26 Haziran 2024 13:54

"İşkence hâlen cezalandırma ve korkutma aracı olarak kullanılıyor"

26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü nedeniyle TİHV, TTB ve İHD ortak açıklama yaptı. Açıklamada işkencenin, yıldırma ve cezalandırma aracı olarak kullanıldığı belirtildi.

Fotoğraf: İHD

Paylaş

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Türk Tabipleri Birliği (TTB) İnsan Hakları Kolu ve İnsan Hakları Derneği (İHD), 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü nedeniyle ortak açıklama yaptı. Açıklamayı İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban okudu.

İşkenceyi önleme yükümlülüğünün devlete ait olduğunu hatırlatan Küçükbalaban, "Bu iç karartıcı hakikate rağmen, işkence insan eliyle gerçekleşen bir fiil olduğu için, insan eliyle de önlenmesi mümkündür. İşkenceyi önleme yükümlülüğü öncelikle devletlere aittir. Bu nedenle de devletler, her şeyden önce işkenceyi bir sindirme aracı olarak kullanmaktan vazgeçmeli, işkence suçlarını etkin bir biçimde soruşturmalı ve cezasızlıkla mücadele etmelidirler" diye konuştu.

CEZALANDIRMA VE YILDIRMA ARACI: İŞKENCE

Açıklamada uluslararası hukukta kesin bir şekilde yasak olmasına rağmen işkencenin Türkiye'de ve dünyada insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanılmaya devam ettiği ifade edildi. Açıklamayı okuyan İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban, 1987 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler (BM), İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme'nin yıl dönümü olan 26 Haziran günü, 1997 yılında BM İşkence Görenlerle Dayanışma günü olarak ilan edildiğini söyledi.

İHD Eş Genel Başkanı Küçükbalaban, işkencenin uluslararası hukuka göre savaş, savaş tehdidi, iç siyasi istikrarsızlıklar ve olağanüstü hal de dahil her koşulda istisnasız bir yasak olduğunu vurguladığı açıklamada şöyle devam etti. "Buna rağmen işkencenin hâlen dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak giderek artan biçimde kullanılıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında tesis edildiği biçimiyle küresel insan hakları rejimini ayakta tutan siyasi iradenin hızla çözüldüğü koşullarda, İsrail'in işkence yasağı ihlalleri başta olmak üzere Gazze'de sebep olduğu ağır insani kriz, bu çözülme sürecinin varacağı/vardığı noktayı göstermesi bakımından önemlidir."

"RESMİ GÖZALTI MERKEZLERİNDE İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE TÜM VEHAMETİYLE SÜRÜYOR"

İşkenceye Karşı Sözleşme'nin 1988 yılında kabul edildiğini, Türkiye'de ise işkencenin sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını koruduğu ifade eden Küçükbalaban, "Ekonomiden toplum sağlığına ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren mevcut siyasal iktidarın, her geçen gün daha da artan baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu, günümüzde tüm ülke adeta işkence mekanı haline gelmiştir" diye konuştu.

Açıklamada ayrıca iktidarın otoriterleşmesine paralel olarak yaygınlaşan keyfilik, denetim, izleme ve önleme mekanizmalarının işlevsiz bırakılması, yetkililerin işkenceyi teşvik edici söylemleri ve köklü cezasızlık politikaları vb. sonucunda resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve kötü muamele uygulamalarının tüm vehameti ile sürdüğü de ifade edildi.

Kolluk güçlerinin barışçıl toplantı ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekanlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları, önceki dönemlerde görülmeyen bir boyuta vardığını söyleyen Küçükbalaban, devamında şunları söyledi. "Kolluk güçlerinin, evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen, kural dışı, denetlenmeyen, cezalandırılmayan, siyasal iktidar tarafından görmezden gelinen, hatta teşvik edilen bu şiddeti sıradanlaşmış, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir. Yıl boyunca, demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanmak isteyen Cumartesi Anneleri/İnsanları, kadınlar, LGBTİ+'lar, işçiler, öğrenciler, yaşam savunucuları, gasbedilen iradelerine sahip çıkmak isteyen seçmenler, siyasi partilerin, meslek örgütlerinin üye ve yöneticileri, insan hakları savunucuları, farklı dini cemaat ve gruplar, mülteci ve sığınmacılar bu zalimane kolluk şiddetine maruz kalmışlardır."

CEZAEVLERİ ALARM VERİYOR

Zorla kaçırma/kaybetme vakalarında OHAL'in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden artış görülmesinin endişe verici olduğunu ifade eden Küçükbalan, kaçırılan Yusuf Bilge Tunç'tan 6 Ağustos 2019 tarihinden bu yana haber alınamadığı hatırlattı. Hapishanelerde işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının, 2015 Temmuz'unda yeniden başlayan çatışma ortamı ve OHAL ilanıyla birlikte hızla arttığına dikkat çekilen açıklamada, yeni yapılan S Tipi, Y Tipi ve Yüksek Güvenlikli hapishanelerin bu koşulları daha da ağırlaştırdığı da ifade edildi.

"İŞKENCEYİ ÖNLEME YÜKÜMLÜLÜĞÜ DEVLETE AİTTİR"

Küçükbalaban işkenceyi önleme yükümlülüğünün devlete ait olduğunu hatırlatarak şöyle konuştu. "Bu iç karartıcı hakikate rağmen, işkence insan eliyle gerçekleşen bir fiil olduğu için, insan eliyle de önlenmesi mümkündür. İşkenceyi önleme yükümlülüğü öncelikle devletlere aittir. Bu nedenle de devletler, her şeyden önce işkenceyi bir sindirme aracı olarak kullanmaktan vazgeçmeli, işkence suçlarını etkin bir biçimde soruşturmalı ve cezasızlıkla mücadele etmelidirler." (Ankara/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

İsrail Savunma Bakanı Gallant, ABD’li mevkidaşı Austin ile görüştü

SONRAKİ HABER

Siirt’te Dilan S. evinde şüpheli bir şekilde ölü bulundu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa