tarihin altında kişiliksizleşen, yok olan, kimseler onun farkında olmadan bu hayattan geçip giden, adından başka hiçbir şeyi olmayan, bu yüzden sürekli “Benim adım Zebercet” diyen Aylak Adam ile ortak dertleri var mı Pembe’nin?

Bir hayalet gibi insanların arasında olup da görünmeme, duyulmama, varken yokmuşlar gibi algılanma ve bunun sonucu olarak da bu insanları ötekileştirerek günün sonunda suçlu durumuna düşürmek. Pembe inatla iyilikten güzellikten yana tavır alıyor. Onun bireysel eylemi iyi olmak. Çünkü Pembe hep kötülük görmüş, kötülüklerden kaçmış iyiliğe sığınmış. Yöntem olarak bunu seçmeyebilirdi, belki de aşk ehlileştirdi onu.

Sistem gün geçtikçe hepimizi yalnızlaştırdı hatta bunu moda haline getirdi. Hepimiz gündelik hayatın sorunlarında ezilirken diğer taraftan kibir yakamızı bırakmadı. Önünden geçip gittiğimiz çiçekçi kadın ve diğer geçip gittiğimiz görmediğimiz insanlar ve insanlık bizim. Birbirimize yabancılaştıkça kaybolduk ve artık kilitlenme zamanı. Kaybolmamak için çiçekler uzatıyor Pembe, insanlara. Biz de önce bir merhabayı esirgememeliyiz çevremizden, belki de sokağımızdaki çiçek satan kadından.

Pembe çiçekleri aracılığıyla ruhen tutunmak, başkalarının bireysel tarihlerine mi eklenmek istiyor?

Kendi yüreğini uzatıyor Pembe. Çünkü biliyor ki hepimiz kişisel tarihimizde yara aldık. Bunu toplumsal tarihten getirdiğimizi bilmese de sıkıntılarımızda bir ortaklık var, bunu hissediyor. Bu yüzden “Renkli Çiçeklerim Var,” diyor; “Senin acına çare olamam ama belki yüzünde bir gülümseme yaratabilirim,” diyor. Pembe hayallere dalarken insanların hayatlarında görünür kılınmak istiyor. İnsanın tarihi, bir varoluş hikayesidir. “Varım,” diyor o da böylece.

"SOFRADAN BİR TABAK EKSİLSİN DİYE EVLENDİRİLMİŞ"

Moby Dick’in ilk cümlesine de yer vermek istiyorum: “İshmael deyin bana”. İshmael ve Kaptan Ahab ile aynı gemide mi Pembe?

Bu gemide kadınlara da yer var, evet. Pembe, tüm varoluş hikayelerinde var çünkü yok sayılmış bir geçmişten geliyor. Sofrada bir tabak eksilsin diye küçük yaşta evlendirilmiş, çalışmaktan terleyen sırtını büyümek diye düşünmüş, prenses olacağım derken külkedisi olmuş. Pembe, aynı zamanda milyonlarca kadının, duyulmayan sesi ve bir eylemde ezilen çiçeklerin kokusu. O bir kadın, kimseyle didişmiyor savaşmıyor sadece mücadele ediyor neyle mücadele ettiğini bilmeden.

Kendi hayat hikayesini anlattığı ilk öykü (Sanırsın, Prenses Olmuş Pembe!) ve Bugünde Bir Şey Var öyküleri hariç ufak değişikliklerle aynı cümle yer alıyor ilk paragrafta: “Renkli, duygulu, güzel kokulu çiçeklerim var; sarı, mor, yeşil, kırmızı… Senin nazik ellerine ne de güzel yakışırlar. Bir demet çiçek almak ister misin vazona?​” İlkinde çiçekçi olma hikayesi anlatıldığından olmaması doğal. Diğerinde yer almamasının bağlamsal bir sebebi var mı?

Kadınların bu sistemde sorunları var ve sanki bu sorunlar yokmuş da kadınlar sanki dert uyduruyorlarmış gibi bir algı yaratılmak isteniyor. Kadınlar varlar, insanca yaşama haklarıyla varlar. Kadınlar yoksa hayat da yok, renkli çiçekler de yok, çiçekçi kadın da yok, varsa da bir gölge olarak var. Benim öykülerimde kadınlar eşitlikten özgürlükten yana ve bu konuda taviz vermek gibi bir dertleri de yok. Kadın elinin değmediği dünya nezaketten dostluktan güzellikten uzaktır. Bugünde bir şey var, öyküsü erkek şiddetini ve eril dünyanın yarattığı tarumarı anlatıyor, çiçeklerin güzelliğini göremeyen eril dünyayı.  

