11 Temmuz 2024 00:41

Ek zam mitinginde işçilerin ikilemi

"Bu mitingin de ‘E tamam miting de yaptık bir şey olmadı” kategorisine girmemesi için bu mitingi başlangıç olarak görmek, buradaki sahiplenirliği organize sanayi bölgelerine taşıma mecburiyetindeyiz."

Fotoğraf: Evrensel 

Paylaş

Cemre KESKİN
Ankara

Emek Partisi Ankara İl Örgütü olarak 7 Temmuz’da ücretlere zam, vergide adalet ve günde 7 saat haftada 5 gün çalışma saatleri talepleriyle düzenlediğimiz Sincan mitinginde buluştuk. Hem mitingin kendisi hem de mitingin örülmesi Ankara’daki işçilerin bu meseleye bakışı açısından birçok veri de sundu. Haftalar öncesinden başlayan, mitinge çağrı için gittiğimiz duraklarda, fabrika önlerinde; kapı kapı dolaştığımız evlerde yukarıda sıraladığımız talepler etrafında hızlıca ortaklaşılıyordu. Birçok kişi kendi fabrikasından, ev hayatından örnekler verip ‘Ücretlere Temmuz’da zam şart!’ sloganını hayatları üzerinden güçlendiriyordu. Ülkenin mevcut ekonomik koşullarını düşününce bu pek şaşırtıcı bir durum değil ancak bu tartışmalarda ek işe başlama, fazla mesai kovalama gibi gelir artırmaya yönelik hamlelerle düne nazaran daha çok karşılaştığımızı eklemek iyi olacaktır.

Bu mitingin örgütlenmesi süreci içerisinde aldığımız en belirgin karşılık “İyi güzel düşünmüşsünüz de, zammı vermezler” gibi zam yapılmasına dair umutsuz cümlelerden oluşuyordu. Ne yapsak da değişmez bakış açısı hakimdi. Öyle ki uzun süredir büyük işçi direnişi yaşamamış ya da yaşanan küçük ölçekli direnişlerin sonuçlarının çok az bilindiği kentimizde bu da şaşırılacak bir sonuç olmayacaktır. Bu kısımda şaşırtıcı olan; tartıştığımız işçilerde genel olarak yorgunluğun hakim olduğu olabilir. Öyle ki kimisi sanki yıllardır mücadele vermiş ve bunun sonucunu bir türlü alamamış gibi konuşuyordu. “Ne yaptıysak olmadı”, “Bizim fabrikadan bir şey olmaz” gibi cümlelerle sıklıkla karşılaşıyorduk. Aslına bakarsak ulaşabildiğimiz işçiler açısından bu gibi söylemlerin ardında bir birlikte mücadele geçmişi ve bir deneyimin sonucu yok. Bireysel mücadeleler ve bunların vermiş olduğu yılgınlık var. Bunun yanında ‘hoşnutsuzlukların’ artmasına rağmen hükümetin saldırılarını hız kesmeden sürdürmesi de bu durumu büyütüyor. Evet, bir yandan öfke büyüyor ama bir yandan da mücadeleyle buluşmayan bu öfke somut bir şeyler yapmaya dair yılgınlık ve değişime olan inançta bir azalmayı da beraberinde getiriyor.

Bir Kalyon PV işçisinin evine konuk oluyoruz. İşten atılma tehlikesi nedeniyle ismine Ahmet diyelim. Ahmet abinin yorgunluğu yüzünden belli oluyor. Sohbet ederken art arda yakıyor sigaraları: “Kalyon’da 7 aydır süren işten çıkarmalar var. Yine çıkarmaların olacağı söylentisi yayılmış fabrikada ‘İnanın iyi olan hiçbir şey yok bu fabrikada. Ne maaşı iyi ne çalışma koşulları. Ama ödüm kopuyor atacaklar diye. Çünkü bir haftalık işsizliği bile kaldıracak durumda değilim. Haklısınız bir şey yapmak lazım. Ama ben bu korkuyla cesaret edemiyorum böyle bir şeye” Sonra gülerek ekliyor: “E kızlar Emek Partisi’ne de oy verdik ama seçilemedi şimdi ne yapacağız?​”

Aynı zamanda aynı derecede güçlü ama bu zamana kadar bahsettiğimiz eğilimlerin tam zıttı bir eğilimle de karşılaşıyoruz; çünkü bir yandan mitingin duyurusu azımsanmayacak ölçüde coşkuyla karşılanıyor. “Helal olsun çok iyi düşünmüşsünüz”, “Sincan’da buna cesaret edecek parti yok!” “Bu bizim görevimiz kesinlikle orada olacağım!” buna benzer destek cümleleri duyuyoruz. Yaptığımız broşür dağıtımlarında dönüp iş yerinde dağıtmak için broşür isteyenler, bizden aldığı broşürü duraklara yapıştıran işçiler oldu. İşçiler yaptığımız toplantılarda kendi fabrikasında bu meseleyi nasıl büyütebileceğini tartıştı. İş arkadaşını mitinge çağırdı. Yine miting alanında da bu coşkuyu görmek mümkündü. Komşusunu, babaannesini, çocuğunu alanlar gelmişti alana. Küçük kızıyla mitinge katılan bir metal işçisi kadın, “Daha önce bulunduğum fabrikalarda sendikalaşma için çok mücadele verdim. Şimdi bulunduğum yer oldukça küçük. Bu yüzden pek bir şey yapmak mümkün olmuyor. Mitingi de afişlerden görmüştüm. Gününü unutmuşum. Sloganları duyunca koşarak geldim. Bari bunu yapmış olalım değil mi?​” dedi.

Tüm bu süreç ilerisi için de yol haritaları çıkartıyor önümüze. Çıkarılacak bu sonuçlardan bahsedecek olursak mitingi dışarıdan bir çalışmayla ördüğümüz yerlerdeki katılımlar “Mitingin katılımcısı’ düzeyinde kaldı. Bu mitingin de ‘E tamam miting de yaptık bir şey olmadı” kategorisine girmemesi için bu mitingi bir başlangıç olarak görmek, buradaki sahiplenirliği organize sanayi bölgelerine taşımak mecburiyetindeyiz. Mitingin yalnızca katılımcısı değil örgütleyicisi olarak da pozisyon alabildiğimiz yerler de oldu. Bu yerlerin esas farkı birçok fabrikadan işçiyle mitingin örgütlenmesine dair toplantılar yapmamızdı. Bu toplantılarda fabrikadan kimleri nasıl davet edeceğimizden, mitingin duyurusunu hangi yollarla fabrikaya ulaştırabileceğimize kadar birçok konu konuşuldu. Bu tarz toplantılara ilk kez katılan işçilerden “Tek başıma düşününce hiç bunlar gelmezdi aklıma. Şimdi sizinle beraber planladıkça ne yapabileceğim daha da netleşiyor” şeklinde yorumların gelmesi aslında öne çıkarılması gerekilen bir sonuç olarak duruyor.

Bu gibi örnekler için ise ‘Bundan sonra ne yapacağız’ sorusuna hızlıca cevap olacak işler planlamalı, buralardaki katılımı genişletmeli tutarlı ve örnek olacak mücadele örnekleri yaratmalıyız. Ancak bu şekilde miting yararlı bir işleve bürünmüş olur.

Yukarıda Kalyon PV işçisi Ahmet abinin örneğinden yola çıkarak son olarak şunları söyleyebiliriz: Burjuva siyasi partilerin yaratmış olduğu kültürün bir parçası olarak partilerin ‘kurtarıcı’ olarak görülmesi Emek Partisi’nin de kimi zaman kurtarıcılar arasında bir seçenek olarak ortaya çıkartıyor. Hiç kuşkusuz deneyimi, birikimi ve bilimsel dünya görüşü anlayışıyla Emek Partisi işçi sınıfının ‘kurtuluşu’ için gerekli programı orta koyan bir partidir. Ancak önemli olan bu programın ne derece uygulanabildiğidir. Ahmet abinin örneğine geri dönelim. Kalyon Pv kurulalı yaklaşık 3 sene oldu. Bu süreç içerisinde Kalyon PV’nin çalışma koşulları için birçok bildiri yazdık, haber çıkarttık. Fabrikaya taşeron firma alınmaya başladığında bizim ilk söylediğimiz taşeron çalıştırmanın en çok kadrolu işçiler açısından sorun yaratacağı, taşeron işçilerle birleştirilmeyen bir mücadelenin kadrolu işçilerin işten atılmasına sebep olacağı oldu. Bunun için broşür çıkarttık, haber yaptık. Kalyon duraklarında işçilere bu materyalleri ulaştırmaya çalıştık. Bu süreçte aldığımız genel yorum “Bizim taşeronla alakamız yok” oldu. İşin sonunda Kalyon’dan yaklaşık 1000 işçi çıkartıldı. Ahmet abinin dediği “Koşullar berbat ama atılırım diye kokuyorum” noktasına gelindi. Bu noktadan baktığımızda oy da verdik, mitinge de katıldık yine bir şey değişmedi demek tüm bu sürecin en küçük en edilgen parçasından meseleye bakmak olacaktır. Eğer bir şeylerin değişmesini istiyorsak yalnızca iyi işlere ‘destek vermekle’ yetinemeyiz. Büyütmek istediğimiz mücadele için çevremizi örgütlemek, bu mücadelenin kalıcı ve yıkılmaz hale gelebilmesi içinse birikimi, programı, olanakları geniş olan Emek Partisi ile birleşmek zorundayız. Saldırıların bu denli örgütlü bu denli organize olduğu günümüz koşullarında karşı saldırıyı da aynı örgütlülükle sınamadıkça “Ne yapsak da değişmiyor” Sonucu bizi büyük bir yanılgı, umutsuzluk ve yılgınlığa mahkum edecektir.

ÖNCEKİ HABER

NATO Zirvesi sonuç bildirgesi: Rusya, Çin ve İran’a ayar, Ukrayna’ya 40 milyar dolar

SONRAKİ HABER

EMEP neden Sincan’da miting yaptı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa