27 Haziran 2024 04:35

CHP’li belediyelerde neler oluyor?

"Tek adam rejiminin uygulamaya koyduğu ‘tasarruf’ paketine ilk elden CHP’nin yönettiği belediyelerin sahip çıkması manidardır"

Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel

Paylaş

İlhan KARAKURT
Tüm Bel-Sen Antalya Şube Başkanı

Bayram öncesi maaş ve ikramiyeleri eksik ödenen İzmir Büyükşehir Belediyesi, Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Seyhan Belediyesinde -ki benzer sorunların birçok belediyede yaşandığı basına yansıdı- çalışan işçi ve emekçiler bayram sonrasında da mağduriyet öfke, dayanışma ve mücadeleyi iç içe yaşıyor.

1988-89’larda iş yerlerinden başlayarak büyüttükleri mücadeleler sonucunda kazandıkları ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hüküm ve kararlarıyla onaylanan grev hakları, AKP eliyle çıkarılan 4688 sayılı Yasa’yla ellerinden alınan emekçiler, İzmir Büyükşehir Belediyesinde iş yavaşlatma ve iş bırakma eylemleri de yaparak kazanılmış haklarının gasbedilmesine karşı mücadele ediyor.

ŞİMŞEK PROGRAMINA SELAM!

Tek adam rejiminin sermaye ve savaş yanlısı politikaları sonucunda oluşan bütçe açığını kapatmak ve sermayeye yeniden kaynak yaratmak adına uygulamaya koyduğu ‘tasarruf’ paketine ilk elden CHP’nin yönettiği belediyelerin sahip çıkması manidardır.

Göreve gelir gelmez işçi ve emekçilerin toplu sözleşme ile kazanılmış ekonomik ve sosyal haklarında kesinti yapılmasındaki ısrarları bir akıl tutulması değilse -ki öyle olmadığı anlaşılıyor- oyları ile seçildikleri kamu emekçilerinin karşısında yer almak anlamına geliyor.

Bu gerçekliği, İzmir Tüm Bel-Sen Şubesi yöneticileri ile bilgilendirme amacıyla yaptığı görüşmede CHP il başkanının bizzat ağzından duyuyoruz. İl başkanı; “Bu kararın CHP Genel Merkezi nezdinde alınan bir karar olduğunu, dolayısıyla da sonucun da genel merkezden doğru yapılacak görüşmeler ile alınabileceğini” belirtirken asıl çözümün “İktidarın bu yasal sınırı kaldırmasıyla olacağına” işaret ediyor.

İzmir il başkanının bu konuşması bir gerçeği ifade etmekle birlikte, bugün CHP’nin kazandığı başta İzmir, Antalya ve diğer belediyelerdeki uygulamalarıyla, bu konuda yıllardır grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkını elde etmek için mücadele veren Tüm Bel-Sen’in yanında mı yoksa ‘sahte’ sendika yasasını uygulamakta ısrar eden bir tutumla hükümetin işini kolaylaştıran bir mevzide mi yer tuttuğunu ‘tartışmalı’ hale getiriyor.

CHP, 4688’E NEREDEN BAKIYOR?

CHP’nin, tek adam rejiminin gerek Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davasında gerekse de Can Atalay konusundaki hukuksuz olan siyasi tutumuna karşı AİHM ve Anayasa Mahkemesinin kararlarına sahip çıktığını ve bunun gereğinin yapılmasını da her platformda gündeme getirdiklerini biliyoruz.

Ama aynı CHP’nin, uluslararası hukuka ve AİHM kararlarına, dolayısıyla da mevcut Anayasa’ya aykırı olan ‘sahte’ sendika yasasını ‘merkezi’ olarak esas alarak, belediye emekçilerinin toplu sözleşme ile kazandıkları haklarına karşı hemen uygulamaya koymaları en hafif tabiriyle tam da bir ‘paradokstur.’

MÜZAKERE Mİ MÜCADELE Mİ?

Sınıflar mücadelesinin günümüz şartlarında en önemli mevzilerinden biri olan toplu sözleşme görüşmelerinde sendika yönetimleri her daim sınıfa karşı sınıf tutumunu esas almalıdır.

Yani, emeğin ve emekçilerin sömürüsü üzerine kurulu bir sistemde ancak ve ancak birleşik bir mücadele ile hak kazanılabileceği gerçeğine göre hareket etmelidir.

Sınıf mücadelesi, dolayısıyla da sendikal mücadele alanında müzakereye, diplomasiye ve görüşmelere yer vardır elbette. Ancak bu müzakere, diplomasi ve görüşmeler sınıf mücadelesine doğrudan bağlandıkları ve ona hizmet ettikleri ölçüde bir değer ve önem taşırlar.

Ancak, bu kavramlar arasındaki diyalektik bağı koparan veya yerlerini değiştiren her kişi, grup ve siyasi hareket er ya da geç emekçileri satarak yandaş ve sarı sendika olma ünvanıyla karşı sınıfın hizmetkarı olmaktan kurtulamaz!

Dolayısıyla da ülkemizde ve dünyada bu tür sendika ve sendikacılar için ayrılmış lanetli bir mezarlık mevcuttur zaten.

Ama, sendikal mücadele sadece bu lanetlilerden ibaret değildir elbette! Yaşayan ve mücadelesi ile sendikal mücadeleyi yaşatan önderleri ile de varlığını sürdüren bir çizginin mirasına ve zenginliğine sahip olduğumuz da bir gerçektir.

Anlaşılan o ki; yıllardır AKP ve Sayıştayın dayattığı ama bir türlü kabul ettiremediği tek (adam) tip sözleşmeninCHP’li belediye başkanları ve SODEMSEN eliyle de hayata geçirilmeye çalışılmasıyla aynı zamanda sendikaları da tek tipleştirerek işlevsiz hale getirmek amaçlanıyor. Bu tutumun aynı zamanda toplu sözleşme ve grev hakkını da tamamen ortadan kaldırmaya kapıyı aralayacağı aşikardır.

CHP kazandığı belediyelerdeki ilk icraatlarıyla AKP ile aynı çizgiye düşmekten imtina etmemektedir. Bu, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı belediye emekçileri de sessiz kalmayacaklarını İzmir ve Adana’da gösteriyorlar. Yerel yönetimlerde çalışan işçi ve memurlar, her kim tarafından yapılırsa yapılsın ‘tasarruf’ adı altında gerçekleştirilen hak gasplarına karşı hak, hukuk ve adaletin sağlanması için mücadeleye devam edecektir.

Gerçek anlamda emekten yana, demokratik-halkçı belediyeciliğin de ancak bu mücadelenin ortaklaşarak başarıya ulaşması koşullarında yerine getirileceğinin farkındalar. 

BU BÖYLE GİTMEZ!

Belediyelerin içinde bulunduğu mevcut idari ve mali durumunu çok iyi bildiğimizi söylemeliyiz. Ama bu kötümser tablo sadece bugünün bir gerçeği değil, esas olarak da yıllardır belediyeleri halk yararına kamu hizmeti üreten bir kuruluş olmaktan çıkarıp, kentin yerel kaynak ve değerlerini yağma ve talan etmenin bir üssü haline getiren piyasacı anlayışın uygulamalarının bir sonucu olduğu gerçeğini atlamamak lazım.

Dolayısıyla, belediyelerin her yıl artarak devam eden borç sarmalından sadece bugünün mali tablosuna bakarak işçi ve memur sayısını azaltmakla (İşten atmakla), çalışanların toplu sözleşmeden doğan ekonomik, sosyal ve mali haklarında kesinti yapmakla çıkılabileceğini düşünmek (çok iyimser bir ifadeyle) tam bir siyasi körlüktür.

ÖNERİMİZ NET, VERGİNİN ADRESİ SERVET

Sermaye ve büyük patronlardan bir defaya mahsus servet vergisi alınması ile ihtiyaç duyulan merkezi kaynak fazlasıyla sağlanabilir. Böylesine ‘kolay’ bir yol varken, hayat pahalılığı, zamlar ve ağır vergi yükü altında ezilen milyonlarca emekçinin mevcut haklarından tasarrufa gidilmesi büyük bir haksızlık ve adaletsizlik olacaktır.

Günübirlik çözümler için, belediyelerde kamu hizmetini üreten emekçilerin kazanımlarına göz dikmek çare değildir.

Çünkü, belediyelerde yaşanan mali sıkıntıyı bizler yaratmadığımız gibi, çözümü için de  haklarımızdan feragat etmemizi kimse bizden istememelidir.

Doğrusunu söylemek gerekirse; krizi kim yarattıysa bütçenin içini kim boşalttıysa fedakarlık da onların servet ve kârları üzerinden ‘tasarrufa’ giderek yapılmalıdır.

BELEDİYELER SADECE ‘BELEDİYE’DEN İBARET DEĞİL!

Yoksa bir taraftan merkezi iktidarın kıskacı, diğer taraftan da belediyeleri bir şirket haline dönüştürerek piyasa koşullarına göre işletme anlayışı arasında yol alarak toplumsal bir ilerleme sağlanamayacağı gibi, normalleşme, yumuşama ve uzlaşı girdabına katılmakla da mevcut sistemin bir parçası olmaktan kurtulmak da mümkün olmayacaktır.

Bu gerçeklik karşısında bir parti ve sendika olarak müzakereyi esas almak mezarlığa, mücadeleyi esas almak zafere götürecektir.

Daha açık söylemek gerekirse; oyunun kurallarını tek adam rejiminin belirlediği koşullarda kazandığınızı sandığınız ‘an’ aslında kaybettiğiniz andır.

BELEDİYELER NASIL KURTULUR?

İŞİN doğrusu, bu şartlarda en sağlıklı ve kalıcı çözüm, merkezi idare ve İller Bankasından belediyelere verilen payların günün koşullarına ve artan ihtiyaçlara göre yeniden düzenlenmesinden geçmektedir. Bu aynı zamanda demokratik halkçı ve insanı esas alan bir belediyeciliğin hayata geçirilmesinin en temel koşuludur.

Sermaye ve rantiyecilere kaynak aktarmak yerine yerel yönetimlerin her geçen gün artan nüfus ve büyüyen kamu hizmetlerinin karşılanması için belediyelere daha çok destek ve kaynak sağlanması için merkezi olarak mücadele etmek, sadece belediyeleri tek adam cenderesinden kurtarmakla kalmayacak aynı zamanda hak-hukuk ve demokrasi mücadelesinin kalıcı başarısı için ihtiyaç duyulan zemini büyütecek ve bileşenlerini çoğalacaktır.

Gerçek demokratik-halkçı belediyecilik de ancak bu mücadelenin başarıya ulaşması koşullarında yerine getirilebilecektir.

OLMAK YA DA OLMAMAK!

İş kolumuzdaki birleşik emek mücadelesini örgütlemek sendikalarımız için bir varlık-yokluk sorunu haline gelmiştir artık.

İzmir ve Adana’nın başlattığı yerden ve yoldan toplu sözleşme, hak, hukuk ve emek mücadelesinin yerellerde daha da yaygınlaşarak büyüyeceği anlaşılıyor. Bu mücadelenin hükümet ve işverene geri adım artırarak kazanımla sonuçlanması için de merkezileşmeye ihtiyacı olduğu açıktır.

Sendika genel merkezlerinin tabandan gelen bu sese kulak vererek, üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmek için harekete geçmeleri onlar için de bir varlık-yokluk meselesi haline gelmiştir artık.

ÖNCEKİ HABER

Bayraklı şehir hastanesi işçileri: İnsanlık dışı koşullar dayatılıyor

SONRAKİ HABER

İSDEMİR işçileri: Ek zam istiyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa