Göçmenlerin kaderi: Nefretle ucuz iş gücü arasında
Kayseri’de bir çocuğun taciz edildiği iddiasıyla bazı illerde Suriyelilere yönelik saldırılar başladı. İktidarın ucuz iş gücü talebine dayalı göç politikası Türkiyeli ve Suriyeli emekçilerin sırtında.
Fotoğraf: DHA
Nisa Sude DEMİREL
İstanbul
Kayseri’nin Danişmentgazi Mahallesi’nde pazar günü Suriyeli bir çocuğun yine Suriyeli bir erkek tarafından taciz edildiği iddiası üzerine Kayseri’de mültecilerin yaşadığı mahallelerde evlere ve iş yerlerine yönelik saldırıların düzenlenmesinin ardından pazartesi akşamı olaylar eş zamanlı olarak çeşitli illere yayıldı. Neredeyse her ilde aynı zamanda başlayan olaylarda Hatay, Adana, Bursa, Antep, İstanbul, Konya, Urfa, Antalya ve Kilis’te irili ufaklı gruplar mültecilerin yaşadığı mahallelerde iş yerleri ve evlere çeşitli saldırılar düzenledi. Bursa’da Suriyelilerin yoğun yaşadığı Çarşamba Mahallesi’nde bir grup toplanırken Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde Suriyelilere ait iş yerlerinin bir kısmı ateşe verildi. Antalya’nın Serik ilçesinde ise Suriyelilere ait araçlar ters çevrildi, Suriyelilere ait bir motosiklet cadde ortasında ateşe verildi. Adana’nın Seyhan ilçesinde ise bir grup konvoya çıkarken farklı illerde gerçekleşen bu olaylarda “Türkiye Türk’tür, Türk kalacak”, “Ülkemde mülteci istemiyorum” sloganları atıldı. Antep’te yaşanan saldırıların ardından Suriyeliler bir sonraki gün dükkanlarını açmadı. Onlarca Suriyelinin işbyeri yağmalandı, göçmenlerin darbedildiğine ilişkin pek çok video sosyal medya hesapları aracılığıyla yayıldı.
Farklı düzeydeki yetkililerden ‘Provokasyona izin vermeme’ açıklamaları gelirken İçişleri Bakanı Yerlikaya sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda “Son 1 haftadır süren ‘KALKAN-25’ operasyonlarında; göçmen kaçakçılığı organizatörleri ve düzensiz göçmenlere yönelik toplam 100 operasyon gerçekleştirildi. Operasyonlarda; 149 göçmen kaçakçılığı organizatörü yakalandı. 42’si tutuklandı. 21’i hakkında adli kontrol kararı verildi. Diğerlerinin işlemleri devam ediyor. Ayrıca 2 bin 563 düzensiz göçmen yakalandı” dedi. Kayseri’den başlayan olaylarla ilgili yüzlerce gözaltı işlemi yapıldı.
SALDIRILAR İLK DEĞİL
Göçmenlere yönelik saldırılarda Kayseri’de başlayan saldırılar ilk değil. Yaşanan tüm ekonomik ve sosyal sorunlarda mülteciler işaret edilirken köpürtülen öfke mültecilere yönelik saldırılara dönüşüyor. Daha önce de 2014’te Mersin Tarsus’ta Adanalıoğlu beldesinde Suriyeli iki tarım işçisi bıçaklanmıştı. 2019’da çeşitli kitle örgütlerinin göçmenlerin geri iade edilmesini protesto etmek amacıyla Saraçhane Parkı’nda düzenlemek istediği eyleme bozkurt işareti yapan bir grup saldırmıştı. 2019’da yaşanan bir başka linç de İstanbul’un Küçükçekmece ilçesine bağlı İkitelli Mahallesi’nde bir esnafın “Küçük kızına bir kişinin tacizde bulunduğu” iddiası Suriyelilere linç girişime dönüşmüştü, olayların ardından Uluslararası Mülteci Hakları Derneği yaptığı incelemenin sonucunda bir taciz girişimi olmadığını açıklamıştı. 2021’de ise İzmir Güzelbahçe’de 3 işçi kaldıkları evde yakılarak katledilmiş, fail amacının ülkeyi göçmenlerden ‘temizlemek’ olduğunu söylemişti. Yine 2021’de Ankara’nın Altındağ ilçesindeki bir grup Suriyeli göçmen ve Türkiyeli genç arasında çıkan kavgada 18 yaşındaki bir gencin hayatını kaybetmesiyle ilçede Suriyelilere ait evler ve dükkanlara saldırılmış, olaylar günlerce sürmüştü.
