06 Temmuz 2024 04:48

Cibali'de bir kadın başkan

‘Her İnsan Bir Hikaye’ dizisinin bu bölümünde Cibali TEKEL’de, bütün engelleme girişimlerine rağmen, güçlü bir kadın işçi örgütlenmesiyle sendika başkanı olan Hatice Görgü’yü dinliyoruz.

Fotoğraf:Fatih Polat

Paylaş

Fatih Polat

Cibali, Türkiye’nin emek tarihinde ve edebiyatında yer tutan önemli mekanlardın biridir. Orhan Kemal’in, 1954-1966 yılları arasında kiracı olarak oturduğu ve birçok üretimini gerçekleştirdiği Cibali, Sennur Sezer’in şiirine de yansımıştır.1956 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Hatice Görgü, “O kadar yaramazmışım ki köpek kayışıyla armut ağacına bağlarlarmış beni” diye anlattığı çocukluk yıllarında, hayatının sonraki döneminde gururla hatırlayacağı Cibali TEKEL Fabrikasında onca şey yaşayacağını tahmin bile edemezdi. Ancak, ele avuca sığmayan çocukluğu belki yıllar sonra onun Cibali’deki ilk kadın sendika başkanlığına giden yola dair de bize bir şeyler söyleyebilir.

‘Her İnsan Bir Hikaye’ dizisi için Gazi Mahallesi’ne yakın mütevazı bir apartman dairesinde iki çocuğuyla yaşadığı evine konuk olduğumuz Hatice Görgü ile uzun bir sohbet yaptık.

Annesi Ankaralı, babası Antakyalı olan ve kendisinden küçük iki de kardeşi bulunan Hatice Görgü, kendisi üç yaşındayken Antakya’ya gittiklerini ve iki kardeşinin orada dünyaya geldiğini anlatıyor.

Askerliği yedek subay olarak yapan babası, 35 yaşındayken, onları Antakya’da bırakıp Hukuk Fakültesine devam etmek için İstanbul’a gelmiş. Fakülteyi bitirip staj yapmaya başladığı zaman, onlar da 1966 yılında İstanbul’a gelmiş ve babasının Bakırköy Yenievler’de tuttuğu evde yaşamaya başlamışlar. Beşinci sınıfı Kartaltepe İlkokulunda okumuş. Ardından Bakırköy Ortaokulu ve Bakırköy Lisesini bitirmiş.

Sonrasını kendisinden dinleyelim: “İki sefer üniversite imtihanlarına girdim. Hem okuduğum okulu hem de hukuk fakültesini kazanmıştım. Babam avukat olduğu için hukuk fakültesine gitmek istemedim. Bir dahaki sene yeniden sınava girdim. Beyazıt’taki, akademiye bağlıydı o zaman iktisat. Orayı kazandım. Maliye, muhasebe aslında tam adı. Sonra farklı isimler aldı ve Marmara Üniversitesine bağlandı. Başladığım sene okulda açlık grevi vardı. THKO’lular çadır kurmuşlardı, açlık grevi yapıyorlardı. O zaman siyasetle alakam yoktu. Üniversitede bu şekilde politik bir eylemle karşı karşıya kalınca o eylemi sürdürenlerden biriyle arkadaş oldum. 1975’in sonları. Çıkmaya başlayınca ben tin tin onun peşinden, o miting senin, bu eylem benim… O dönemde katıldığım en büyük eylem, Kerim Yaman’ın (Vatan Mühendislik Öğrencisi Kerim Yaman, 23 Ocak 1975 günü ülkücü militanlar tarafından silahla öldürülmüştü. F.P) öldürüldüğü zaman. İstanbul Üniversitesini işgal ettik. İlk defa siyasi bir şeyin içinde olmanın ne demek olduğunu anlamaya başladım.”

Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) kurulduğunda, onun bünyesinde faaliyet gösterdiğini anlatıyor.

"ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ FABRİKALARA"

Eylem ve gözaltılarla geçen üniversite yılları sırasında, bir parçası olduğu devrimci örgütün, ‘Üniversite öğrencileri fabrikalara’ diye bir karar çıkardığını belirterek devam ediyor: “TTE’da çalıştım… Ardından Edip İplik’te işe girdim. İlk defa bir fabrika işçiliğinin ne demek olduğunu orada öğrendim. Orada sendikal örgütlenmede temsilci seçimlerine kadar iyi bir çalışma yürüttüğümü düşünüyorum.”

Eşiyle evlendiklerinde ikisi de öğrenciymiş. Evlenmeye karar verdiklerinde iki aile de evlenmelerini istememiş ve onların kararlılığı sonrası kabullenmek durumunda kalmışlar. “Kimse bize bir yardım yapmıyor. Parseller’de bir arkadaşımızın bir akrabası Almanya’daymış. Bir odasında da eşyaları varmış. Dedi, o iki odayı size verelim. Verdiler. O arada ben çalışıyordum, çocukların babası çalışmıyordu. Çünkü o Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Bölümünde okuyordu. Bir süre sonra, evimizin bir odasına da yeni evli bir arkadaşımız daha geldi. Faşistlerin yoğun olduğu bir yerde oturuyorlardı ve evlerine gidemiyorlardı. O da Edip İplik’te çalışıyordu. Bu arada arkadaşın eşi de hamileydi ben de hamileydim. Temsilcilik seçimlerinde bizim aday gösterdiğimiz temsilci kazanmadı, anında beni işten attılar. Ben de ‘Beni işten atamazsınız, ben hamileyim’ dedim. Gittim, temsilci odasına oturdum ve ‘Beni buradan kimse çıkaramaz’ dedim. Ben bu tavrı koyunca A postası şalter indirdi, direnişe geçti. Benim postam direnişe geçince gündüz çalışan teknik elemanlar da direnişe geçti. Fabrika komple çalışmayı bıraktı. Sıkıyönetim dönemi. Jandarma geldi. Oraya bakan başçavuş ‘çık’ dedi, ‘çıkmam’ dedim. Sen dedim, temsilci odasına giremezsin, beni de buradan çıkaramazsın. Ondan sonra dört beş cemse asker geldi. 1979 yılı. Fabrikayı komple silahlarla ablukaya aldılar. Apoletli biri geldi, ona da ‘Beni buradan çıkaramazsınız, burası temsilci odası’ dedim. Askerlere dedi ki ‘Çıkarın şunu’. (Gülerek devam ediyor) Askerlerden biri bir koluma, diğeri diğer koluma girdi, çıkardılar tabii.”Edip İplik’in ardından Enboy’da çalıştığını anlatarak devam ediyor: “Enboy’a başladığım haftasında direniş oldu. İki temsilciyi işten attılar. Enboy’da da sendika işverenle anlaştı, işçiler işbaşı yaptı ve temsilciler bir daha işe alınmadı… Sonra Elif’i doğurdum. 40 gün doğum izni vardı. 41. gün Enboy’a gittim, işbaşı yapmak için bir baktım ki işten atılmışım.”

"9 HAZİRAN 1980 GÜNÜ TEKEL’E BAŞLADIM"

O arada bir arkadaşı gelmiş ve “TEKEL işçi alıyor, seni TEKEL’e göndereceğiz” demiş. O da kabul ederek 9 Haziran 1980 günü TEKEL’in dokuma bölümünde işe başlamış. Henüz 1 aylık işçiyken Çorum Katliamı’nın gerçekleştiğini ve Alibeyköy’de bu katliamı protesto için bir miting olduğunu belirterek devam ediyor: “Ona katılacağız. Fabrikadan da bir iki arkadaş vardı birlikte katılacağız. Jandarma saldırdı, çantam düştü. İçindeki kimliğim de böylelikle ellerine geçmiş oldu.”

Bu eylem sonrası, ailesinin evinden gözaltına alınmış ve Bakırköy Karakoluna ardından Gayrettepe’ye götürülmüş: “Öyle bir falakaya yatırdılar ki ayaklarımın altı kan toplamıştı ve ayakkabılarımı giyemedim.” 15 günlük işkenceli gözaltının ardından Selimiye Cezaevine gönderilmiş ve orada üç gün kalmış.

