09 Temmuz 2024 04:20

Kendine bir yolcu 'Metin Altıok'

Altıok, otelde merdiveni üzerindeki son fotoğrafında elinde fırçayla bekler, soranlara “Şairler, böyle savaşır” der muzipçe.

Fotoğraf:  Battal Pehlivan 

Paylaş

Tarık Özyıldırım

Behçet Necatigil, “Şair, aslında bütün ömrünce tek bir şiir yazar” der. Necatigil’in bu tanımına uyan iki şair tanırım ben. Biri Ahmed Arif kavgası bütün şiirine sinmiş; biri de Metin Altıok’tur, onulmaz acısına her dizesinde soluk aldıran. Acının her tonunu, her rengini barındırır şiirinde Metin Altıok. İster onu tanıyın ister tanımayın herhangi bir şiirinin daha ilk dizesinde bu acı kendini ele verir. İlk şiir kitabı Gezgin çıktığında Altıok’un şiirlerini ilk defa gözlemleyen Necatigil, ondaki acıyı hemen yakalayıverir: “Büyük bir zekanın değil, yalın bir kalbin şiirleri bunlar. Çileli çok duyarlıklı bir kalbin…” şeklinde açıklar.

Altıok, edebiyatımızın acılara bulanan şairidir. Yaşamının her anında, kalbinin en orta yerinde onulmaz bir acıyla yaşar, yalnız ona ait olan acıyla: “Yüreğimden çıktım yola/ Gül de geldi zakkum da/ Peşimiz sıra acı/ Beni, gülü ve zakkumu /Yol boyu kanata kanata”

BİR YANI HEP EKSİK

Altıok, 1941 yılının 14 Mart’ında Süleyman Bey ve Melahat Hanım’ın ilk çocuğu olarak İzmir’in Bergama ilçesinde dünyaya gelir. Sonrasında ailenin yolları, babasının işlerinden dolayı Karşıyaka’ya düşer. Altıok’un ilkokul, ortaokul ve lise yılları burada geçer.

Bütün yaşamına yansıyacak acısının ilk izlerini anne sevgisizliğiyle yaşar: “Kötü annem,/ Beni komşu oğlu kadar seven” dizeleriyle anne sevgisinin yoksunluğunu dile getirir Altıok. Hep bir yarım eksik dediği o acı, yaşamı boyunca onu kuşatacaktır. Kimi zaman sevdiği kadınlarda arayacaktır, eksiğin bütününü: “Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ/ Sevgiler bekliyor sürekli senden/ İnsanın bir yanı neden hep eksik/ Ve o eksiği tamamlayalım derken / Var olan aşınıyor azar azar zamanla/ Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.” Kız kardeşi Meral Altıok, anne sevgisizliğinin ve şiddetinin Altıok’ta büyük bir etki bıraktığını belirtir: “Biz hiç çocuk olmadık; mutsuz bir ailede, hüzünlü bir çocukluğu paylaştık.” Yaşantılar, Altıok’u geniş bulvarların kalabalık yalnızlığına sürükler. İçine kapanık, kırılgan bir kişilik oluverir.

14-15 yaşlarına geldiğinde evin tavan arasındaki odası ona verilince Altıok kendine bir dünya edinir Necatigil’inkine benzer. İlk dizeler, ilk resimler, ilk dramalar bu tavan arasındaki odada canlanır, filizlenir. Özellikle lise yıllarında sanatın her dalına merak salar Altıok. Şiirler, resimler, oyunlar arka arkaya gelir. Liseden sonra Ankara Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Hindoloji bölümüne girse de pek sevmez ve oradan felsefe bölümüne geçer Altıok. Şiirden çok resme gönül verdiği dönem başlar. Füsun Akatlı’yla üniversite yıllarında başlayan dostlukları, aileler çok istemese de 1966’nın Temmuz ayında evlilikle sonuçlanır ve 1969’da “Gülüşün bir kuş olacak hep omzumda” dediği kızı Zeynep dünyaya gelir.

‘GEZGİN’ OZANIN İÇ YOLCULUĞU

Altıok, heybesinde yıllarca şiir biriktirir. Eşi Füsun Akatlı’nın desteğiyle, 1976’da Dost Yayınevinde ilk şiir kitabı Gezgin’i çıkarır. Ozanın iç yolculuğudur Gezgin. Lise yıllarından gelen şiir birikimi artık kitaba dönüşür Altıok’un. Kimse yadırgamaz onun ilk şiir kitabını, usta işi olarak görülür ve saygı duyulur. Turgut Uyar, bu saygıyı şöyle dile getirir: “Metin Altıok birden yetkin bir ozan olarak karşımıza çıkıyor. Kusursuzluğun o ürkütücü sessizliğiyle… Metin Altıok şiire başkaldırmıyor, sanki ona boyun eğiyor gibi. Büyük bir tatla okudum Gezgin’i. Uzun zamandır duymadığım bir şiir tadıyla…” Altıok’un, bitip tükenmeyen arayışı Gezgin’le başlar ve bütün şiir kitaplarına yansır. “Bir yerlerde biri mutlaka vardır” arayışıdır bu.

Gezgin’den sonra Yerleşik Yabancı ve Kendinin Avcısı yayımlanır. Temalar aynıdır: acı, yolculuk, yabancılaşma, yalnızlık… Art arda çıkardığı kitaplarla şiirde bir Altıok bildirisi yayımlanır sessizce. Temalar evrensel olsa da Altıok’un anlatımı, söylemi özgündür. Doğan Hızlan’ın da deyimiyle Altıok temaları kendine özgülükle devşirir. Şiiri İkinci Yeni’yle akraba gibi görünse diğer şiir akımlarından ve şairlerden izler barındırır. Ama bu izler Altıok özgünlüğüyle harmanlanır: “Ben bir söz söylediğim zaman,/ Kendine küçük bir pıtrak edinir.”  

DIŞA YOLCULUK ‘BİNGÖL HİKAYESİ’

1979 yılına gelindiğinde çok kez ayrılık çanlarının çaldığı evliliği artık biter Altıok’un. Bir türlü sevemediği işinden de ayrılır. Aklına öğretmenlik gelir, felsefe öğretmenliği… İstemese de Bingöl çıkar bahtına. Aynı yıl sınıf öğretmeni Nebahat Hanım’la evlenme kararı alır.

Altıok’un ilk izlenimi, Bingöl’ün yoklar şehri olmasıdır. Kızına yazdığı mektupta: “İnanmazsın ama burada bazı şeyler yok… Yumurta yok hiçbir yerde… Sigara yok... Kitapevi yok... Meyhane yok. Yok, oğlu yok.” Altıok; doğanın, devletin sert ve soğuk davrandığı insanlara zamanla alışır. Öğrencilerin çokça sevilen Metin Hocası oluverir. Altıok bilir ki “Öğretmenlik; insanı ve öğrenciyi sevmekle başlar.” Çevresindeki herkes, Altıok’a hem öğretmen hem de şair olarak büyük saygı duyar. Bu sahiplenmeyle Altıok, onların yoksulluklarını, yok sayılmalarını şiirin dizelerine yansıtır.

Bingöllü dediği Küçük Trajedyalar, İpek ve Kılaptan ve Gerçeğin Öte Yakasında, kendi iç acısından halkın acısına yönelir. Altıok çaresizdir, halkın çaresizliği gibi. Kendi deyimiyle burada, şiirine kaç sıçrar. Eşi Nebahat Hanım, Altıok’un karlı bir günde ucu açık, yazlık bir ayakkabıyla gelen bir kız öğrencisi için “kim bilir ayacıkları ne çok üşümüştür” diyerek uyku tutmadığını, lokmaların boğazından geçmediğini kendi kendine “ben ne yapabilirim ki?​” şeklinde hayıflandığını belirtir: “Bu uydu çağında çaresizliği gördüm/ Sinekler konarken insan yüzlerine/ Hastane kapılarında ağıtlar duydum.”

Bingöl, Altıok için ikinci üniversite olur. Yüksek bir sesle olmasa da militanca olmasa da bireyin acısından toplumun acısına evrilir şiiri Bingöl’de: “Kimsenin türküsü yok dilinde/ Karşılayacak yağan karı/ Coşkulu ve sarhoş sesiyle./ Bıçak açmıyor ağızları;/ Acı, yalnız acı var yüreklerde…”

SÖZ CEHENNEMDİ YANIP KAVRULDUM

Bingöl’de hem öğrencileri hem de öğretmenliği sever Altıok, yalnız sürgünler canını sıkar. Öğretmenlikte rahat bırakılmayacağını anlar ve 1990’da malulen emekliye ayrılır. Artık acısı ve şiiriyle baş başadır. Gerçeğin Öte Yakası’ndan sonra Dörtlükler ve Desenler, Süveyda, Alaturka Şiirler yayımlanır. Süveyda kitabı için Küçük İskender’in yaptığı yorum, Metin Altıok şiirinin ta kendisidir: “Altı ok yiyorsunuz bir anda! Altısının da ucu insandan üretilmiş zehir sıvalı: Acı, Sevgi, Yalnızlık, Duyarlık, Ölüm, Kendinle Hesaplaşma…”

2 Temmuz’da Sivas’tadır Altıok, Pir Sultanı Anma Şenlikleri için ama kim bilebilirdi ki ölümün onu orada yakalayacağını. Otelde merdiveni üzerindeki son fotoğrafında elinde fırçayla bekler, soranlara “Şairler, böyle savaşır” der muzipçe. Katliamdan çıkartılıp Gata’ya getirilen Metin Altıok, 9 Temmuz Cuma günü 16.30 dünyaya veda eder. Ölüm nedenini bir şiirinde kendi şöyle açıklar Altıok: “Bilmemem gereken/Şeyler öğrendim./Sorular sordum/Sormamam gereken./Gördüm apaçık /Görmemem gerekeni./Söylenmezi söyledim/Suçum büyük/Ve taammüden.”

Kızı Zeynep Altıok “Babam şiirle yaşasın istiyorum, eseriyle yaşasın istiyorum” der bir orta çağ karanlığında kaybettiği babası için. Cenaze töreninde, herkesin yüreğine takılan o dizelerle Altıok’u şiirle yaşatma vakti: “Ömrümce kendimi hep sözde buldum; /Söz cehennemdi yanıp kavruldum.”

 

*Metin Altıok, Bir Acıya Kiracı, Yapı Kredi Yayınları 2. Baskı 1998 İstanbul

*Zeynep Altıok, Gölgesi Yıldız Dolu, Doğan Kitap Özel Baskı 2013 İstanbul

Evrensel aboneliği, üniversitelilere yüzde 50 indirimli
ÖNCEKİ HABER

Ada sakinleri İmamoğlu’na seslendi: Azmanbüsleri geri çekin

SONRAKİ HABER

Hürriyet, Antalya ve İzmir şubelerini de kapattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa