Fransa’da aşırı sağ kazanırken Avrupa yol ayrımında
Avrupa ülkelerinde aşırı sağ yükselmeye devam ederken, liberaller ve muhafazakarlar yol ayrımında. Aşırı sağla iş birliğine sıcak bakmaya başlayan bu partiler tarihteki rollerini oynamayı sürdürüyor.
Fotoğraf: Luc Auffret/AA
Yücel ÖZDEMİR
Köln
Avrupa Parlamentosu seçimlerinden ağır bir yenilgiyle çıkan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, kendi aldığı erken genel seçim kararından da ağır yenilgiyle çıktı. Fransa’da pazar günü yapılan meclis seçimlerinin ilk turunda aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) partisi yüzde 29 ile birinci oldu. Seçimlerden sonra kısa bir süre önce sosyal demokrat ve sol güçler tarafından kurulan “Yeni Halk Cephesi” (NFP) yüzde 28 ile ikinci olurken, Macron’un partisi Rönesans’ın liderliğini yaptığı Birlikte (Ensamble) ittifakı yüzde 20 ile üçüncü güç oldu. Böylece seçimlerin asıl kaybedeni seçim çağrısı yapan Macron ve partisi oldu. Macron, başta emeklilik yaşının yükseltilmesi olmak üzere izlemiş olduğu sosyal saldırı politikasının faturasını ağır bir yenilgiyle ödedi.
Toplam 577 sandalyenin olduğu Fransa’daki Ulusal Meclis için ikinci tur seçimleri 7 Temmuz’da yapılacak. İlk turda 76 milletvekili seçilirken geri kalanlar ikinci turda her seçim bölgesinde salt çoğunluğu elde edilen adaylar milletvekili seçilecek. Bu nedenle meclisteki sandalye dağılımın nasıl olacağı konusunda asıl olarak ikinci tur sonuçları olacak. İlk turda alınan oylar üzerinden yapılan hesaplamalarda erken seçimlerden önce 88 milletvekili olan RN’nin salt çoğunluk olan 289 vekili çıkarması zor. Ancak 230-280 arasında milletvekili çıkarabileceği yönünde. Buna karşılık NFP’nin 125-165, Ensamble’ın 70-100 arasında milletvekili kazanacağı tahmin ediliyor.
Ortaya çıkan seçim sonuçlarında asıl olarak Fransa’dan başlayarak Avrupa’nın bir yol ayrımında olduğu anlaşılıyor. 1972’de ırkçı, aşırı sağcı bir parti olarak Şimdiki Lider Marinne Le Pen’in babası Jean-Marie Le Pen tarafından kurulan ve uzun yıllar marjinal bir hareket olarak kalan Ulusal Birlik, değişik süreçlerden geçerek Fransa’nın en güçlü partisine dönüştü. Baba Le Pen, sermaye ve basını çok fazla kabul görmeyen bir siyasetçi olurken, kızı Marine Le Pen neoliberal politikalar nedeniyle çöken eski düzen partilerinin yarattığı boşluğu iyi değerlendirdi. Girdiği cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iki kez ikinci tura kalması siyasi gücünün istikrarlı bir şekilde arttığının işaretiydi. Benzer bir tablo diğer Avrupa ülkeleri için de geçerli. Eski düzen partileri çözülürken, izlenen politikalara tepki duyan emekçi sınıflar “alternatif” görünen aşırı sağ partilere yönelmeye başladı. Neoliberal politikaların altında sözde “sol”, “sosyalist” partilerin imzasının olması da solun güç toplayamamasının nedenleri arasında.
SAFLAR BELİRGİNLEŞİYOR
Fransa’da 9 Haziran AP seçimleri sonrası ortaya çıkan saflaşma, etkisini bu hafta daha yoğun bir şekilde hissettirecek. Bir tarafta aşırı sağcıların, ırkçıların içinde yer aldığı Ulusal Birlik diğer tarafta ise Yeni Halk Cephesi. Ortada görünen muhafazakarın bir bölümü olan Cumhuriyetçiler (LR) tercihlerini ırkçılardan yana kullanacaklarını ilan ettiler. Halk Cephesi’ne karşı “Cumhuriyetçi Cephe”yi öne çıkarıyorlar. Dolayısıyla, muhafazakar, dini ve milli değerleri savunduğunu ifade eden güçlerle aşırı sağcılar arasında yeni bir ittifakın da temelleri atıldı. Buna dayanak olarak da Yeni Halk Cephesi içinde yer alan Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) ve Lideri Jean-Luc Melenchon’u gösteriyorlar. Fransız burjuvazisi ve basını da daha önce Sosyalist Parti (SP) üyesi olan, savaşa ve ırkçılığa karşı net tutum takınan Melonchon’u şeytanlaştırma politikası izliyor. Siyasi koşullar, bu kesimlerin yeni ve güçlü bir adayın ortaya çıkmaması durumunda 2027’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Melenchon’a karşı Le Pen’i destekleme olasılığını arttırıyor. Sözde aşırı sağa karşı çıkan Macron’un 7 Temmuz’daki seçimler için açıktan Yeni Halk Cephesine destek verme çağrısında bulunmaması da sermayenin NFP ile RN arasında bir tercih yapmada tereddütlü davrandığını gösteriyor. NFP’nin üçüncü olduğu bütün bölgelerde seçimlerden çekilerek Macron’un başını çektiği ittifakı destekleme çağrısı yaptığı hamlenin benzeri Macron’dan henüz gelmedi. Macron’un listesinden seçim bölgelerinde ilk ikiye giremeyen adayların yeniden aday olması durumunda bundan en fazla RN’nin kârlı çıkacağı açık.
MUHAFAZAKARLARIN AŞIRI SAĞLA DANSI
Muhafazakarların ırkçıları desteklemesi konusunda benzer bir süreç İtalya’da da yaşanmıştı. Muhafazakar Avrupa Halk Partisinin üyesi olan Forza İtalia (İleri İtalya) partisi aşırı sağcı “İtalya’nın Kardeşleri” partisini ve lideri Giorgia Meloni’yi desteklemiş ve koalisyon ortaklığı kurmuştu.
Faşistlerin iktidara yürümesinde geçmişte destekleyici güç olan muhafazakarlar aslında bugün de aynı tarihsel rollerini üstlenmeye başladılar. Keza Hollanda’da da sandıktan birinci çıkan aşırı sağcı Özgürlük Partisinin (VVP) koalisyon hükümetinin önemli parçası olmasında Dilan Yeşilgöz’ün liderliğini yaptığı Hollanda Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisinin (VVD) payı oldukça fazla. Avusturya’da muhafazakar Halk Partisi (ÖVP) daha önce aşırı sağcı Özgürlük Partisi (FPÖ) ile koalisyon kurmuştu.
Gelişmeler güç kaybeden muhafazakarların aşırı sağın destekçisi olmaya devam edeceğini gösteriyor. Almanya’da muhafazakar Hristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU) partisi, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisiyle merkezi ve eyaletler düzeyinde koalisyon hükümeti kurmamayı değişik vesilelerle ifade ediyor. Ancak yerel düzeylerde hatta eyaletlerde ortak kararlar aldıkları da biliniyor. Zira AfD de diğer aşırı sağcı partiler gibi iktidara gelmek için muhafazakarların desteğine ihtiyaç duyduğunun farkında. Bu konuda önümüzdeki eylül ayında Brandenburg, Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde yapılacak seçimler belirleyici olacak. Her üç eyalette de AfD birinci parti görünüyor. Seçimlerin ardından CDU’nun AfD’yi mi destekleyeceği yoksa başta “sol muhafazakar” Sahra Wagenknecht İttifakı olmak üzere diğer partilerle mi ittifak yapacağı görülecek. Alınacak tutum Almanya açısından da bir yol ayrımı anlamına gelecek.
Fransa seçimleri, Avrupa’daki aşırı sağın yükselişinin aynı zamanda geçici bir dalga olmadığını gösteriyor. Artan ekonomik sorunlar, onlara bağlı olarak derinleşen sınıflar arası çelişkiler, özellikle göçmen olmayan işçi ve emekçi kesimler arasında gelecek korkusu ve endişesini büyüttü. Bu korku ve endişeyi ırkçılığa, yabancı düşmanlığına karşı geniş tabanlı bir halk cephesinde birleştirmenin mümkün olduğu Fransa’da görüldü. Bunun ilk turda elde ettiği başarıyı, ikinci turda pekiştirmesi durumunda, Avrupa genelinde aşırı sağa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı ortak mücadelenin de somut bir örneği olacak.