Yoldan sonra
Yol hem çekim süreci hem de izleyici karşısına çıktıktan sonraki süreçle dünya sinema tarihinde yerini almış biricik bir filmdir. Yol bir kere yürünmüş ve menzile varılmıştır.
Görsel: Yol filmi afişi
Son iki yazımı Yol filminin çekim sürecine ayırmıştım. Olağan koşullarda bir film tamamlanıp seyirci karşısına çıktıktan hele de Cannes gibi bir festivalde yarışıp ödül kazandıktan sonra, filmle ilgili tartışmaların sonlanması ve filmin vakur bir şekilde sinema tarihindeki yerini alması beklenir. Ancak konu Yol filmi olunca ne tartışmalar sonlanmış ne de filmin ödül kazandığı haliyle sinema tarihinde yerini almasına izin verilmiştir.
Filmle ilgili belki de en fazla tartışılan konu filmin yönetmeninin kim olduğudur. Yılmaz Güney mi yoksa Şerif Gören mi? Yılmaz Güney’in bu konuyla ilgili; “Şunu açıkça söyleyeyim mi? Çoğu kişi beni cezaevinden film çeken yönetmen gibi tanımlarla adlandırdı. Bu doğru değil. Ben sadece cezaevinden bir filmin yaratılmasının koşullarını yarattım diyebilirim. Buna uygun insanlar buldum diyebilirim. Filmlerin bütün başarısı bizzat o işte çalışan arkadaşların başarısıdır. Benim buradaki payım gerek o arkadaşlarca gerek izleyiciler ya da bu işi yakinen bilenler tarafından zaten ortaya konulacaktır. Bana şu sorulabilir: ‘Türkiye'de cezaevi koşulları bu kadar zorken sen bu işleri nasıl yaptın, bu insanlarla nasıl bir ilişki kurdun?’ Tevazuya gerek yok. Ben Yılmaz Güney’im.” demiş olmasına karşın tartışma halen sürmektedir. Hatta Wikipedia’nın 70. Cannes Film Festivali ve Yılmaz Güney başlığında Yol’un yönetmeni olarak Yılmaz Güney yazılmıştır.
Yol filmi 26 Mayıs 1982 günü Altın Palmiye Ödülü’nü kazandıktan sonra dünyanın birçok ülkesinde izleyici karşısına çıkmış olmasına karşın, film kendi ülkesinde 12 Şubat 1999 gününe kadar yasaklı kalmıştır. Aradan geçen 17 yıllık zaman diliminde ülkemizin batı kıyılarında yaşayan şanslı bir azınlık dışındakiler filmi izleme şansını yakalayamamıştır. Şanslı azınlık diyorum, çünkü Ege kıyısında yaşayan ve Yunan televizyon kanallarını izleme imkânı olan bir kısım yurttaşımız filmi Yunanistan’da gösterildiği günlerde izleme imkânını yakalamıştır. Bu yurttaşlarımızın diğer bir şansı da filmi Yılmaz Güney’in kurguladığı haliyle izlemiş olmalarıdır.
Yol filmi 1999 yılında Türkiye’de gösterilmeden önce Fatoş Güney’in çabaları ile restore edilmiştir. Restore edilmekle kalmayıp kurguda bazı değişiklikler yapılarak yeniden seslendirilmiştir. Filmin 1982 ile 1999 versiyonları arasındaki en dikkat çeken fark, filmin 1982 versiyonunda yer alan “Kürdistan” yazısının 1999 versiyonunda çıkarılmış olmasıdır. Filmin yeniden seslendirilmesinde bence orijinal filmin izleğinden sapılarak yaşamın yükünden arındırılmış, pürüzsüz ve şivesiz “steril bir Türkçe” tercih edilmiştir. Örneğin 1982 versiyonunda hapishane anonsunu seslendiren Yılmaz Güney’in yerine 1999 versiyonunda Rutkay Aziz’in sesi tercih edilmiştir. 1999 versiyonunda Seyit Ali’nin sesi Erdal Özyağcılar’a emanet edilmiştir. Halil Ergün ile Yol üzerine yapılan bir söyleşide filmin 1999 versiyonunda kendisinin oynadığı Mehmet Salih karakterinin yeniden seslendirilmesinden duyduğu memnuniyetsizliği ifade etmiş ve bu seslendirme ile karakterin otantikliğini kaybettiğini belirtmiştir. Öyle ya da böyle Türkiye Yol filmini 1999 versiyonu ile izledi.
Yol filminin serüveni 1999 yılında sonlandı mı? Hayır. Filmin ikinci versiyonundan 18 yıl sonra 70. Cannes Film Festivalinde Yol’un yeni bir versiyonu 19 Mayıs 2017 günü saat 13.30’da Bunuel salonunda gösterilmiştir. Hatta bu gösterimi İsviçre’de yayımlanan Neue Zürcher Zeitung adlı bir gazete 11 Mayıs 2017 tarihli baskısında şöyle duyurmuştur: “İsviçre’nin tek Altın Palmiye kazanan filmi ‘Yol’ 70. Cannes Festivali’nde Klasikler bölümünde gösterilecek!”
Bu haberle birlikte Yol filminin yönetmeni kim tartışmasına, filmin telif hakları kime ya da hangi ülkeye ait tartışması eklenmiştir. Bu yeni tartışmanın müsebbibi Donat Keusch’tür. Cactus Film Yapım Şirketi’nin ortaklarından olan Keusch’ü en hafif tabirle işgüzar bir köylü kurnazı olarak tanımlamam sanırım yanlış olmaz. Neden mi? Anlatayım.
Yol filminin 2017 versiyonunun hazırlanmasında hem emekçi olarak çalışan hem de projenin finans kaynağını bulan ancak sonrasında bir tezgâhın içine düştüğünü anlayarak projeden ayrılan yönetmen Nuray Şahin filmin telif hakları ile ilişkili Donat Keusch ile yaptığı konuşmayı şöyle anlatmıştır: “Donat’ın Yılmaz Güney’e yabancı bir dilde imzalattığı kısa bir anlaşmayı okuyunca duraksadım. Anlaşmaya göre filmin bütün dünya ve Universum haklarını Cactus Film almıştı. Donat’a sordum neden Universum hakları diye. Gülümseyerek insanlar bir gün Mars’a giderlerse kesin kült filmleri izlerler. Yol da bunlardan birisi ve bu haklar benimdir dedi. Bu benim ilk büyük hayal kırıklığım oldu.”
Evet, Donat Keusch kendi kişisel kariyerini Yol filmi üzerinden kurgulamıştır. Nuray Şahin’i sürece dâhil edebilmek için de Yılmaz Güney’in aslında Yol filmini başka türlü kurgulamak istediğini fakat Cannes’a yetiştirmek için çok da memnun olmadığı bir versiyonu festivale göndermek zorunda kaldığını anlatmıştır. Keusch, Güney’in kafasında başka bir Yol filmi olduğunu ve onun son isteğini yerine getirmek için de filmi yeniden kurgulamak istediğini belirtmiştir. Bu cümleler sinemacı olmaya Yılmaz Güney nedeniyle karar vermiş olan Nuray Şahin’i tavlamaya yetmiştir. Böylece Peter Adam ile filmi yeniden kurgulamak için kolları sıvamıştır.
Filmin 2017 versiyonunda çok sayıda değişiklik yapılmıştır. Örneğin bayram iznine gidecek mahkûm isimleri arasına Yılmaz Güney’in adı da eklenmiştir. Orijinal versiyonda kullanılmamış olan çekimler yeni versiyona eklenmiştir. İzin kâğıdını kaybettiği için hikâyesi yarım kalan Yusuf’la ilgili sahneler, öldürülen at sahnesinde Yılmaz Güney’in kurguda kullanmadığı çekimler bu versiyona eklenmiştir. Filmin 2017 versiyonundaki en büyük değişiklik, orijinal versiyondan filmin dramatik yapısına uygun olmadığı için çıkarılan Süleyman’ın hikâyesinin zorlu bir çaba ile filme dâhil edilmiş olmasıdır. Zorlu bir çaba diyorum çünkü ne elde filmin senaryosu vardır ne de filmde ses. Bu nedenle Nuray Şahin, Süleyman karakteriyle ilgili çekimleri kare kare izleyerek dudak okumuş, diyalogları kâğıda dökmüş ve ardından da bu sahneler seslendirilmiştir. Açıkçası Yol’un 2017 versiyonu için başından jeneriğine kadar Donat Keusch’ün kariyer planının yeniden kurgusudur demek sanırım yanlış olmaz.
Tüm bu yazdıklarımın üzerine bir de Keusch’ün, Yılmaz Güney’in cezaevinden kaçışına bizzat yardımcı olmuş ve bu süreci yazdığı Yol: Bir Sürgün Hikâyesi adlı kitapta anlatmış olan Edi Hubschmid’i ayak oyunları ile Cactus Film’den, dolayısı ile Yol’dan saf dışı edişini eklersem sanırım neden Keusch için en hafif tabirle işgüzar bir köylü kurnazı dediğim daha iyi anlaşılmış olur.
Donat Keusch’ün yeniden kurguladığı Yol filmi herkeste rahatsızlık yaratmıştır. Hatta Fatoş Güney filmin bu versiyonu ile ilişkili şunları söylemiştir: “Lakin bu gösterilen film, Yılmaz’ın zamanında çektiği ve beğenmeyip çöpe attığı çekimlerden yeniden üretilmiş bir film olarak her şeyden evvel Yılmaz Güney gibi bir sanatçının sanatına, eserine yapılmış büyük bir saygısızlıktır. Hele hele 35 yıl sonra Yılmaz’ın kullanmayı reddettiği bölümlerden bir film yapıp bunda hak sahibi olduğunu iddia etmek de hukukun çözeceği bir meseledir.” Bu arada Fatoş Güney’in de bizzat Yılmaz Güney’in kurguladığı Yol filminde yapmış olduğu değişiklikleri burada hatırlamak sanırım yerinde olacaktır.
Yol hem çekim süreci hem de izleyici karşısına çıktıktan sonraki süreçle dünya sinema tarihinde yerini almış biricik bir filmdir. Yol bir kere yürünmüş ve menzile varılmıştır. Kendi haritanızda yol almak için seçtiğiniz Yol’u eğip bükerek belki menzile ulaşabilirsiniz ancak artık yürüdüğünüz yol Yol değildir.
Meraklısına not: Yılmaz Güney’in yaşam gergefindeki renkleri görünür kılmak için gerek kalemiyle gerek kamerasıyla ilmek ilmek araştıran Zahit Atam ve Aziz Özer’in çabasına şapka çıkardığımı buraya not düşeyim.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20