HAPİSHANEYLE KÖLE PAZARI ARASINDA
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığının resmi verilerine göre Türkiye’de ikamet izni bulunan 1 milyon 107 bin 532 göçmen var. 3 milyon 113 bin 478 Suriyeli ise geçici koruma statüsünde. Resmi olmayan verilere göre ise dört milyonu Suriyeli; 6 milyondan fazla göçmen yaşıyor. Mülteciler Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 7’sini oluşturuyor. Türkiye’de temel olarak ucuz iş gücü talebine dayalı göç politikaları aynı zamanda toplumsal tepkiyi de ‘bastırabilmek’ adına dalgalı seyir izliyor.
Suriye’deki iç savaşla başlayan kitlesel göçün Avrupa’ya ulaşmasını engellemek üzere Avrupa Birliği (AB) Türkiye’yi göçmenler için adeta bir açık hava hapishanesine dönüştürme politikası uyguladı. 2013’te Türkiye ile Geri Kabul Anlaşması imzalandı. Anlaşmayla Türkiye göçmenleri geri alma taahhüdü vermiş oldu. Anlaşma, Türkiye için ise ülkenin ‘göçmen deposuna’ çevrilmesi, AB’den çeşitli projeler altında 6 milyar avro mali destek alınması ve milyonlarca ucuza güvencesiz çalışacak emek gücü anlamına geliyordu.
Bu anlaşmaların ardından Türkiye, AB Başkanlığının yürüttüğü sığınma ve göç fonu programı kapsamında 2021-2027 dönemi için 9.8 milyar avro bütçe aldı. 2015’te oluşturulan mülteciler ve ev sahibi topluluklara desteği (FRIT) ile AB üyesi çeşitli ülkelerden gelen ek fonlarla 6 milyar avro kaynak sağlandı. FRIT, 2024’te Türkiye’ye bir milyar avro daha kaynak taahhüt etti.
AB’den akan milyarlarca avronun nasıl harcandığına ilişkin Türkiye somut bir bilgi paylaşmıyor. Ancak bu fonun göçmenlerin entegrasyonu ve insani ihtiyaçları için harcanmadığı ortada. Avrupa Birliği denetçileri fonun Suriyeli mültecilere yardımcı olmak için bir etkisi olup olmadığını belirleyemediklerini belirtiyor.
Avrupa sayıştayı da Milli Eğitim Bakanlığının projelerle ilgili bilgi vermeyi reddettiğini bildirdi. Bu nedenle Avrupa sayıştayı ağustos 2023'te bakanlıktan 8.4 milyon avronun geri ödenmesini talep ettiğini ancak bakanlığın reddettiğini açıklamıştı.
MİLYARLARCA AVRODAN GÖÇMENLERE YOKSULLUK DÜŞTÜ
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de çalışma izni verilen toplam göçmen sayısı 168 bin 103, Suriyeli sayısı ise 91 bin 500. Milyonlarca göçmenin ise kayıt dışı çalıştırıldığı tahmin ediliyor. İSİG Meclisinin raporuna göre 10 yılda 834 göçmen işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Her yıl ortalama 83 göçmen işçi cinayeti yaşandı. 2024’ün ilk 5 ayında ise 25 göçmen işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.
Mültecileri AB fonunun teminatı ve ucuz iş gücü olarak gören iktidar politikası muhalefet partilerinin mültecileri ekonomik-sosyal problemlerin kaynağı olarak göstermesi ile birleşince mültecilere dönük ırkçı tepkiler de kaçınılmaz oluyor. Mültecilerin kaderi sermaye gruplarının “ucuz iş gücü” memnuniyeti ile AKP’nin seçimler öncesinde yaşadığı sıkışmışlık arasında sallanmaya başladığı 2019’dan itibaren mobil denetim noktaları, sıklaşan denetimler gibi göstermelik uygulamalar hayata geçirildi. Mültecilere dönük saldırıların arttığı dönemlerde sermayenin, göçmenlerin istihdamdan uzaklaşmasına dönük tepkisi de çeşitli raporlara yansıdı.
2023 genel seçimlerine gidilirken sermayenin ucuz emek gücü talebiyle toplumsal tepki arasında kurulmaya çalışılan denge netleşmeye başladı; ‘ensar-muhacir’ söylemlerinin yerini ‘kontrollü geri gönderme’ aldı:
- Mart 2022 - Erdoğan: Muhalefet ‘Seçimi kazandığımızda mültecileri ülkelerine göndereceğiz’ diyor. Biz göndermeyeceğiz ev sahipliğine devam edeceğiz.
- 18 Nisan 2022 - Erdoğan: Suriyeli mültecilerin onurlu ve gönüllü geri dönüşünü sağlayacağız.
