12 Temmuz 2024 04:39

İzmir’den işçi ve emekçi mücadeleleri

"Bütün bu mücadeleler işçilere dünyaya yalnız kendi iş yerlerinden bakılmamasını öğrettiği gibi burjuva siyaset ile kendi mücadelesinin karşıtlığının kavranmasını sağlıyor."

Fotoğraf: Birleşik Metal-İş

Paylaş

Gürsoy TURAN
İzmir

Uzun bir zamandır Türkiye sermaye sınıfı ve onun iktidardaki yürütücüsü Erdoğan-AKP iktidarının uyguladığı ekonomi programlarında, sermayeye kaynak aktarımı ve tekellerin kazançlarının güvenceye alınmasının bir parçası olarak, ücretlerin baskılanması temel hedef halinde. Oysa Türkiye’de açlık sınırının altındaki asgari ücretin genel ücret haline geldiği ve ücretli çalışanların bütçeden aldığı pay sürekli düşerken, enflasyonun rekorlar kırdığı gerçeği verilerle açıkça ortadadır. Üstelik işçiler bunu hiçbir veriye ihtiyaç duymadan, yaşamlarından biliyorlar ve dayanak buldukları her fırsatta mücadeleye atılarak enflasyonun nedeninin ücretler olduğu aldatmacalarına karınlarının tok olduğunu gösteriyorlar.

Elbette sınıfların çıkarlarının uzlaşmazlığının ve mücadelenin kaçınılmazlığının yansıması olarak her gün iş yerlerinde amansız bir sınıf mücadelesi verilir ve bu sadece ücretlerin baskılanmasıyla da sınırlı değildir. Çünkü işçinin denetimi için iş yerinde ve dışında her türlü baskı, sermayenin toplumsal egemenliğinin garantisidir.

İzmir’de ortaklaşan ve farklılaşan yanlarıyla son dönem yaşanan grev, eylem ve direnişler; işçiler ve kamu emekçileri açısından cesaretlendirici mücadeleler, kitlesel eylemler ve kazanımların yanı sıra karamsarlığı artıran olumsuz örnekler de sunuyor. Her durumda mücadelenin öğretici olması, doğru sonuçlar çıkartılması önemli, bunun için işçiler ve sendikal hareket içerisinde tartışma yürütmek önümüzdeki dönem girişilecek mücadeleler düşünüldüğünde daha büyük önem kazanıyor.

Az sayıda mücadeleci sendika ve sendikacı dışında çoğu sendika ve sendikacılar, ortaya çıkan eylem ve hak arayışlarından, açıkça olmasa da içten içe rahatsız. İşçilerin ve kamu emekçilerinin, ücret ve çalışma koşullarından hoşnutsuzluğu artarken sendikacılar ise mücadele eğilimi ve gelişen eylemliliklerden hoşnutsuzluk duyuyor. Uzun yıllardır sendikaların cevval göründükleri tek mesele üye yapma, aidat gelirlerini artırma çabasıdır. O da patronların onayını alarak, anlaşarak ve mümkünse ‘Karşı karşıya gelmeden, zahmetsiz olursa iyi olur’ çerçevesinde.

TOPLU SÖZLEŞME MÜCADELELERİ

İktidar “Asgari ücreti zaten çok artırdık, ücretlere zam yok” derken, patronlar kuşkusuz avuçlarını ovuşturuyor. Son 5-6 ayda toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sürecinde olan iş yerlerinde ya greve çıkarak ya da grev arifesinde TİS imzalanması, patronların zam vermeme ısrarının açık göstergesi. Kemalpaşa’da bulunan ve yedinci sözleşmesini imzalayacak olan Purmo Grup (eski adıyla Retik Metal) ilk defa ikinci ayına giren uzun bir grev yaşarken, ilk toplu sözleşmesini imzalayan Gates’te ise işçiler 10 günlük çoşkulu grev ile taleplerini kabul ettirip toplu sözleşme imzalamayı başarmıştı. Amcor Tobacco işçileri iş yerlerindeki hazırlıklarının yanı sıra 1 Mayıs alanındaki güçlü katılımlarıyla greve çıkmaya hazır olduklarını görünür şekilde dile getirip basında yer bulmuşlardı. Bu kararlılıkla greve çıkacakları günün öncesinde patron imzaya yanaşmıştı. Bu grevler, grev hazırlıkları işçilerin hem taslakların oluşturulmasından itibaren sürece dahil olması hem de iş yerinde birlikteliğini ve örgütlülüğünü çeşitli biçimlerde gösterebildikleri, taleplerinin arkasında durup gerektiğinde meydan okudukları için kazanımla bitti ya da kararlılıkla sürdürülüyor.

Diğer yandan Lezita ve Pilenpak gibi iş yerlerinde sendikalaşma sürecinde başlayan işçilerin örgütsüz hareket etme tutumunun aşılamamasında sendikacıların yasa, prosedür dışına çıkmama ısrarı, telkini ve mahkemelerle kazanacakları vaatlerinin etkili olduğu anlaşılıyor. “İşçi atılsa da mahkemede kazanırız, avukatlarımız takip ediyor” yaklaşımı sonucunda grev kararı aldığında greve çıkaracak işçi de bulamamışlardır. İşten atılan ve çalışan azınlık işçiyle iş yeri önünde grev kapsamında eylemle kazanım elde etmek imkansıza yakın hale gelmiştir. Bu en azından sendikalarca bilinmez değildir. Merkezinde bir şekilde devreye sokulacak hatırlı bürokrat ya da patron örgütünce patronu sendikayla çalışmaya ikna etmek vardır, bu gerçekleştiğinde atılmış olan işçiler ve diğer talepler sendikalı çalışmak için artık vazgeçilebilir duruma geriler.

Diğer yandan daha sendikaya üye olmaya başlarken oluşturdukları komite ve örgütlenmeyle patronun istifa baskısı, işten atma ve sendikal yetkiye itirazı karşısında örgütlülüğüyle, iş yerinde üretim içerisinde eyleme geçerek patron ve amirlerin baskısına meydan okuma ve taleplerinin arkasında durma bakımından da Çiğli OSB’deki KLS fabrikasında olduğu gibi cesaret verici deneyimler de yaşanıyor. Yine geçmişte sendikalaşma karşısında örgütlülüğü dağıtmak için itiraz ile mahkeme sürecine yönelerek zaman kazanmak, baskı kurmak istenilmesine karşı işçilerin iş yerini terk etmeme eylemiyle atılan işçilerin geri alınması sağlandığı gibi itirazının geri çektirildiği ve toplu sözleşme imzalanmasını hızlandırdığı mücadeleler de bilinmektedir.

BELEDİYELERDEN ÖRNEKLER

İzmir’de diğer bir mücadele ve eylem alanı ise kuşkusuz yerel seçimler sonrası daha da büyüyen, belediyelerde yaşanan eylem ve direnişler oldu. Yerel seçimler sürecinde de birçok ilçede işçiler ücret ve TİS alacaklarının ödenmemesi/geciktirilmesine karşı eylem ve açıklamalar yapmaktaydı. Yerel seçimden sonra buna kitlesel işten atma ve imzalanmış sözleşmeleri tanımama, kamu emekçilerine TİS’te sosyal denge tazminatı yasal sınırı dayatmasıyla kazanımları 6 yıl geriye götürme ve kazanılmış hakları yok sayma, imzalanmış TİS ücretini kesme gibi saldırılarına karşı mücadele ve eylemler yaşanıyor.

Yıllardır belediyeleri aynı parti yönetmiyormuş gibi yeni seçilenler, istihdam politikalarını eleştirmeye ve kitlesel işçi kıyımına yöneldi. Büyükşehirde atılan işçilerin şirket ve sendika ayrımı yapmadan ortak komite kurarak direnişe geçmesi birçok belediyede birbirinden üye kapma yarışı içerisinde olan sendikaların (Genel-İş ve Belediye-İş) birleşen işçilerin yanında birlikte görüntü verme durumunda kalmaları ve işçilerin kararlı mücadeleyle işe geri dönme kazanımları birçok yönüyle olumlu deneyimler bıraktı. İzmir’de süren eylemler için de moral kaynağı oldu.

İşçiler ve kamu emekçileri seçim kampanyasını yürüttükleri, destekleyip oy verdikleri parti ve adayların oylarına sahip çıkmak için takip ettikleri seçim tutanaklarında imzaları kurumadan karşı karşıya kaldıkları saldırı, sermaye partilerinin politikalarının karşısında kendi pozisyonlarını görmeleri bakımından olduğu gibi; birlikte ve kararlılıkla direnenlerin kazanımı ile birliğe katılmayan, mücadele etmeyenlerin durumu açısından önemli sonuçlar ortaya çıkardı.

İşçi ve emekçilerin yenildiğinde de kazanımla çıkabilmesinin yolunun kendi eyleminden ve kendi sınıfının mücadelelerinden ders alınmasıyla ve doğru sonuçlar çıkarılmasıyla olanaklı olduğu biliniyor.

İzBB işçileri, işten atılmalarının ardından işe geri dönmek için başlattıkları mücadelede şirket, sendika, konfederasyon, işçi-memur ayrımı yapmadan aynı saldırı karşısında ortak talep etrafında birleştiler. Oluşturdukları komiteyle inisiyatifi kendi ellerinde tuttular. Sendikalarının “Belediye yönetimiyle görüşmemizi bekleyin, eyleme geçmeyin” önerisi yerine toplantılarını yapıp kendi kararlarını alma iradesini gösterdiler.

Ayrıca grev ve direnişlerde dayanışmanın zorunluluğu ve gücün sürekli artırılması için iş yerinde farklı statülerde çalışanlar birleşmenin yanı sıra diğer iş yerleri ve iş kollarından işçi ve emekçilerle dayanışma ve mücadele birleştirilmeli. Kazanan İzBB işçileri, memurların eylemiyle birleştikleri gibi, Çiğli Belediyesinde direnen işçilere dayanışma ziyaretleri gerçekleştirdiler.

Bunların yanı sıra elbette mücadelede en etkili silahın birliğimizle birlikte üretimden gelen güç olduğu bilinciyle, bu gücün hayat bulduğu yer olan üretim alanında iş yerimizi terk etmeden üretme/üretmeme kontrolünü elde tutma...

Mücadelede doğal önderler olarak öncülük eden ve işçi iradesiyle de seçip görevlendirilen öne çıkan işçilerin hedef alınması, işverence bugünü kazanmak için olduğu kadar gelecekte örgütlülüğü zayıflatmaya yönelik bir saldırı olduğu biliyoruz. Taleplerimiz kabul edilse de öncü işçilerin işten atılmalarına sessiz kalmamak, “Atılan işçiler onurumuzdur” sahiplenmesinin yanına sınıf mücadelesinin bir eylemlilik değil uzun soluklu olduğu bilincini de katarak ilerlenmelidir.

Pilenpak ve Lezita gibi mücadelede ise sendikaları görevini yapmadıkları için eleştirmekle yetinen işçiler sendikaların telkinleriyle de yasalar vs. diyerek inisiyatif alıp, kendi örgütlülüğünü, komitesini oluşturup fiili mücadeleyi başlatamamaları mücadeleye inançsızlık ve karamsarlığı güçlendirebiliyor.

Bütün bu mücadeleler, eylemler işçilere dünyaya yalnız kendi iş yerlerinden bakılmamasını öğrettiği gibi, nasıl bir güç olunduğunun farkına varılması, yanındaki ve karşısındaki güçlerin görülmesi, burjuva siyaset ile kendi mücadelesinin karşıtlığının kavranmasını sağlıyor. Bu noktada farklı iş kollarında başlayan grev, direniş ve eylemlerin ortaklaşması ve birleşmesi başarıldığında taleplerin elde edileceği gibi, işçi sınıfının kendi sınıf çıkarlarının farkına varmasına da yol açacaktır. Slogan atmaktan, birlik içinde disiplinle hareket etmeye kadar birçok şeyin kısa zamanda deneyimlenerek öğrenilmesi bakımından girişilen her eylem büyük önem kazanmaktadır.

ÖNCEKİ HABER

Ölüm döşeğinde tahliye edilen Ali Yaşa, yaşamını yitirdi

SONRAKİ HABER

Şimşek: Amacımız vergilendirilmemiş bir alan bırakmamak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...