"BEYAZ YAKALININ MADEN İŞÇİSİNDEN FARKI OLMADIĞINI  GÖSTERİYOR"

Önceki soruda geçen cümlede detaylarda yer alan farklılıkları da merak ediyorum. Bu giriş cümlesinin yer aldığı tüm öykülerde bahsedilen çiçekler renkli iken üçüncü öyküde (Yalancı Yeni Dünya) renksiz. Çiçek adı ve el betimlemelerinde de farklılıklar içeren birkaç öykü var. Vurgulamak istediğiniz neydi?

Her öykünün kadın ekseninde bir derdi var, karakterlerine göre çiçekler ve vurgular yaptım. Aslında bunu Çiçekçi Pembe yaptı, çünkü pembe çiçeklerini paylaşmak istiyor, bunun için de karakterlerine uygun sözcükler seçmeli. Yalancı Yeni Dünya öyküsü, birbirini sevmeyen insanlığın yeni dönemde ilaçlara sığınabileceğinden bahseden bir distopya. Birbirini sevmeyen insanlar, evlilik adı altında ilişki sürdürmeye çalışıyorlar ve bu kutsal bir birliktelikmiş gibi süsleniyor. Sevginin olmadığı yerde kutsallık yalan ve renksizdir.  İnsanlar birbirlerinden kaçıp ilaçlara sığınıyorlar ve gün gelecek belki de yemeklerimizi bile haplar ve kapsüllerle yapacağız. Topraktan yeşeren sebzelerin ve meyvelerin belki de sadece adı kalacak. Verimli topraklarımızın yavaş yavaş yok olduğu bir ortamda bu belki de bir gelecek kaygısı benim için.

Prezantabl Eleman öyküsünden önce yer alan  “Ne güneş ceplere sığar ne de deniz banka cüzdanlarına… Yumruğun kadardır yüreğin, gökyüzü işte oraya sığar,” cümlesiyle başka bir bölüm başlıyor. Ondan sonraki öykülerdeki karakterler de iş hayatından. Onların hikayelerini ayıran yol bizi nereye çıkarıyor?

O yol tüm çalışanların işçi olduğuna çıkarıyor. Beyaz yakalının aslında modern zamanda madende çalışan bir işçiden farklı olmadığını gösteriyor. Paranın egemen olduğu düzende emeğin ve sevginin dünyası kazansın ve Pembe’nin bizlere uzattığı renkli çiçekler yaşasınlar, istedim. Hepimizin kalbi iki yumruğumuz kadar ve bedenimizdeki bu yaşamsal organ sevgiyle, sadece emekle atar.

Merve Haklı mıydı? öyküsünde geçen “Şimdi her taraf toz. Bu toz bulutu zihnimizi kaplıyor, kalbimizi ele geçiriyordu. Zihnimiz düşünemiyor, kalbimiz sevemiyordu bu toz yüzünden. Ama yapacak bir şey yoktu, modern hayat bunu gerektiriyordu,” cümlesi oldukça etkileyici. Düşünmemizi engelleyen hatta her şeyi kolay unutmamıza neden olan bu toz bulutunu ortadan kaldırmak, içimizde uyuyan Gömülü Dev’i fark etmemizi sağlamak için çiçeklerini uzatan Pembe modern zamanlarda bir nevi şövalyelik mi yapıyor?

Bu toz bulutunu ortadan kaldırmak isteyen her birey, birer şövalye. Bazen kirli bir dünyayla savaşırız bazen yel değirmenleriyle bazen çarkın dişlileri arasında kalırız. Mühim olan kendimiz ve insanlık için güzel bir dünya yaratabileceğimize olan inançtır. Bunlar gerçekçi olmayan romantik sözler filan değil, tarihin ta kendisidir. Pembe de kendi dünyasının şövalyesidir, elbette.

Romanının sinema uyarlamasında Zebercet’i canlandıran Macit Koper bir yazısında şöyle demiş: “Anayurt Oteli’ni okuyup bitirenler Zebercet’tir. Başlayıp orasında burasında bırakanlar da Zebercet’tir. Hiç okumayanlar, Zebercet olduklarını bilmiyorlar daha…”

Belki Pembe de bunu bilmeden uzatıyor çiçeklerini hepimize, hayalleriyle birlikte.  Umutların yeniden doğabileceğini, yeşerebileceğini unutmayalım diye.

ÖNCEKİ HABER

“Gerçek adalet tesis edilmediği sürece bu dava asla kapanmayacak”

SONRAKİ HABER

DBB itfaiyesi: Elektrik direğinden çıkan kıvılcımlar ekinlere düştü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa