10 Temmuz 2024 13:03

Kapitalizmin yarattığı krizler aşırı sağ ile çözülemez

Türkiye gençliğinin göçmen düşmanlığıyla alabileceği bir yol yoktur. Ancak antiemperyalist, antifaşist mücadeleyle kapitalizmin yarattığı krizleri çözebiliriz.

Kaynak: Max Pixel

Paylaş

Son yıllarda milliyetçiliğin ve aşırı sağın bir tür “geri dönüşüne” şahitlik ediyoruz. Pek çok ülkede milliyetçi, ırkçı, aşırı sağcı partiler yıllar geçtikçe güçlenmeye, bütün dünyayı saran bir “aşırı sağ” tehdidi yaratmaya başladı. Özellikle Avrupa ülkelerinde ırkçı ve milliyetçi söylemlerle kimi partiler iktidar oluyor, kimileri güçlü bir kitle tabanı yaratıyor. Dünyanın dört bir tarafında aşırı sağ, emperyalist savaşlardan ve emperyalist savaşların yarattığı göç, ekonomik kriz gibi sebeplerden dolayı yükselişe geçiyor. Öyle ki dünya nüfusunun yüzde 40’ının sandık başına gideceği 2024’te şimdiden Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ odaklar büyük zaferler elde etti, Amerika’da Trump ikinci başkanlığına hazırlanıyor, Ukrayna’da Rusya savaşı ve Zelensky liderliğiyle birlikte neo-naziler iktidar nezdinde gittikçe daha meşru bir siyasi akım olarak örgütlendi…

NEOLİBERALİZMİN YOLU: GÖÇMEN DÜŞMANLIĞI VE MİLLİYETÇİLİK

Elbette bu durum tesadüf değil, küresel kapitalizminin aşamadığı çelişkiler ve krizlerle ilişkili. Kimi siyaset bilimcilere göre neoliberalizmin içinden çıkılamayan bunalımı ve 2008 krizi aşırı sağın dünya ölçeğinde güçlenmesinin zemini oldu. Pazar ve rekabet kavgası, savaş ve göçler, gelir eşitsizliği, işçi sınıfı ve emekçilerde büyüyen hak kayıpları, toplumun geniş kesimlerinde gittikçe artan terk edilmişlik hissi… Neoliberal kapitalizmin 40 yıllık pratiği yoksul sınıfları ağır bedellerle baş başa bıraktı ve bu bedeller bir şekilde soğurulmalıydı. Geniş halk kesimlerindeki bu hayal kırıklığı ve öfkeyi kapitalistler için “zararsız” hale getirmek ve “başka düşmanlara” yöneltmek, aşırı sağcı parti ve akımların dünya ölçeğinde güç kazanmasının zemini oldu.

Ülkemizde de milliyetçilik ve aşırı sağın son yıllarda (özellikle 2018 krizinden sonra) güçlendiğini söylemek mümkün. Geleneksel ırkçılığın, Türkçü milliyetçiliğin partisi MHP mevcut iktidarın bir süredir ortağı. Geçtiğimiz genel seçimler milliyetçi ve sağcı pek çok partinin meclise girdiği bir deseni yaratmıştı. LGBTİ düşmanlığı, göçmen düşmanlığı, kadın düşmanlığı gibi pek çok nüans, provokatif söylemlerle gençlik kitleleri içerisinde dolaşıma sokulup yaygınlaştırılıyor. Örneğin Türkiye’nin en büyük ulusal sorunu olan Kürt sorununda barışçıl ve demokratik bir çözüm değil terörizm ve “milli güvenlik” eksenli milliyetçi söylemler daha fazla karşılık buluyor. Mülteciler üzerinden sürdürdüğü politik söylemle geniş bir etki sahası bulan neo-faşist parti ve akımlar, kimi milliyetçi reaksiyonların kışkırtılması için sahaya sürülüyor.

Geçtiğimiz haftada Kayseri’de Suriyeli bir kız çocuğunu yine Suriyeli bir erkeğin istismar etmesi sonrası kentte yaşananlar birkaç şehirde daha göçmen düşmanı gösterilere dönüştü. Çoğunlukla yoksul mültecilerin yaşadığı bölgede mültecilerin yaşadığı evlere, araçlara, dükkanlara yönelik kimi saldırılar gerçekleşti. Pogrom düzeyine varan olaylar “taciz vakasına öfkelenen yerel halk” söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışıldı.

Son yıllarda göçmen düşmanlığı, Türkiye gençliği içerisindeki belki de en popüler görüşlerden biri olarak öne çıkıyor. Bu görüş, aynı zamanda yükselen milliyetçi söylemlerin de “başlangıç noktası” olması açısından önem taşıyor. Yeni milliyetçilik gençlik kitleleri içerisinde önce göçmen düşmanlığı ardından da bir tür kültürel biçim alarak yaygınlaşıyor. Biyolojik bir ırksal karşıtlıktan ziyade örneğin Suriyelilerin kültürüne, yaşam tarzına, “taciz” gibi alışkanlıklarına vb. dayanan düşmanlık genellikle de “ırkçı değilim ama…” gibi açıklamalarla başlıyor. Bu yeni/kültürel milliyetçilik biçimi, biyolojik ırkçılığın “ayıplanması” nedeniyle çok daha meşru ve kabul edilebilir, “ayarında” bir milliyetçilikmiş gibi yutturulmaya çalışılıyor.

Ancak milliyetçiliğin kanalı bir kere girildiğinde oldukça bereketlidir. Göçmen düşmanlığı ile düzlenen yol, bir çırpıda Kürt düşmanlığına ya da ırkçı katliamlarla simgeleşen Türkçü milliyetçiliğin “bozkurt hareketinin” milli birliğin simgesi olarak kabul edilmesine varıyor. Irkçı ya da milliyetçi olmadığını düşünen “zararsız” göçmen düşmanlığı, hızlıca egemen milliyetçi söylemi yeniden üreten bir “trendin” parçası oluyor. Kayseri’de de gördüğümüz üzere “ırkçı değilim ama…” ile başlayan cümleler, niyetinden, hissiyatından bağımsız ırkçı, milliyetçi bir kalkışmaya, yoksul bir göçmen mahallesinde yüzlerce göçmen ailesinin tedirginlikle evlerinin yakılmasını beklediği korkunç bir provokasyona su taşıyabiliyor.

TÜRKİYE GENÇLİĞİNİN TARAFI

Ekonomik sorunların, gelecek kaygısının derinleştiği, yaşam koşullarının gittikçe zorlaştığı bir ortamda düzensiz göçten, iktidarın göç politikalarından, sınır güvenliğinden vb. rahatsızlık duymak oldukça normaldir. Ancak Türkiye gençliği, geleceğinin çalınmasına karşı politik bir tutum alacaksa, bunu nüfusun en zayıf katmanlarına yönelen nefret ve ayrımcılık diline, bütün toplumsal sorunları göçmenlere yıkan bir ana-akım siyaset tarzına yedeklenerek yapamaz. Göç politikalarına, göç sorununa itiraz etmenin çok daha doğru/sonuç alıcı yöntemleri de vardır.

“Ülkemde sığınmacı istemiyorum” şablonlarıyla ifade edilen edilgen bir düşmanlığın çözebileceği bir göç sorunu yoktur. Hiçbir göç sorunu da böyle çözülemez. Ancak iktidarın düzensiz göçü teşvik eden, Suriye’deki savaşa odun taşıyan, belgeli savaş suçları olan cihatçı çeteleri finanse eden politikalarına karşı itiraz etmenin alabileceği kimi sonuçlar olabilir.

“Otobüse bindirip göndereceğiz” diyen hiçbir politikacının çözebileceği bir sorun yoktur. Ancak “gönüllü ve insani” bir geri dönüş için işgal edilen Suriye topraklarından Türkiye’nin çekilmesini, Suriye yönetimiyle anlaşmanın geri dönüş için kaçınılmaz olduğunu, AB’nin Türkiye’yi parayla tutulan bir göçmen deposu haline getirdiği Geri Kabul Anlaşması’nın iptal edilmesini savunmak su götürmez derecede daha gerçekçidir.

“Demografimiz bozuluyor” diye mızmızlanan bir politik tutumun çözebileceği hiçbir problem yoktur. Ancak 5 milyon insanın yersiz-yurtsuzlaştırılması karşısında gerçekçi bir göç ve entegrasyon politikasını savunmanın, emperyalist savaşların faturasını ödeyen göçmen kalabalıklarının insanca yaşayabileceği bir dünya için, göçü yaratan kaynaklara karşı mücadeleye atılmanın çözebileceği sorunlar olabilir.

Sermayenin kuralsız sömürüsü ve istismarı karşısında köleleştirilen, iktidarın keyfi göç politikaları karşısında allak bullak olan bir kalabalığın geri dönmesini ülkenin bütün sorunlarının çözümüne eşitleyen bir anlayış kaybetmeye mahkumdur. Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı gibi Türkiye’de de toplumsal eşitsizliğin, gelir dağılımı adaletsizliğinin, yoksulluğun ve işsizliğin sebebi mülteciler değil, kapitalizmin yapısal sorunlarıdır. İğnenin ucunun batırılacağı yer tek adam yönetimi ve arkasındaki sermaye güçleridir.

Türkiye gençliğinin göçmen düşmanlığı, milliyetçilik veya “ülkücü olmayan” milliyetçiliklerle alabileceği bir yol yoktur. 21. yüzyıl dünyası emperyalist paylaşım mücadelelerinin, göçlerin, soykırım ve savaş suçlarının olduğu kadar kapitalizmin suçlarını utanç verici biçimde örten aşırı sağın, göçmen düşmanlığı ve her türden ırkçı/milliyetçiliğin yükseldiği bir siyaset sahnesinin de dünyasıdır. Ancak bir de öteki taraf vardır. Göçmenlerin insanca yaşamını, haysiyetli bir dünyayı savunan, kimsenin “insanlık” ortak paydasının dışına itilmediği bir enternasyonal dayanışma için mücadele eden, göçmenlerin ve azınlıkların gözden çıkarılmasına karşı kardeşlik ve bir arada yaşamda ısrar eden, anti-faşizmin, anti-emperyalizmin tarafında olan milyonlar da vardır. Bu taraflaşma kaçınılmazdır ve seçenekler oldukça sınırlıdır.  Yıllar sonra utanç duyacağı bir politik tutumla anılmak istemeyen her genç ikinci taraftakilerin kazanması için mücadele etmelidir.

 

ÖNCEKİ HABER

Kenya’dan Türkiye’ye sermayenin sunduğu acı reçeteyi yırtalım!

SONRAKİ HABER

Taksim Hastanesi’nde sivrisinek istilası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa