26 Haziran 2024 16:32

AB Parlamentosunda mülteciler hedefte: Ruanda planı AB’ye yayılabilir

Suriyeli mülteciler, Avrupa mülteci nüfusu içerisinde en büyük paya sahip olduğu için gerek göç politikalarındaki değişim gerek Avrupa’da aşırı sağın yükselişiyle söylemlerin ve eylemlerin merkezinde.

Fotoğraf: MA

Paylaş

İktisatçı Dr. Gaye YILMAZ

Fransa'daki Ulusal Miting, AB parlamentosu seçimlerinde oyların üçte birine yakınını topladı. İtalya'da seçmenlerin neredeyse yüzde 30’u Başbakan Giorgia Meloni’nin gelenekçi partisi İtalya Kardeşler'i destekledi. Aşırı sağ parti Almanya için Alternatif, 2019'daki performansıyla karşılaştırıldığında İspanya'daki Vox gibi oylarını ciddi biçimde arttırdı. Avusturya Özgürlük Partisi, kullanılan tüm oyların dörtte birini toplayarak Viyana'da birinci oldu. 7 Haziran'da başlayıp 9 Haziran’da sona eren son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de aşırı sağ partiler önemli kazanımlar elde etti.

AB ülkelerinde göçmen ve mültecilere karşı üretilen popülist söylemlerin arttığını biliyoruz. Ajans Franz Press, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, seçimlerin hemen ardından, aşırı sağ partilerin parlamentonun kontrolünü ele geçireceği korkusuyla, 9 Haziran 2024’de Ulusal Meclis'in feshedildiğini ve bu ayın sonunda erken seçime gidileceğini duyurduğunu bildirmişti. Bu durum diğer AB ülkelerinde de farklı değil. Her ne kadar bu, bir AB üyesi ülkede görülen sallantı olsa da açıkça görülen genel bir eğilim var: AB’nin hakim merkez partileri, Haziran 2024 AB Parlamentosu seçimlerinde önemli atılımlar yapan göçmen karşıtı, popülist sağ partilerin ayak seslerini duyuyor ve sığınmacıların ve yeni göçmenlerin Avrupa’ya yerleşmelerine izin veren düzenlemelere daha sıkı sınırlamalar getirerek mevcut itiraz ve tepkileri azaltmaya çalışıyor.

Seçim sonuçları ve yansımaları genel olarak Avrupa’ya göçü, özel olarak ise Suriye meselesinin siyasi ve insan haklarıyla ilgili boyutları olmak üzere iki konuyu doğrudan etkiliyor. Birincisi, Avrupa ülkelerinin Suriye rejimiyle ilişkileri. İkincisi, ister Avrupa’ya yeni gelen ve henüz sığınma hakkı elde etmemiş olsun mülteciler, ister halihazırda göç etmek isteyenler.

SURİYELİLER GÖÇE KARŞI PROPAGANDANIN MERKEZİNDE

Suriyeli mülteciler, Avrupa mülteci nüfusu içerisinde en büyük paya sahip olduğu için gerek göç politikalarındaki değişim gerek Avrupa’da aşırı sağın yükselişiyle politik söylemlerin ve eylemlerin merkezinde yer alıyor.

Diğer yandan Avrupa ülkelerinin dış politikasının artık neredeyse bütünüyle ABD dış politika çizgisine bağlı olduğunu da hatırlatmam gerek. Dolayısıyla ABD yönetimi, Suriye rejimiyle ilişkileri normalleştirme zamanının geldiğine karar verirse, Avrupa ülkelerinin de buna olumlu bakabileceğini tahmin etmek lazım.

Yine AB seçimlerine dönecek olursak, Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) tarafından 4 Haziran'da yayınlanan bir raporda, siyasi partilerin oy almak için göç meselesini, ulusal sorunları ve ulusal hükümetlerdeki mevcut yetkililere yönelik öfkeyi istismar ettiği belirtiliyor. Kuşkusuz, siyasi partilerin seçim öncesi kullandıkları propaganda, sürecin yalnızca politik-etik bağlamını ilgilendiriyor. Nedenler, sonuçlar konusunda pek fazla analitik ipucu vermiyor. Öte yandan aşırı sağ dalga, tek bir Avrupa ülkesiyle sınırlı değil, neredeyse tüm Avrupa kıtasını kapsıyor.

AB Parlamento’nun işlevlerine de kısaca değinmek yararlı olabilir. Pratik olarak Avrupa Parlamentosu üç alanda önemli bir varlığa sahip: Birincisi savunma, hukuk, demokrasi ve göç politikası gibi Avrupa politikasının önceliklerini yönlendiren AB Komisyonuyla bağlantılı. Diğer iki alan bütçe, yasaların çıkarılması, anlaşmaların reformu ve sözleşmelerin gözden geçirilmesiyle ilgili. Parlamentonun bağlantılarına bakıldığında AP seçimlerinin mülteciler ve göç üzerindeki etkisi kolayca anlaşılabilir.

Avrupa Birliği İltica Ajansı'na (EUAA) göre, AB ülkeleri 2023'te 1.1 milyondan fazla sığınma başvurusu aldı; bu son 7 yılın en yüksek rakamı.

TOPLU SINIRDIŞI PLANLARI

Bahar aylarının başlarında Avrupa Parlamentosu, göçmenlerin ve sığınmacıların gelişini yönetme sorumluluğunu üye devletler arasında daha eşit bir şekilde dağıtmak amacıyla göç politikasını elden geçirme kararı aldı. Ancak anlaşmanın ayrıntılarında, mültecilerin Avrupa’ya girişini engellemek için üçüncü ülkelere ödeme yapılmasına izin veren hükümler ve daha da kötüsü toplu sınır dışı etmelere yönelik ön planlar gizli.