- 9 Mayıs 2022 - Erdoğan MÜSİAD etkinliğinde: Suriye'den savaştan çıkıp ülkemize sığınan bu kardeşlerimize sonuna kadar sahip çıkacağız.
- 10 Mayıs 2022 - MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı: Türkiye’de iş beğenmeme gibi bir durum var. İnsanlar ağır işlerde, emek yoğun işlerde çalışmak istemiyor. Yabancı uyruklu işçiler bu işlerde daha fazla çalışıyor.
- 22 Mayıs 2023 - Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu: Tamamını göndereceğiz dersek doğru olmaz. Tarımda, sanayide istihdama ihtiyaç var. Babam ‘Çoban bulamıyorum’ diye söyleniyor mesela.
2023 genel seçimleri de durumu değiştirmedi. Dünya Bankası kredilerinde de görüldüğü gibi AB’nin temel amacı mültecilerin Türkiye’de kalmasını sağlamak üzerine kurulu; Türkiye’nin amacı ise bu kredilerden yararlanıp sermayenin ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücü kaynağını diri tutmak.
"KARANLIĞA KARŞI BİRLİKTE ÖRGÜTLENMELİYİZ"
Kayseri'de yurttaşlar ve göçmenlerle görüşen Emek Partisi Göç Bürosu Evrensel’e değerlendirmelerde bulunarak göçmen ve yerli işçilere ortak mücadele çağrısı yaptı:
“Suriye iç işlerine karışmada kendini aktör olarak tanımlayan AKP, milyonlarca mülteciyi en ucuza ve güvencesiz bir biçimde çalıştırıyor. Mülteciler işlerine korkarak giderken adeta bir ‘yarasa hayatı’ yaşamaya mahkum bırakılıyor.
Türkiyeli işçi emekçiler iktidarın politikaları sonucu bir yandan borç batağında boğuşurken, diğer yandan işsiz kalma tehdidini her gün ensesinde hissediyor. Bu darboğaz içerisinde patronlar Suriyeli işçileri yerli işçiler üzerinde tehdit unsuru olarak kullanıyor.
Yerli ve göçmen işçilerin karşı karşıya gelişi ülkeyi emperyalist savaşların bir parçası haline getirerek bu savaşlardan pay kapmanın planlarını yapanlar tarafından kurgulanıyor. Burjuva muhalefetin iktidarın ekmeğine yağ sürecek açıklamaları ve eylemleri ise nefreti, kutuplaştırmayı körüklüyor. Milyonlarca mülteci ve yerli işçi ise ateşe sürükleniyor.
Yaşadığımız bu karanlığın sorumlusu da öfkenin muhatabı da Türkiye’yi bekleme odasına çevirenler olmalıdır. Bizleri yoksullukta yarıştıranlara karşı birlikte mücadele etmezsek, bu karanlık sadece mültecileri değil bütün işçi ve emekçileri saracaktır.”
"İKTİDARIN POLİTİKASI TÜRKİYELİ VE SURİYELİLERİ GELECEKSİZLEŞTİRİYOR"
İktidarın, ucuz emek sömürüsüne dayalı göç politikasının etkileri Kayseri’den başlayan ve diğer kentlere de yayılan saldırılarla kendisini gösteriyor. Göç politikalarının geldiği noktayı Göç Araştırmaları Derneği (GAR) üyesi ve Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Didem Danış gazetemize değerlendirdi:
“Hem toplumda hem sosyal medyada mülteci karşıtlığı yükselirken, siyasi iktidarın ülkedeki göçmen varlığıyla ilgili toplumu yatıştıran bir açıklama yapmaması veya benimsediği ikircikli politika hakkında toplumu ikna edememesi sorunun kaynaklarından biri. Buna bir de ekonomik krizden kaynaklı öfke ve çaresizliği eklediğimizde fiziki şiddete varan bir tepki ortaya çıkıyor. Eğer kolluk kuvvetleri müdahale etmeseydi belki yıl dönümünü andığımız Sivas’takine benzer bir katliamla karşılaşacaktık.
Yaşananların bir de mülteciler tarafındaki yansıması var. Savaştan kaçan milyonlarca Suriyeli için artık burası güvenli bir ülke değil. Pek çoğunun gidebilecekleri bir ülke de yok. İddiaların aksine Suriye’de geri dönüşe uygun bir ortam yok. Tüm bu olaylar Suriyelilerdeki sıkışmışlık ve geleceksizlik hissini arttırıyor. Tıpkı Türk gençlerinde olduğu gibi, Suriyeli gençler de geleceğe dair umutsuz ve öfkeli hissediyor. Korkarım Fransa’dakine benzer bir banliyö gençliğinin tohumları atılıyor.”