“Sonra bıraktılar. Tabii daha yeni işçiyim, fabrikada buna ne oldu diye ortalık karışmış. O zamanki sendika sağ sendika. MHP’liydi. Uzunca bir zaman adım anarşist olarak kaldı. Tam 1980 darbesi geldi üstüne. Darbe de geldikten sonra, bir seneye yakın ilişki kurmakta zorlandım. Ama ondan sonra yavaş yavaş, onlar beni tanıdılar, ben onları tanıdım.”Ardından yeniden gözaltına alınmış ve 15 gün Metris’te kalmış.

"ANNEMİN DİKİŞ EVİ"

En kötü cezaevi dönemi olarak ise Sağmalcılar’ı anlatıyor. “1982 senesinde Sağmalcılar’a girdim. Kadın koğuşunda 180 kişi vardı. Hapishanenin koşulları o kadar kötüydü ki her gün farelere nöbet tutuyorduk. Çünkü akşam olunca mazgaldan fareler çıkıyordu. Bir tane iki tane değil, onlarcası çıkıyordu. Bu arada beni ziyarete geliyorlar, Elif 2.5 yaşında falan. Elif konuşmuyor. Baktık, olacak gibi değil. Babam avukat olduğu için avukat ziyaretine Elif’i de getirdi. Kadın gardiyanlar da Elif’i koğuşa kaçırdılar. Elif benimle 15-20 gün kaldı koğuşta. Birlikte onunla el ele tutuşup tur atıyorduk. Tabii akşam 17.00’dan sonra kapanıyor kapılar. Ortadaki mazgaldan fareler çıkıyor. Elif ilkokula gidene kadar oranın hapishane olduğunu bilmedi. Annemin dikiş evi diyordu. Çünkü ona bir şeyler örüp gönderiyordum. İlkokula giderken mazgallı bir yerden geçiyoruz, ‘A anne dedi, senin dikiş evindeki farelerin evi’ (Gülüyor)”

.2.5 ay sonra Sağmalcılar’dan çıkmış ve TEKEL’de iş akdinin feshi için 3 ay koşulu olduğundan, avukat olan babasının da devreye girerek yönetimle konuşmasıyla, yeniden TEKEL’de çalışmaya başlamış. Çalışırken aynı zamanda bitirme sınavlarına girdiği Marmara Üniversitesi İşletme Bölümünden 1983’te mezun olmuş.

SENDİKACILIĞA İLK ADIM: "BU KOLTUĞU VERMEM"

Ardından sendikacı olmaya karar verdiğini anlatıyor: “Önüme bir plan program koydum. 1987’den itibaren sendikacılığın örgütlenmesini yapmaya başladık. Ondan sonra 1987 senesinde, kreş açılsın diye imza topladık. Cumhuriyet gazetesiyle iletişim kurduk. Gazetede yayımlandı. Müfettiş geldi. 15 gün içinde kreşi açtılar. Kim yaptı, Hatice yaptı. Öyle isim lanse oldu.”

TEKEL işçilerinin direnişinden bir kare

Bir süre sonra, Tek Gıda-İş Sendikasının MHP’li şube başkanının kendisini çağırdığını ve sonradan şube sekreteri olacak işçi arkadaşıyla birlikte gittiklerini anlatarak devam ediyor: “Dedi sen ne yapıyorsun. Dedim bir şey yapmıyorum. Dedi, ‘Seni baştemsilci yapayım’. Dedim, ‘Kabul etmem’. ‘Yönetime alayım seni’ dedi. ‘Kabul etmem’ dedim. Sağcılarla birlikte yönetimde olsam ne yapabilirim!

‘Ne istiyorsun?​’ dedi, ‘Başkanlığı mı istiyorsun?​’ dedi. Bir yumruk attı masaya. Masa yerinden oynadı. ‘Bu koltuğu vermem’ dedi. ‘Tamam’ dedim, verme.”Ardından delege çalışmasına başlamış.

“Ve ilk defa bence bir sendika seçiminde 38 kadın delege vardı. 50 delegemiz vardı, 38’i kadındı. 1988’in aralık ayı. Önce delege seçimlerini aldık. Cibali Şubesi özel sektörü de barındıran tek şube. Coca Cola var, Görgülü var, Hacı Bekir var, Nuh’un Ankara Makarnası var, Cibali Tütün Fabrikası var. Yani beş tane iş yeri örgütlü. Zaten delege seçimini aldıktan sonra Coca Cola’nın delegeleri üzerinde bir çalışma yürüttük. Hacı Bekir’in delegeleri de kendileri geldiler, muhalefet çalışması var diye öğrenmişler. 12 delege vardı, dediler biz size oy vereceğiz. Cola’nın delegelerini iyice bastırmaya çalıştılar. Ben de ortaya çıkmanız gerekmiyor, sadece oy verin ve yönetime birini verin dedim. Yönetime birini verdiler. Girdik salona. Bir saldırdılar Hacı Bekir’in delegelerine, çocukların ağzını, burnunu patlattılar. Bizim bayanlar hemen atlamaya kalktı, önlerini kestim. Çünkü biliyordum ki eğer bir kere karışırsak ve bir hengame olur da iptal olursa bizim bu seçimi alma şansımız hiç yok. Aldık, aldık. Çünkü onları hazırlıksız yakalamışız. 133 delege oy kullanıyor, bizde 50 delege var. Cola’dan çıkıp konuştu yönetici arkadaş, nasıl alkışlıyor bizim kızlar. Cola’dakiler de bakıyor. Sonra ben de çıkıp bir konuşma yaptım. Bir de bütün TEKEL’e haber göndermiştim, ‘Seçim yapıyoruz, gelin, can güvenliğimiz yok’ diye. 500 kişi geldi. Sulu kar yağıyor, hepsi dışarıda. Bizim başörtülü kadınlar… En son sandıklar açıldı, 84 oy alarak kazandık.”Çalışmalarının etkisi nedeniyle sendika genel merkezi de onları kabul etmek zorunda kalmış: “Kadınlar semineri düzenledi genel merkez. Anavatan Partili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı İmren Aykut da kadın bir çalışma bakanı olduğu için davet ettiler ve geldi. Ama biz de bir hazırlık yaptık. Yaklaşık 2-3 bin kişiyi otobüslerle genel merkeze taşıdık. Genel merkezin önünde eylem koyduk…TEKEL’in diğer şubelerinden de gelmişti işçiler, Cevizli’den, Paşabahçe’den..”

Dokuma bölümünden bir kadın işçi, İmren Aykut’a ‘Senin saç bakım paran kadar maaş alıyorum ben’ diye bağırmış. Tam burada, gazetemizde, ‘89 Bahar Eylemlerinin tanıkları anlatıyor’ dosyası kapsamında arkadaşımız Zeliş Irmak’ın Hatice Görgü ile yaptığı bir söyleşinin, Evrensel’de 11 Şubat 2024 günü yayımlandığını da hatırlatalım.

Hatice Görgü ve Bakan İmren Aykut seminerde, dinleyici koltuğunda

CİBALİ’DE KADIN OLMAK

Yaptığı aktif çalışma nedeniyle, erkek yöneticileri tarafından, “o kadın” ya da “bu kadın” gibi sıfatlarla tanımlandığını, türlü engellerle karşılaştığını belirtirken, mücadele içinde gelişen kadın dinamizmi, örgütlenmesi ve dayanışmasının, kadınların öz güven kazanmaları ve dönüşümlerinde etkili olduğunu anlatıyor. Ayrıca şube sekteri dahil, birçok komisyon ya da komite üyelerini kadınlardan oluşturduklarını ve onların çabalarıyla iş yerinde önemli değişimlere imza attıklarını da özellikle vurguluyor.

Hatice Görgü sendika başkanı olarak kadınlara seminer veriyor

 

ÖNCEKİ HABER

Ayşe Ateş'ten mahkeme kararına tepki: Kumpas tiyatrosu bugün sonlandı

SONRAKİ HABER

Eğitim sendikalarından MEB’e tepki: Öğretmen kıyımı hazırlığı var

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa