Buca Belediyesinde mücadele olanakları: Temizlik işçilerinin çıkmazları
İzmir’de de yeni seçilmiş belediye başkanları, emeğin karşısında takındıkları tutumlarla halktan tepki görüyor. Emekçiler tepkilerini -yer yer kazanımla sonuçlanan- eylemlerle gösteriyor.
Fotoğraf: Emirhan Durmaz/Evrensel
Berkay SERT
İzmir
31 Mart yerel seçimlerinde AKP’nin kan kaybının seçimlere de yansımasıyla işçi ve emekçiler üzerindeki umutlu hava, Şimşek politikalarının günbegün ağırlaşan etkisi, CHP’nin attığı yumuşama, normalleşme adımları ile birlikte yerini tekrardan öfkeye ve irili ufaklı tepkilere bırakıyor. İzmir’de de yeni seçilmiş belediye başkanları, emeğin karşısında takındıkları tutumlarla halktan tepki görüyor. Emekçiler tepkilerini -yer yer kazanımla sonuçlanan- eylemlerle gösteriyor. İzmir’in en kalabalık ilçesi olan Buca’nın temizlik şantiyesi de bu tartışmaların yoğun yaşandığı yerlerden biri.
SORUNUN KAYNAĞI FARKLILAŞSA DA DERTLER ORTAK
Tartışmaların en önemli gündemini ekonomik sorunlar oluşturuyor. Enflasyonun attığımız her adımda kendini hissettirdiği şu günlerde Buca Belediyesi işçisi eksik yatan ücretlerden, alamadığı gıda kartlarından yakınıyor. İlk etapta işçilerin bir kısmı “Yeni seçilmiş belediye başkanının suçu ne? Öncekiler borcu bırakıyor, yeni gelenler de toparlamak için uğraşıyor. Onlarda da suç bulmamak, zaman vermek lazım” derken, aynı fikirde olmayan bir kısım ise “İsteyince belediyeler her şeye para buluyor. Her sene aynı kaldırımlar sökülüp takılacağına paramızı yatırsınlar” diyor. Sorunun kaynağı olarak belirledikleri şeyler farklılaşsa da yaşadıkları dertler ortak. Bir diğer işçi, “Misafir ağırlamaktan mutluluk duyuyoruz ama kültürel olarak misafire et çıkarmadığımızda bizim oralarda laf söz olur. O yüzden kalabalık gelen akrabaları kovalamak istiyorum” diyerek yaşadığı ekonomik zorluğu esprili bir dille anlatırken, bir diğeri ay sonunu getirememesinden ötürü bazen eve geç girmeyi tercih ettiğini söylüyor. Ücretlerinin geç yatmasından yakınan bir işçi de “Hesap kesim tarihini maaşa göre koyduk zamanında. Biz maaşımızı geç alıyoruz, sesimizi çıkarmıyoruz ama banka günü geçti mi faizi uyguluyor. Bu zamana kadar kaç bin lira faiz ödedim” diyor.
İŞÇİLERİN DAYANIŞMASI VE BURJUVA İKİYÜZLÜLÜK
İşçilerin bir diğer sorunu ise bu şantiyede belediyeye bağlı işçilerin dışında taşeronda çalışan işçilerin de bulunması. Birçok gencin de bulunduğu bu işçi grubu aynı emeği verdiği işçi arkadaşlarından hem daha az ücret alıyor hem de çalıştığı yerdeki sendikal mücadelenin dışında kalıyor. İşçilerin ücretlerinin zamanında yatmadığı, gıda kartlarının eksik yattığı günlerde, en azından taşeron arkadaşlarının ücretinin zamanında yatmasını, gerekirse kendilerinin idare edebileceğini temsilcilere söyleyen işçileri görüyoruz. İşçilerin kendi aralarındaki bu dayanışmanın karşısında CHP’nin yıllarca taşerona karşı görünüp sonrasında kendi belediyelerinde aldığı bu tutum, burjuva siyasetin ikiyüzlülüğünü tekrardan gözler önüne seriyor.
İŞÇİLER SANDIKTA SEÇENEKSİZ HİSSEDİYOR
Seçim ve siyasetin değerlendirmeleri çoğunlukla kişilere sıkışıyor. Kılıçdaroğlu’nun altılı masasından Akşener’e, Özgür Özel’in bir şeyleri değiştirmeye çalıştığından Bahçeli’ye yakınmaların zaman zaman hakaretlere dönüştüğü konuşmalar geçiyor aralarında. İşçilerin birçoğu, “CHP’ye oy vermek zorunda kalıyoruz, AKP’nin karşısında seçimi alabilecek başka parti yok. AKP güçlenmesin diye yine CHP’ye veriyoruz oyumuzu. Bir tane oyumuz var, onu da seçilemeyeceği belli partiye mi verelim” diyorlar. Bir kısmı da bundan sonra CHP’ye dahi oy vermeyeceğini, oy kullanmayacağını söylüyor. Bazen dozu artan bu tartışmalar, fiziki veya sözlü şakalarla tatlıya bağlanıyor.
HAK ARAMA MÜCADELESİ VE SİYASET
Bunların sonunda konu karşı karşıya kalınan durumla nasıl mücadele edileceğine geliyor. Aslında sendikal mücadeleyi, iş yerinde yaptıkları “siyaseti”, gerçek anlamda siyaset olarak görmüyor çoğu işçi. En fazla kendilerinin ve diğer belediye çalışanlarının da şartlarının iyileşmesi adına yalnızca ekonomik bir mücadele olarak görünüyor onlar için. Özellikle diğer belediye çalışanlarını da ekliyorlar, çünkü bu şantiyedeki işçiler kendilerini biraz da Buca Belediyesi içindeki mücadele için bir lokomotif olarak görüyor. Diğer işçilerin TİS, ek zam gibi dönemlerde buradan medet umduklarını ancak eylemlerine destek vermediklerini söylüyorlar. Kaldı ki buradaki işçilerin yakın geçmişte iş bırakıp İzmir’in merkez ilçesi olan Konak’a giden tünelin bir şeridini araçlarla kapatma gibi örnek bir mücadele deneyimi olduğu için bu yaklaşımın gerçeklik payı da yüksek. Ancak bu eylemin fotoğrafı şantiye içinde bir gurur olarak dursa da bu kadar zor ekonomik koşulların altında dahi benzeri bir eylemin deneyimi onlar için şu anlık ortak bir iradeye dönüşemiyor. Bu deneyimler kesik hale geldikçe bir daha ulaşılamayacak masalsı bir hikayeye dönüşme yoluna gidiyor.
MÜCADELE YOLUNUN AÇILMAMASININ NEDENLERİ
Tabii ki şu an biriken öfkenin ortak bir iradeye dönüşmemesi işçilerin tamamının sindiği anlamına gelmiyor ancak bu durumun somut sebeplerini de sunuyor işçiler. Bunlardan birincisi işçilerin bir eylemlilik iradesi gösterdiği koşulda ekonomik olarak zorlanan, belki işe yeni giren işçilerin tehditler altında ezilmesi, tepki gösterdiği ama konu eylemin gerçekleşmesine gelince yarı yolda bırakılma korkusu. Ayrıca belediyelerde işçileri, kendilerinin işe alınmasına vesile olan kişilere duydukları minnet, vefa gibi düşünceleri üzerinden mücadeleye yanaşmayabiliyor. Bu meseleler zaten şu an ülke genelinde işçi sınıfının bitki örtüsünü oluşturuyor denebilir ve geçmiş deneyimlere ve sermayenin işçilere karşı mücadele tarzlarını düşününce hiç şaşırtıcı değil.
İkincisi, işçiler patrona karşı tavır koyması gereken sendikasından da bu güveni bulamıyor. Buradaki sorun biraz da işçilerin üyesi olduğu sendikayı kendisi çaba sarf etmeden, haklarını alması için uğraşacak bir kurum olarak görmesi. Sendikal bürokrasinin ülkemizdeki hegemonyası ve bu ekonomik koşullarda işçi sınıfının büyük bir kesimini hâlâ bekler halde tutabildiği düşünülünce durum berraklaşıyor. İsmini böyle koymasa da işçiler, ileri görünen birçok sendikada dahi kendilerinin egemen olduğu bir sınıf sendikacılığına hasret şekilde kendisi adına söz söylenmesine razı oluyor.
Bu meselelere bağlanan konulardan biri de işçilerin birçoğunun sendikanın görevlerine veya haklarına dair bilinç seviyesi. Biraz daha ileri sayılabilecek işçilerin de bu konudaki söylemi “Bizim arkadaşlar eğitim yapılsa kalmak istemez. Burada sendika açıklama yapıyor, kimse dinlemiyor bile. Herkes bir an önce kaçıp evine gitmek istiyor” şeklinde. Ağır işlerde uzun süreler çalıştıkları ve iş yerindeki mücadele için harcadığı zamanın hayatlarını doğrudan etkilemeyeceğini düşündükleri bu durumda işçilerin böyle düşünmesini anlayabiliyoruz. Hem onların hayatını etkileyen en yakıcı taleplerini tartıştırabilmek hem de işçi sınıfı mücadelesinin kendi hayatı ve ülkenin politik değişimi için gerçek anlamda tek değiştirici güç olduğuna onları ikna etmek için yöntemler geliştirmek, o bilinci bir şekilde oraya taşımak gerekiyor.
İşçi sınıfı mücadelesi hem tarihsel birikimi hem de kendi özel alanlarında biriktirdiği deneyimlerle her gün, içinde bulunduğu koşullara karşı biriktirdiği öfkesini birleştirdiği koşulda tarih sahnesinde yerini tekrardan en güçlü şekilde alacaktır. Sadece İzmir’de, Çiğli’de hâlâ devam eden işten atılan işçilerin geri alınması mücadelesi, Kristal Yağ işçilerinin toplu sözleşme talepleri, KLS işçilerinin sendikalaşma için mücadeleleri, İzBB’de işten atılan işçilerin 35 gün boyunca kararlılıkla sürdürdüğü ve başarıyla sonuçlanan eylemleri tüm işçilere yol gösteriyor. Ülkenin dört bir yanından çalışma koşullarının ve ücretlerinin iyileşmesi için yükselen irili ufaklı seslerin yankıları, toplu iş sözleşmesi dönemi de yaklaşırken Buca Belediyesi Temizlik İşleri şantiyesinde de duyuluyor. İşçiler şimdilik kendilerinden uzakta olduğunu düşünse de bir ışık görünüyor ancak bu ışığa hızlıca yaklaşmanın anahtarı da yine işçilerin kendi ellerinde...