11 Temmuz 2024 04:15

Arafta Düet: Yüzleşmeye davet

Politikacı ve Yazar Selahattin Demirtaş ile Yazar ve Çevirmen Yiğit Bener’in, bir ilke imza atarak, hiç karşılaşmadan birlikte yazdıkları Arafta Düet, bir çırpıda sonunu getireceğiniz bir roman.

Kitap kapağı

Paylaş

Fatih Polat

Bazı özel çalışmalar kapsamında, farklı yazarların paragraflarından oluşan öykülere tanıklık etsek de iki yazarın imzasını taşıyan roman örneğinin kendisi başlı başına okurda sürprizli bir duygu yaratıyor. Selahattin Demirtaş ile Yiğit Bener’in imzasını taşıyan ‘Arafta Düet’ adlı romanı, Dipnot Yayınları, “Biri yıllardır hapiste olan iki eş yazarın hiç karşılaşmadan beraber kaleme aldıkları roman, bu açıdan dünyada bir ilk” ifadeleriyle sunarken, kitabın sonunda da şu cümle yer alıyor: “İki eş yazar henüz yüz yüze görüşme fırsatı bulamadılar.”Kardelen Akçam’ın desenli kapak tasarımı da ‘araf’ sözcüğünün çağrıştırdıklarını canlandırarak kitaba ayrı bir hoşluk katmış.

Kitabın yazarları yüz yüze görüşmeden bu ortak romanı oluştururken, kuşkusuz aralarında bir çalışma planı yaptılar ve kitap son halini alırken üslup farklılıklarından kaynaklı eklektik bir kurgusal yapının oluşmaması için, son çapak temizliğine kadar titiz bir süreç de işletmişlerdir. Yani öyle olmalı(!). Bunu varsaymanıza rağmen, romanı okurken ister istemez, “Bu bölümü Selahattin Demirtaş yazmıştır”, “Şu bölümü de muhtemelen Yiğit Bener kaleme almış olmalı” diye düşünürken kendinizi yakalıyorsunuz.

Roman baştan sona iki temel karakter üzerinden ilerliyor: Eski tüfek bir devrimci olan Avukat Sinan Çağlayan ve Emekli Tümgeneral Ayvaz Dere. Ağırlık düzeyleri farklı yan karakterler de bu iki başat karakteri tamamlayarak romanın kurgusu içinde hareket ediyorlar.

Yazarlarımız; Sinan ve Ayvaz adlarıyla, onların anlatımlarından oluşan bölümlerin akışı içinde, bu iki karakterin yollarını bir yerde kesiştiriyor. Araf sözcüğünün ilk akla getirdiği ‘Arada kalma’ haliyle, sözcüğün dini anlamı olarak, cennet ile cehennem arasında, günahları ve faziletleri dengelenmiş olanların yaşadığı sınır bölgesini ifade eden anlama kadar çeşitli bağlamları romanın kahramanlarının konuşmalarında ve diyaloglarında görüyoruz.

Sinan ve Ayvaz, farklı uçlarda hayat sürmüş, çoluk çocuk sahibi iki insan olarak, yaptıkları evliliklerden yaşadıkları yenilgi duygusuna kadar benzer özellikler de gösteriyor. İzmir’de bir mülteci derneğinin hukuk işlerine yardımcı olarak, geçmişteki mücadele deneyimini biraz olsun sürdürmeye çalışan Sinan ile ölümü beklerken son zamanlarını Mersin Akkuyu Nükleer Santralinin yakınlarında bir bölgede denize nazır bir kayalığın üzerine kondurduğu bungalov evde geçirmeyi seçen Ayvaz’ın karşı karşıya geldiği anda da düet başlıyor.

Sinan, devrimle düzeni değiştirmeyi başaramamış olmanın yanında, bugünden bakınca hata olarak yorumladığı solun geçmiş davranış biçimlerinden gündelik hayatın dönüştürülmesine kadar bir dizi konuda yaşadıklarını bir yenilgi olarak tanımlayan, bezgin ve yılgın biri solcu avukattır. Kendini dip noktalarda alkole de vurmuş bir avukat. Ama ona rağmen, göçmenlere yönelik ötekileştirici yaklaşımların karşısında bir mülteci derneğinin hukuk işlerine yardımcı olarak hayata tutunmaya çalışmaktadır. Ayvaz Dere de Mamak Cezaevinin bir işkence merkezi olarak hafızalara kazındığı dönemlerde orada görev yapan ve hatta karşılaşmaları sırasında aralarındaki tartışmadan da öğrendiğimiz gibi Sinan’a orada tokat da atmıştır. Hayatının sonraki yıllarında da “terörle mücadele” adına yapmadığı kalmamış bir askerdir ve bugün o da geriye bakınca, uğruna mücadele ettikleri “Atatürk cumhuriyeti”nde “dinci iktidar” egemenliği karşısında derin bir yenilmişlik duygusu yaşamaktadır.

Sinan’ın oğlu Can Yücel’in, Şengal’de IŞİD’den Kürt gerillalar tarafından kurtarılarak yolu Türkiye’ye kadar gelmiş olan sevgilisi Berfin’in arabalarının Ayvaz Dere’nin bungalovunun üst tarafındaki yoldan aşağıya yuvarlanması, emekli paşa Ayvaz’ın onlara yardımı ve Sinan’ın, dostları Arif ve Aysel ile Can’ı aramaya çıkarken yollarının Ayvaz ile kesişmesi…

ÜÇ ESKİ DEVRİMCİYLE BİR ESKİ GENERALİN UZUN GECESİ

Ayvaz, kulübesinin önünde üç eski devrimcinin kendisine yönelen eleştiri dolu sözleri karşısında içinden “Üç eski devrimciyle bir eski generalin gecesi kısa olacak değil ya!” diye geçirirken Sinan da şöyle düşünmeden edemez:

“Kırk yıl düşünsem, günün birinde böylesine bir kulübenin önünde Ayvaz Dere ile karşılıklı oturup bira içeceğim aklıma gelmezdi. Sanırım onun da aklına gelmezdi! Emekli bile olsa, koskoca bir generalin kendi kır evinde üç ‘vatan haini komünist’e’ bira ikram etmesi pek alışılageldik bir durum değil açıkçası. Hayırlısı!
Aysel’le İrfan’ın alışverişten dönmesini beklerken generalle uğursuz bir sessizliğe bürünüyoruz.
Gerçeküstü bir tablo: Absürt komedi filmi sahnesi gibi.”

Sinan ile Ayvaz diyaloglarında, 12 Eylül askeri darbesi, İlhan Erdost’un işkence edilerek katledilmesi, Çorum, Maraş ve Sivas katliamları, Ermeni tehcirinden bugün Kürtlerin Türkiye’de en son kayyum uygulamalarına kadar karşı karşıya kaldıkları baskı biçimleri, hakim “güvenlik konsepti” ve daha bir dizi konu gündem oluyor.

Roman, karakterlerinin diyaloglarından, yaptıkları vicdan muhasebelerine kadar uzanan tartışmalar ve iç konuşmalarla, okura normal hayatın sınırları içinde gerçeküstü bulunabilecek karşılaşmaları yaşatarak yüzleşmelere davet ediyor. Karakterlerin konumlarından kaynaklı ‘resmi görüşleri’ çoktan sorgulamaya başlamış olmaları da okuru alışılagelmiş, ezber argümanlarının zemininden çekip alıyor.

Romandaki mizahi üslup, hayatın doğallığı içinde politikaya uzak okurları da sert ve ciddi meseleler karşısında bir yaklaşma mesafesine çekecektir muhtemelen. Yazarlarımız, kahramanları üzerinden, “Ezberlerin, bildik paradigmaların dışına çıkmadan özgürleşemezsin” diyerek, okuru alttan alta bir değişime de davet ediyor. Bunu, bizim kuşak sosyalistlerin pek çoğunun muhtemelen okuduğu Çernişevski’nin çok sevilen romanı Nasıl Yapmalı’daki gibi, romanın kurgusu içinde aralara girerek “Ey okur” biçiminde başlayan konuşmalarla değil, romana ismini veren ‘arafta düet’in kendi iç diyalektiği ve kimyası içinde yapıyor.

Bu diyaloglarda Kürt sorunundaki resmi politikalarla yüzleşmeye davet tartışmaları içinde Berfin’in bir sorunu kendi öznelerini dışta bırakarak, onun adına tartışmanın absürtlüğüne dikkat çeken vurguları da özel bir yerde duruyor.Kitabın sonlarına doğru, Akkuyu Santralindeki saldırının ardındaki sırrı da Sinan’ın ince sorgulamalarıyla bir polisiye tadında öğreniyoruz. Onu da burada yazmayalım ki okura da bir şeyler kalsın (!)Politikacı ve Yazar Selahattin Demirtaş ile Yazar ve Çevirmen Yiğit Bener’in, bir ilke imza atarak, hiç karşılaşmadan birlikte yazdıkları Arafta Düet, elinize aldığınızda bir çırpıda sonunu getireceğiniz 155 sayfalık bir roman.

Ülkenin son yüzyılındaki ağır meselelerin, ironik ve yer yer eğlenceli bir anlatım biçimiyle, romanın kurgu matematiği içinde hareket ederken, bir ucuz komedi kertesine de düşmeden, kendi ağırlıklarıyla yer alması, her iki yazarın hayatın içindeki duruşlarının toplam bir sonucu kuşkusuz.

Yazarlarımızın kalemine sağlık ve keyifli okumalar…

ÖNCEKİ HABER

Taksim Hastanesi’nde sivrisinek istilası

SONRAKİ HABER

Elçi cinayetinin gerekçeli kararı: Giderilmeyen şüpheden beraat verildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa