07 Temmuz 2024 04:42

Kimlik, inanç ve semboller üzerine bir futbol yazısı: Oyun sahada değil, bizim üzerimizde

Bir ulusun aşırılarıyla diğer ulusun aşırıları, aynı tribünde mitlerle, duygularla ve giderek örgütlü hale gelebilen bir şiddet argümanıyla birbirine düşmanlaşmaya hazır pusuda bekliyor.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Hakan KEYSAN
TYS Denizli Temsilcisi

Aşırı hassas tutulan, sürekli parlatılan ve medya-sosyal medya ağıyla cilalanıp süslenip sofralarımıza sunulan yerlerimiz ne çok...

Dünyamız, faşizm gömleği ve her ülkeye özgü taklidi nüveleriyle dolu bir acılar serüveni... İlk fırsatta bu gömlek sırtımıza yapıştırılıyor...

Düş dünyasının ve yaşamsal potansiyelinin oldukça uzağında kalmış toplumlar bir futbol oyunundan başlayıp uluslararası düzeyde baskı kurmaya dönük aşırı milliyetçi duyguları şiddetle dışa vurabiliyor...

Zira bir ulusun aşırılarıyla diğer ulusun aşırıları, aynı tribünde bu mitlerle, duygularla ve giderek örgütlü hale gelebilen bir şiddet argümanıyla birbirine düşmanlaşmaya hazır pusuda bekliyor...

Oysa oynanan oyun sahada değil, kendi üzerinde...

Bir ırkın diğer bir ırk üzerinde kurguladığı bir tiyatroda seyirci olarak hayatını oynayan bu yığınlar, gerçek bir oyunun temel aktörleri haline gelebiliyor basit bir futbol topu sayesinde.

İktidarlığın varoluş koşulu da bu değil mi? Kendini bir oyunun aktörü olarak değil de seyircisi olarak gören toplumların tribün efendileri, bir galibiyetin gölgesinden fışkıran aydınlık ışıklar gibi mitlerle, sembollerle ve giderek savaş çığırtkanlığıyla kendini ifade edebiliyor.

Hayatının hemen her kademesinde ezilmiş, hor görülmüş, dışlanmış ama buna karşın bu aşırı mitsel bağlarla sembollerine sımsıkı sarılan bu yığınların başka bir kurtuluş bulma, barışçıl ve insani bağlarla yaşamlara müdahale etme seçeneklerinden oldukça uzakta kalacaktır hiç kuşku yok...

Bu sosyolojik travma bizim ülkemize özgü değil tabi. Avrupa şampiyonası turnuvasının en modern ülkelerinden balkanlarda birçok parçalara ayrılmış büyüklü küçüklü ulusal takımlara varana kadar her ulus kendi hassasiyetleriyle kurgulanarak maçlara başlıyor.

Ulusal marşların senfonisiyle başlayan bu düelloda faşizmin gri renkleri, futbol topu kılığına bürünerek, bütün baskın kültür öğeleri ve onun kutsanmış medyasıyla sömürgeci sermaye sınıfının zaferini bu kitleler üzerinde trajik biçimde ilan ediyor oysa...

Doğal olarak tribünlerde milyonlara şölen olarak gösterime sunulan şey de aslında kaba faşizm argümanlarının kamufle edilmiş bir tezahürü. Buradan her ulusun, özellikle kazanan tarafın, milli duygularını kendinden geçen sembollerle dışa vurması onun bin yıllardır ezilmiş, hor görülmüş genetik kodlarının anlık boşaltılmasından başka ne olabilir ki!...

Bu kodlarla bakınca ömründe o tribünlerde maç izleyecek parası dahi olmadan evinde TRT'nin şifresini bile çözemeyip kahveye milli duygularını parlatmaya giden sıradan mahalle izleyicimizin bile bu zaferden sonra taa Viyana kapılarına dek dayanmasını belki de anlamaya çalışmak lazım.

Tabi sadece bu sadakat duygusuna değil; bir futbol topunun etrafında yaratılan bu büyü toplumu bir araya getirip yüceltiyor mu yoksa bölüp parçalayıp ayrıştırıyor mu?

Peki bir toplum ile diğer bir toplum arasındaki uluslararası ilişkiyi geliştiriyor, güzelleştiriyor mu, yoksa savaş dilinin bütün simge, sembol ve argümanlarını mı kışkırtıyor?

Özetle günümüz futbolu toplumlara aydınlık, huzur ve mutluluk getirmiyor. Bin yıllardır inanç dizgeleriyle, ulusal simgelerle ve son kapitalizmin sömürgeci dünyasında iki yüz yıldır parayla yaşamını süsleyen toplumların birey olarak kendisinden söz edemiyoruz. Sürüler halinde ve varlığına kutsal olarak sunulmuş organlarının hakkını veremeden dolaysız ve kayıtsız bir biçimde yaşayıp gitmesinin altında bir 'kendisi' yok, varlığı yok. Mutluluğu, özgürlüğü, özgünlüğü de... Ama kutsalları o kadar çok ki onlar için gözünü bile kırpmadan canını verebilecek bir güce ve yetkinliğe sahip...

MERİH Bİ İŞARET ÇAKTI KIYAMET KOPTU

Muhtemelen Merih olayın bu denli parlayacağını kestiremiyordu. Aynı işareti bizler Susurluk'ta kirli çamaşırlar ortaya dağılırken gördük. Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta kendi insanını katlederken içimizde yaşadık. Bu sembolle tribünlerde seyirciler birbirine girdi. 'Ya Allah Bismillah’larla Ortadoğu toplumları birbirine silah pompalıyor. Bu sembol ve simgeler barışın, sevginin, kardeşliğin ve dostluğun simgeleri olarak ülke tarihimizin sahnesinde hiç yer almayı başaramadı...

Merih üzerinden yükselen bu dalganın arka bahçesi işte böyle bir derinliğe sahip. Hassasiyet konusunda insanlık değerlerini merkezine alan değil, kendi seçimini yapmadan öylece kayıtsızca ortalığa doğduğu bir ırkı temel alan anlayışı nasıl da mahkum edemeyip aksine baş tacı edebiliyoruz, anlamak güç.

Hadi aynı hassasiyetin oklarını kendimize çevirelim biraz.

Ligimiz ulusal mıdır? Kaç tane Türk oynuyor ilk on birinde, tuttuğun takımın? Antrenörlerimiz mesela... Milli takıma bakalım. Antrenör yabancı, takımın yarıdan çoğu devşirme sporcular, Avrupa patentli. Giydiği formalar, ayakkabılar, toplar, malzemeler, kullanılan tüm sağlık ekipmanları, hatta yiyecekler...

Kımız içerek gelmedik biz bu seviyeye. İçmediğimizde de gavur olmadık. Bin yıllardır kendi aşağılanmasına, kendi sömürülmesine, geliştirilip insanca bir yaşamın unsuru olamamasına ses çıkarma yeteneğinden yoksun bırakılıp tüm düşünme ve yaratıcılığını kullanma sinir uçlarından mahrum bırakılmış bir toplumun bireylerinin bozkurt işaretleriyle tribünlerde zıplamasının arka planı işte böyle bir ıssızlığın arenasıdır...

Bacaklarını çelip arka kapılar ardında bilginin üzerinde halay çekip kanun hükmünde keyiflerini bakıyorlar...

İnanmak ise sımsıkı ve kaba bir şiddetin tüm birikimleriyle birlikte sorgusuzca kendimizde her türlü kabalığı reva gösterecek bir sığınma dizgesi...

Bilgi ve inanç arasında uzlaşmaz bir çelişki ile iki kavram arasında sıkışıp kalmış ve birbirini anlama, dinleme yeteneğinden edilmiş insanlarla paylaştığımız bu zaman dilimi, artık yalnızlığımızı ve ötekiliğimizi parlattığımız bölücü ve kirletici bir zaman dilimidir...

Yeter ki sembollerimize zeval gelmesin...

ÖNCEKİ HABER

Kayseri: Mülteciler korkudan işe gidemiyor, OSB patronları 'çözüm' arıyor

SONRAKİ HABER

Kavala: Keyfi cezalandırmanın süreceği görülüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa