30 Haziran 2024 04:35

Enerjide neden kamusal müşterek programa ihtiyaç var?

Enerjiyi hepimizin aynı şekilde, aynı miktarda kullanmadığımız açık olduğu gibi, “mum ışığında kalmamanın” bedelini de hepimizin eşit sırtlamaması gerektiği ortada.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Dr. Av. Fevzi Özlüer

Kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine ve devletin siyasal gücünün şirketler lehine kullanılmasına yönelik kamu politikası son 40 yılda enerji üretim süreçlerini, enerjinin yönetimini ve niteliğini derinden etkiledi. Anayasa’ya idarenin özelleştirme yapabilme yetkisinin 1999 yılında konulmasının ardından, enerjinin bir ticari mal olabilmesi, hukuki, yönetsel ve ekonomik pek çok düzenlemeyi beraberinde getirdi. Enerji Piyasası Kanunu’nun yürürlüğe girmesi başta olmak üzere, pek çok kurumsal, yapısal değişiklik yapıldı. Enerji üretim, dağıtım ve iletim sistemleri kurgusal olarak parçalandı, yönetim biçimi özel hukuka entegre edildi. Bu sistem, şirketlerin ihtiyaçlarına göre düzenlendi.

Cumhuriyetin ilk yıllarından ’90’lı yıllara kadar devlet uhdesinde üretilen elektriğin şirketlerin eline geçmesi için hem enerji piyasasının oluşturulması hem de enerji piyasası aktörlerinin yaratılması gerekiyordu. Küresel enerji şirketlerinin yanı sıra yerli enerji firmalarının da bu piyasada aktör olması için büyük destek ve teşvikler yapıldı. 2004 yılında Yüksek Planlama Kurulu, enerjide özelleştirme sürecinin dayanağını şöyle ortaya koyuyordu: “Elektrik enerjisinin tüm tüketicilere yeterli, kaliteli, sürekli ve düşük maliyetli bir şekilde sunulması temel amaçtır” Şirketler ile yurttaşların çıkarını eşitleyerek, tüm bu farklı sınıfların çıkarını “tüketici” olarak ortaklaştıran ve kodlayan kamu yönetimi dili, özelleştirme programının acımasızlığını ve enerjinin ekonomi politiğinin büyüsünü işaret eder. 20 yıldır tam da bu programdan beslenen bir süreç işliyor. Enerji fiyatlarının düşmesi için sürekli daha fazla enerji üretiminin teşvik edilmesi, bu teşvik sisteminin 2016 yılında “kapasite sistemi” olarak kurumsallaşması, özelleştirmelerle birlikte, devlet destekli bir enerji piyasası ve şirketler sistemini de açığa çıkardı.

Her ne kadar, özelleştirmeler yoluyla, enerji şirketlerinin kurumsallaşacağı varsayılsa da üretim araçlarını organizasyon kapasitesi sınırlı, teknolojik açıdan bağımlı, emeğin ve doğanın yoğun sömürsünü esas alan enerji şirketleri devlet desteği olmaksızın kârlarına kâr katamazlardı. Enerjide şirketleşme rejimi, yoksul halk için enerji tüketim maliyetlerini azaltmadı, arttırdı. Devletin doğrudan, destek ve teşvikleri ile büyüyen enerji şirketlerinin kârlılık oranlarını arttırması; enerji üretim ve iletim süreçlerindeki kamusal denetimin sınırlandırılması, iktisadi, sosyal ve ekolojik maliyetlerin de dışsallaştırılarak, toplumun üzerine yıkılmasına bağlıydı.

Bu kapsamda, hem madencilik hem de enerji üretimi için doğayı koruyan mevzuat da esnekleştirildi. İdari uygulamalarla beraber koruma mevzuatı işlemez hale getirildi. Enerji üretiminin, tarım, kültür, tarih, sosyal yaşamın üzerinde görülmesi, enerji üretiminde üstün kamu yararı olduğuna yönelik yargısal kararlar arttı. Bu sayede, özelleştirme programı başarılı oldu.

Sermaye grupları arasındaki çelişkiler de bu dönemde belli bir görünürlüğe kavuştu. Siyasal iktidara yakın grupların hem enerji, hem de madencilik alanlarında aktif olmayı istemesi, yüksek kârlılık oranlarında hakim güç kalabilme arzusu, iktidarla kurulan organik ilişkilerin yoğunlaşmasını sağladı. Siyasal iktidara kimin daha fazla yakın olacağının belirlenmesinde, kârlılığın iktidar güçleriyle paylaşımı oranlarının esas alınması, siyasetin finansmanı için olduğu kadar emekçi sınıfların güçsüz bırakılmasına yönelik kurulan ittifaklar, iktidara konsolide şirketlerin sayısını arttırdı ve bu düzeneğe uygun yönetsel süreçleri pekiştirdi ve bu durum özerk bir piyasanın ortaya çıkmasını güçleştirdi. Enerji şirketlerinin, emeğin ve doğanın karşısında organizasyon yeteneğini kurumsallaştırması, işçi sınıfının hem üretirken hem de tüketirken ucuz emek gücü kılınmasına yönelik örgütsüzleştirilmesi siyasetine bağımlıydı. Devletin siyasal, iktisadi şiddet mekanizmaları, enerji arz güvenliği rejiminin de odağı oldu. Sermayenin farklı fraksiyonları ile iktidarın bu ikili veya çoklu ilişkileri, rekabetçi bir enerji piyasasının yaratılmasını değil, bilakis kamu mülkiyeti ve denetimi altındaki enerjinin, özel mülkiyete geçmesini sağladı ve enerjinin üretim ve dağıtımının kamu gücü araçlarıyla denetimini imkansız kıldı.

Yenilenebilir enerji ile fosil yakıt şirketleri bir yandan enerjide daha büyük pazar payına talip olmak isterken, bu pazar payının arttırılmasında yeşil dönüşüm bir görüngü olmanın ötesine geçemedi. İktisadi rejimi iklime uyumlu kılma iddiasındaki yeşil dönüşüm programını da dışşal bir olgu olarak kavrayan sermaye ilişkileri, kısa vadeli kârlara odaklandı.

Enerji sektörünün özelleştirilmesini takip eden son 20 yılda Türkiye’nin neredeyse her köşesi enerji santrali şantiyelerine dönüştü; ülke adeta tek bir büyük, elektrik ve fosil yakıt iletim tesisi haline geldi. Plansız, öngörüsüz, toplumsal denetim olmadan ve yangından mal kaçırırcasına gerçekleştirilen enerji yatırımları cazibesi yüksek, kârlı bir sektör yaratırken, son sürat devam eden doğa talanına da yol açtı. Enerji arz güvenliği adına kırsaldaki küçük üreticiler üretim kaynaklarından, topraklarından, sularından edildi, köylüler ve kasabalılar yaşam alanlarından koparıldı, zeytinlikler yağmalandı. Mülksüzleştirilen üreticiler güvenliksiz maden dehlizlerinde ölüme terk edildi.

ENERJİ VE ASGARİ KAMUSAL PROGRAM

Enerjiyi hepimizin aynı şekilde, aynı miktarda kullanmadığımız açık olduğu gibi, “mum ışığında kalmamanın” bedelini de hepimizin eşit sırtlamaması gerektiği ortada. Enerji sektörü, birileri için garantili yüksek kârlar diğerleri için göç, yoksulluk ve ölüm anlamına geliyor. Ne olursa olsun enerjiyi değil, adil enerjiyi; enerjinin ne için kullanılacağından yalıtılmış olarak kendisini değil, hepimize sunabileceği iyi yaşamı istiyoruz. Enerji politikasına şekil verenin sınırsız bir ekonomik büyüme iştahını beslemek değil, ne için, kim için, nasıl enerji soruları olmasını talep ediyoruz. Enerji güvenliği korkusu simsarlarının ve daha fazla kâr güdüsüyle tüketimi özendirenlerin enerji sektörü yerine, demokratikleştirilmiş enerji üretimi ve herkes için adil enerji istemek gerekiyor.

Vadi vadi, köy köy, il il önümüzde duran kamusal müşterek enerji politikası bu sömürgeci strateji karşısında şu taleplere yaslanmalıdır:

• Enerji üretim, dağıtım, tüketim ve karar alma süreçlerinin demokratikleşmesini ve kamusallaştırılmasını talep etmeliyiz. Bu süreçlere geniş tabanlı toplumsal paydaş gruplarının katılımını sağlayacak adımların atılmasını gerekli görmeliyiz. Bu bağlamda, nihai bir çözüm olmasa da enerji yatırımlarının karar alma, uygulama ve işletme süreçleri temsil yeteneğine sahip yerel birimlerce yürütülmeli; enerji yatırımlarından belli bir yüzde, doğrudan yerel ekonomiye aktarılmalıdır. Tarımsal üretime, arkeolojik mirasa, orman ve meralara, sulama ve içme sularında doğrudan ve dolaylı olumsuz etkisi olabilecek enerji yatırımları ve faaliyetleri iptal edilmelidir.

• Enerji üretimi ve tüketiminin maliyetlerinin toplumsal dağılımının adalet ekseninde düzenlenmesi sağlanmalıdır. Buna yönelik olarak, toplumsal işlevine göre derecelendirilmiş mazot fiyatları gibi mali politika araçları geliştirilebileceği gibi, farklı vergilendirme yöntemleri de bulunabilir.

• Enerji ihtilaflarında, kamulaştırmanın ve mülksüzleştirmenin çözüm aracı olarak kullanılmasından vazgeçilmeli, orta vadede mülksüzleştirmeye sebep olan bu gerici yaklaşımlar yerine yerel nüfusun koşullarının yerinde iyileştirilmesi hedef olmalıdır.

• Yerel inanç merkezi, dil ve kültür merkezi niteliğine sahip doğal alanlar -mülkiyet durumuna bakılmaksızın- yatırım yapılamayacak alanlar olarak tanımlanmalı, devamlılıkları ÇED süreçleri ile garanti altına alınmalıdır.

• Ekolojik riski, toplumsal ve ekonomik maliyeti yüksek merkezi sistemlerden ve enerji yoğun sektörlerden vazgeçilmek suretiyle, iklim üzerindeki ekolojik baskıyı azaltmayı ve enerjinin mahalle ölçeğinde ademi merkeziliğini sağlamayı, toplum ve doğa odaklı enerji dönüşümünü talep etmeliyiz.

ÖNCEKİ HABER

Kapitalizmin fiziği: Yıkıcı enerji arayışı

SONRAKİ HABER

Prof. Yusuf Altıntaş Kanada Devlet Madalyası aldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa