1 Temmuz 2024 05:40
/
Güncelleme: 14:02

Neden "Rezonans Kanunu" kitabını okumamalısınız?

Seç-beğen-al. İşte yine o propaganda edilen gibi “seçme özgürlüğü”. Bir de bunun dışında da kimisinde yalancı bir faillik atfeden çeşitli kavramlar; “enerji”, “titreşim”, “manifest”…

Neden "Rezonans Kanunu" kitabını okumamalısınız?

Rezonans Kanunu kitabı

Kaan BİÇİCİ

Rezonans Kanunu kitabını neden okumalısınız değil, neden okumamalısınız? Genelde kitaplar hakkında yazılan eleştiri yazıları - düzeyi ve içeriğinden bağımsız-  “okumamalısınız” tavsiyesi ile sonlanmaz. Ama bu kitabı okumamalısınız. Bu yazı belki de içerik açısından bir “kitap incelemesi” olmayacak gibi görünebilir ama şu uyarıyla başlamak gerekir; “Bu bir kitap incelemesidir!”

Kitap kendisi tanıtımından, kitabı okuduktan sonra hayatınızın baştan sona değişeceği iddiasında bulunuyor ama inanın ki herhangi bir kitap kadar dahi hayatınızı değiştirmeyecek. Hatta öyle ki bu yazıda da kitabın içeriğini ya da önermelerinin doğruluğunu/yanlışlığını değil; tersine kitabı “dışlayarak” onun popüler olduğu dönemin koşullarını tartışarak onu inceleyeceğiz. Kitabın içeriğine dair tek bilinmesi gereken “Duygu, düşünce ve inançlarımızın her şeye sahip olma gücüne sahip olduğu” ve bunlarla desteklenmiş olan inanç ve düşüncelerin “rezonansa” sahip olmasından doğru dünya üzerindeki her şeyin de bu titreşime tabi olduğu söylemi.

Kitap 2010 yılında yazılmasına ve aynı yıl Türkçeye çevrilmesine karşın o kadar popüler olamamış, hatta kendi dilinde hâlâ popüler olmayan bir kitapken (Goodreads puanlamaları bunu gösteriyor); bu yılın başından beri Türkiye’deki kitapçıların çok satanlar rafından bir türlü inmiyor. Toplu taşıma araçlarında yolcuların elinde, muhtelif yerlerdeki reklam panolarında ya da televizyon programına çıkmış bir ünlünün “Hayatımı değiştirdi” diyerek bahsetmesinde karşılaşabiliyoruz. Koşullara bakmak için belki daha temel iki soruyu sormak gerek; 1) bu minvalde yazılmış yüzlerce hatta binlerce kitap varken neden bu kitap,  2) 2010’da yayımlanmış ve çevrilmiş olmasına rağmen neden şimdi popüler? Bu iki sorunun da ayrıntılı cevaplarını vermek kuşkusuz zor ya da pazarlama teknikleri/taktikleri üzerinden de tartışılmaya oldukça açık ancak soruları sormanın kendisi hepimizin hayatlarını kuşatan koşullara dair açacağı tartışmalar açısından kıymetli olacak.

DEĞİŞTİRME EDİMİNİN DEĞİL, İNANCININ YİTİMİ YA DA ZAYIFLAMASI

İnsanı “insan” yapan ve diğer canlılardan ayıran şeyin ne olduğu sorulsa, hiç kuşkusuz, hayatı algılamak ve ilişkiler kurmak açısından ileri bilinç düzeyine sahip olması denecektir. Çünkü insan, doğadaki hayatta kalma mücadelesinde diğer hayvanlar gibi keskin dişlere, pençelere veya hıza sahip değildi. Doğayı maniple etme, değiştirme ve bunun bilinçteki yansımalarıyla “bilinçli” müdahale ve manipülasyonların “emeğe” dönüşmesi, insanı “insan” yapan en önemli özelliklerdir. Bu da tek başına değil, topluluk içerisinde etkin bir özne olarak insanı tanımlar. Bu durumu en iyi anlatan sahne, belki de Stanley Kubrick’in 2001: Bir Uzay Yolu Macerası filminde, bir kemik parçasıyla bir canlı fosilini parçalayan maymunun, yüzünde “müdahale” gücünün farkına varmanın getirdiği “zafer” ifadesiyle görülebilir.

Dışsal, kontrol edilemez ve görünmez güçlere yönlenmiş bu inancı tetikleyen de kuşkusuz “değiştirme” bilincindeki gerilikler ya da eksiklikler değildi. Dönem koşulları bir şeyleri anlamasını zorlaştırdıkça bunlar yardıma koştu. Şiddetli doğa olayları, hastalıklar ve savaşlar gibi açıklanması zor durumları insanların anlamlandırmasında mistik ve doğaüstü güçler birebirdi… İnsanların “Kaderlerini tayin eden” üstün güçler fikri topluluklar açısından işlevseldi de, hayata dair anlam arayışında varılan çeşitli sonuçlardı. Ancak sınıflı toplumlarla beraber bu “işlevsel olan” yönetici erk için işlevli hale geldi, yönetilenin ya da ezilen sınıfın gücünü dizginlemenin-bastırmanın önemli bir aracı oldu. Felsefenin ve bilimin hakikate dair öne koyacağı söylemler ya da kanıtların da ezen sınıfın çıkarları kadarı “meşru” olacak gerisini sınıf-güç ilişkisi tayin edecekti.

Yaşamını değiştirme edimine inancını yitirmiş (ya da bu inancı elinden alınmış) kitleler de yine tarihin “tozlu sayfalarından” kendilerinden daha kudretli ya da akıp giden hayatta yönünü tayin etmesinin esas belirleyicisi olacak güçleri çağıracaktı. Bugün de yine böyle kesimlerin böyle bir çağrıda bulunduğu dönemdeyiz.

BELİRSİZLİK, KORKU, SUÇLULUK DUYGUSU VE ‘MERHABA’ BURJUVA PROPAGANDA

Toplumsal yaşamı anlamlandırmaya dönük bilincin önündeki her engel ya da perdeler onu kavramak için spekülasyonlara başvurulmasını da kolaylaştırıyor. Perdenin arkasında hareket edenin kendisinden çok gölgesinden çıkarım yapıldığı bir durumda yapılan tespitler de bir o kadar “Perdenin ardına geçilemeyeceğini” ya da perdenin arkasının bu tarafından doğru bir müdahaleyle de dönüşmeyeceği yönünde bir algıyla sonlanıyor. Kumpaslar, entrikalar, şiddetli spekülasyonlar da sınırları zorladığı gibi “gerçek” olanla “hiç” bağı yok da değil. Salgınlar, savaşlar, ekonomik krizler, göç krizleri, iklim krizi…

Krizlerin ve olağanca kötülüğüyle vahşetiyle süregiden olayların sarmaladığı bir hayat. Bu hayattan da kendini soyutladıkça “bir” şeklinde “birey” olacağına inanan edilgen özneler.

Hakikatin zor görünür olduğu dönemlerin bugünde komplo dediğimiz düşünceleri gibi bugün hakikatin kendisini perdeleyen, engelleyen ya da çarpıtan propaganda araçlarıyla “gerçek” gibi görünen spekülasyonlar. “Komplo” zaten bu perdeleyene, engelleyene ya da çarpıtana inanmamış olanın kullandığı pejoratif bir kavram, bunlara inanan içinse bunlar hakikatin ta kendisi. Paranoya, şüphe ve belirsizlik içerisinde savrulup duranların baş başa kaldığı “hakikat”...

Akademide, kültür endüstrisinde, düşünsel alanda egemenliği elinde bulunduran burjuvazi bunları propaganda edeceği zemin için şunu da hatırlatıyor “Büyük anlatılara veda edildi”. Brecht’in sözünü tepetaklak ediyor; “Hep beraber kurtuluş yok; ya tek başına ya hiçbiriniz.” Tek başınasın. “Kişisel” hayatın kendisi tamamiyle kişiseldir, en azından toplumla olan tüm bağları kopartılmıştır, doğayla olanlarla da kişi kendinden bağlıdır. O yüzden “kişisel” gelişimine önem vermeyen ve artırmayan da, “başarıya” ulaşamamış olan da sadece kendinden sorumludur. Başarısızlık kendisinin “suçudur”. Bundan sonra yapacakları da bu suçluluğunu temize çekmek için olmalıdır.

Hareket alanı da sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmaların tamamı toplumun değil doğanın sınırlılıklarıdır. İnandığı gücün “ezeli ve ebedi” olması gibi bu sınırlandırmalar ve zorunluluklar da öyledir. Onu aşmaya dönük olan her hareket ya da değiştirmeye dönük davranış “suç”, şayet gerçekleştiği ihtimalde de “korkulması” gereken kayıplarla sonuçlanacak olaylar dizinden ibarettir.

Belirsizlik de yine “doğanın” ve “zamanın” en önemli özelliğidir. Her şey gibi gelecek de sis perdesiyle kaplıdır. Onu öngörmek imkansız olduğu gibi gelecekteki “güzel günler” için bugünden “kişisel yatırımlar” yapmak da onu güzelleştirmenin yoludur.

Bilim nerede peki?

Görünenle ilgilenen pozitivist sosyal bilimler, görüşten ve önermeden yoksun siyaset bilimi kendi yağında kavruluyor. Ekonominin gereksinimlerine ne kadar uyum sağladılarsa esas meseleleri incelemeyi de o ölçüde bıraktılar. Doğa bilimleri ve mühendislik ise kâr getirdiği ölçüde değerli, “yaşamın” dertleriyle pek de hemhal değil. “İnsanlığın” ihtiyacıyla değil asalak sınıfın ihtiyacıyla dertlenen de ihtiyaca dair alanı boş bırakmaktan sorumlu yani.

İHTİYACI KARŞILAMAK AMA YİNE DE ‘SATMAK’

Komplolar, sahte bilimsel pratikler ve spiritüel arayışlar gittikçe yaygınlık kazanıyor, tam olarak az önce sıralanan sebeplerden. Böylesi koşullarda da hayatını idame ettirecek olanı bulamayınca belki “medet” umulan yerden de bir şey gelmeyince “beklentileri” karşılayana dönmek “makul” bir hal alıyor. İhtiyaca olduğu kadar “sırtında taşıdığı” inanç ve düşüncelere cevap verene güveniliyor. Mitsel ya da metafiziksel olanın kendisi de doğruluğunda değil, karşılık verdiği ihtiyaçlarla uyandırdığı duygularda ve sunduğu önerilerde kalıyor. Aslında bu sebeple de birçoğu açısından “seslendikleri” bu yanı görmek anlamlı; şeytanlaştırmaktan ziyade.

Seç-beğen-al. Fail olmak neresinde, ya da özgürlük? İşte yine o propaganda edilen gibi “seçme özgürlüğü”. Bir de bunun dışında da kimisinde yalancı bir faillik atfeden çeşitli kavramlar; “enerji”, “titreşim”, “manifest”… “Su akıp gidiyor ve sen ‘o kadar da’ ölü bir balık değilsin, bak işte ‘bunların’ var” diyorlar. Burada da bilimsel kavram setlerini kullanmaktan da geri durmuyorlar. Araştırmalar, bilim insanları görüşleri havada uçuşuyor. Kimi bilim insanlarının da hayatın tüm sırlarını çözmüş “bilge” gibi lanse edildiği bir durumda da “bilim insanı” sözü de kıymete biniyor tabii. Yine de başka birinin sözüne ya da yardımına ihtiyaç duyuluyor, hakikate erişmek için… Hâlâ “tek başına” arayıp bulamıyor. Bilim kadar “kadim” bilgilere hakimiyet de önemli ya da böyle kişiler de…

Hakikatin önündeki sisi, perdeyi kaldırma iddiasında olan “gurular”, “eğitmenler”, “ruhani şeyhler” bunun için varlar. Onlarla tanışmak, kadim bilgilere erişmek de paralıydı tabii. Kabilesel bağlılıklar, sembolik ritüeller, masalsı efsaneler, bedensel “gerçekleştirmeler”, doğayla “iç içe” geçmek hepsi onlarda. Kadim olan, faydalanılan “öğretilerde” sınır yok; felsefi görüşlerden dini inanışlara, kültürel ritüellerden bilimsel referansı bol olanlara… 

NEDEN ‘TAM OLARAK’ ŞİMDİ?

Gittikçe popüler hale gelen bu “sektör” kitle iletişim araçlarıyla da dönemin yarattığı çatlaklardan sızıyor. Ekonomik krizle, hayat pahalılığıyla baş etmek için örgütlü gücünün bilincinden yoksun olan çareyi “bir umut” sadece kendisinin muhatap olacağı yerlerde arıyor. Reklam panosunda soruyor;  “Kim olmak isterdin?​” Onun yeteneklerinin, ilgisinin körelmesine sebep olan koşullar yerine kendisini suçlayarak devam ediyor “idollerini” sıralamaya, sebepler sayılacaksa bu başarısızlığın “acı” tarafı onda.

Süren savaşlar, devam eden krizlerle birlikte sınıfının da gövdesiyle kendini ortaya koyamadığı zamanda onu bu arayışlar kucaklıyor. “Farkında” olması yeterli, değiştirmesine gerek yok. Ya da değiştirecekse de kendi hayatının “kişisel” olanıyla alakalı.

Sürüp giden hayatını kuşatan onu bu arayışlara iten koşulların değişmesi için kolektif olanla, örgütlü olanla, topluluk içerisinde değiştirici ve dönüştürücü olmakla buluşursa aşılacak ancak. Maske inecek, perde yırtılacak, hakikat o zaman “gerçek” olacak.

Benzer konu çok daha derinlikli olarak toplumsal ve tarihsel yönleriyle Yeni E Kültür Sanat Dergisi'nin Nisan-Mayıs 2024 tarihli 79. Sayısında "Yeni Spiritüel Arayışlar" başlığı altında dosyalaştırıldı. Günümüzdeki neo-spiritüel müzik festivallerinden 60'lardaki kökenlerine, psikoloji ve mistisizm arasındaki ilişkiden parapsikolojiye, kimi içeriklerin kadına özelleştirilmiş meta haline dönüşümüne birçok yönden ele alındı. İlgilenenlere tavsiye edilir.

Evrensel'i Takip Et