Hatırlayalım, ocak ayında Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'na katıldı. Çeşitli konular arasında göç konusunda yorum yapması istendi. Forumun oturum aralarında CNN’den Richard Quest ile yaptığı röportajda kendinden emin bir şekilde, “Yunanistan muhtemelen göç sorununu diğer birçok Avrupa ülkesinden daha iyi yönetti” dedi ve ekledi: “Seçimlerde büyük bir zafer kazandık çünkü göçü sert ama adil bir göç politikasıyla yönetmeyi başardık.” Ancak bu “sert ama adil göç politikası”, 14 Haziran 2023’de Yunanistan kıyıları açıklarında Pylos yakınlarında batan bir göçmen teknesinde 100’ü çocuk olmak üzere 500’den fazla insanın ölümüyle sonuçlandı. Yunan sahil güvenliği olaya neden olmakla suçlandı. Tekneyi İtalyan karasularına çekmeye çalışmak, Akdeniz'deki en kötü deniz felaketlerinden biri olarak kabul ediliyor. Yunan makamları sorumluluğu reddetti ve bunun yerine hayatta kalanlardan dokuzunu tutuklayarak onları gemi kazasına neden olmakla suçladı. 2023 yılında yaşanan bu insani felaket sıkılaştırılmış bir AP göç sözleşmesinin henüz gündemde olmadığı bir süreçte yaşandı. Haziran 2024’de ortaya çıkan vahim tablo sonrasında neler olabileceğini öngörme işini Evrensel okuyucularına bırakıyorum.

ROUANDA PLANINI AB’DE DUYSAK ŞAŞIRMAYIZ

Göç Hukuku Uzmanı el-Mutassim el-Kilani, gazeteci Enab Baladi'ye, aşırı sağın Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki zaferinin AB ülkelerindeki sığınma ve göç politikaları üzerinde önemli etkileri olacağını, zira ana programlarının göçün sıkılaştırılmasını içerdiğini söylüyor. Fransız hukukçu, bu etkilerin, daha düşük kotalar uygulayarak kabul edilen mülteci ve göçmenlerin sayısını azaltmak, hatta mülteci kabulünü “askıya” almak, sınır güvenliği önlemlerini güçlendirmek gibi aşırı sağı daha katı sığınma ve göç politikalarına doğru itmeyi, yasa dışı mülteci ve göçmenlerin girişinin önlenmesi ve mülteci haklarını düzenleyen uluslararası anlaşmaların yeniden müzakere edilmesi veya bunlardan çekilmeyi içerebileceğini belirtiyor. Hem AB ülkeleri hem de çatışma bölgelerinde mülteci programları ve insani yardım için ayrılan fonları azaltmaya çalışabilirler.

Aşırı sağ partiler halihazırda Avrupa’da bulunan mültecilerin AB dışındaki ülkelere yerleştirilmesi konusunda da baskı yapabilir. İngiltere Avam Kamarası’nda onaylanan, yasadışı göçmenlerin “uygun görülenlerinin” Ruanda’ya sürülmesini düzenleyen yasa tasarısı benzeri çalışmaları önümüzdeki süreçte AB ülkelerinden de duyarsak şaşırmayalım.

Tüm bu hamlelerin, yerel topluluklar ile mülteciler ve göçmenler arasındaki gerilimin artması ve ırksal olaylar ile şiddetin artması da dahil olmak üzere, çatışma bölgelerinden kaçan mülteciler üzerinde etkileri olacak.

İÇ GÖÇ SEÇİMLERİ ETKİLEDİ

Aşırı sağ partilerin seçim başarısının yeni gelenlere karşı oluşan tepkiden kaynaklandığı yaygın olarak kabul edilse de göçe yönelik tüm bu odaklanma, bu eğilimin ardındaki başka bir güçlü dinamiği gizliyor: İç göç ya da yerel halkın başka bir bölgeye yerleşmesi ya da ülke dışına çıkışı. Yakın zamanda yayınlanan bir çalışmada, 2010’ların ortalarında 28 Avrupa ülkesinde merkezden dışarıya doğru iç göç ile popülist aşırı sağ partilere verilen oylardaki artış arasında bir ilişkiye işaret ediliyor.

Bu dinamikleri iki temel güç açıklıyor. Birincisi, birçok çalışmanın gösterdiği gibi, başlangıçta çevreden kentsel alanlara taşınan insanların sola eğilme olasılıkları daha yüksek. Onların ayrılmasıyla birlikte kalan seçmen havuzu doğal olarak eskisine göre daha fazla oranda muhafazakarlardan oluşuyor. Ancak seçmenlerin bileşimi hikayenin yalnızca bir kısmı.

Nüfusun azaldığı bölgelerdeki seçmenlerin siyasi eğilimleri de merkez soldan popülist sağa doğru değişiyor. Burada iç göç önemli bir rol oynuyor. Topluluklar çalışma çağındaki nüfuslarının giderek daha fazlasını kaybettikçe, hem sayıların azalması hem de vergi tabanının daralması nedeniyle kamu hizmetlerinde bir düşüş yaşıyorlar. Sonuç olarak okullar ve hastaneler kapatılıyor, toplu ulaşım kesiliyor ve yerel işletmeler kapanıyor.

ÖNCEKİ HABER

Bayraklı Belediyesi emekçileri: Umudumuz örgütlülüğümüzdür

SONRAKİ HABER

Rize'de sağanak, taşkın ve heyelanlara neden oldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa