15 Temmuz 2024 04:15

‘Ayasofya'da Bir Çığlık’ | Bir imam, bir papaz ve ajanlarla dolu İstanbul

“Ayasofya’da Bir Çığlık” kitabı, İkinci Dünya Savaşı’nda hem Türkiye’nin yaşadığı yokluğu hem de İstanbul’un ajanlarla dolmasını polisiye bir hikayeyle anlatıyor. 

Paylaş

Gözde TÜZER

İkinci Dünya Savaşı dönemi, yıl 1943, yer Ayasofya… Minareden yardım çığlıklarıyla atılan bir papaz, öldürülen bir imam ve para peşinde koşup takip edilen bir Karay Türkü ajan… Kehribar odaları, paha biçilmez ikonalar ve en değerli taçlar… Ruslar, İngilizler, Almanlar ve Amerikalı ajanlar… Altın Kitaplardan Melih Esen Cengiz’in “Ayasofya’da Bir Çığlık” kitabı, İkinci Dünya Savaşı’nda hem Türkiye’nin yaşadığı yokluğu hem de İstanbul’un ajanlarla dolmasını polisiye bir hikayeyle anlatıyor. 

Kitap, Üçüncü Reich’ın özel treninin, üstünde gamalı haçlarla Sirkeci Garı’na varmasıyla ve İttihat-Terakki liderlerinden Talat Paşa’nın cenazesinin İstanbul’a getirilmesi ile başlıyor. Gelen tren sadece cenazeyi getirmiyor elbette. Bağlı vagonların ne taşıdığını romanın sonlarına doğru öğreniyoruz. Talat Paşa’nın cenazesinin toprağa verilmesinin hemen ardından ise olaylar gelişiyor.

BİR İMAM VE BİR PAPAZ

Hikaye Sultanahmet Karakolu Polis Amiri Komiser Atilla’nın çığlığını duyduğu Aya Yorgi Kilisesi’nin papazının imdat çığlıkları eşliğinde, o dönem müze olan Ayasofya’dan atılması ve ardından kaybolan Sultanahmet Camisi imamının da yine Ayasofya’da bulunması etrafında kurgulanıyor. Cinayetler araştırılırken, ortaya çıkan ajanları ve sıradan insanların hayatlarının onlar için ne kadar değersiz olduğunu da görüyoruz. Bu sırada Türkiye’de Milli İstihbarat Teşkilatı’nın o dönemki ismi olan Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti yani kısaca MAH’lıların Alman ve İngiliz yanlıları olarak nasıl bölündüğü de yer alıyor. Savaş döneminde MAH’lılar üzerinden aktarılan bu ikilem Ankara’nın yaşadığı kafa karışıklığını da okuyucuya sunuyor. 

KARNEYLE EKMEK, NOHUTTAN KAHVE

Kitaptaki tüm polisiye arasında dönemin Türkiyesindeki yokluk ve yoksulluk da dikkat çekiyor. Ekmeğin karne ile dağıtıldığı, şekerin ve kahvenin hemen hiçbir yerde bulunmadığı bir dönemde savaşın getirdiği maliyet ve zorluklar karakterler üzerinden kurgulanıyor. Özellikle Bekçi Murtaza’nın söylediği “Kötü haber komiser bey. Kahve bitti. Son bunlar” cümlesine Atilla’nın verdiği “Zaten kötüydü nohutlu kahve, belki Mısır Çarşısında buluruz” sözleri koşulları aktarır halde. 

AJANLAR İSTANBUL’DA 

Ama sadece bununla sınırlı değil. Savaşta Stalingrad’ta bozguna uğrayan Nazi ordularının Leningrad’ta zafer kazanma istekleriyle birlikte her şeyi göze almaları da okuyucuya aktarılıyor. Tam da bu dönemde, İstanbul’da cirit atan ajanların Türkiye’yi savaşa dahil etme istekleri ya da uzak tutma çabaları da aktarılıyor. İnsanların hayatlarını ve yaşamlarını değil, devletlerinin çıkarlarını ve isteklerini korumak için ant içmiş ajanların, sıradan insanların hayatlarını nasıl hiçe saydığı da bakıyoruz. 

Yazar Melih Esen Cengiz, yeni kitabı hakkında, “1943 Yılı kışında mütevazi yaşamlarını sürdüren İstanbullular. Ve sakin, sıradan günlerini aniden bölen Ayasofya’dan yükselen çığlıklar! Ayasofya’da Bir Çığlık cennet ve cehennemin kapılarının aynı anda İstanbul’da açıldığı bir dramlar manzumesi bence…” yorumunda bulunuyor. 

ÖNCEKİ HABER

Antalya'da LGBTİ eylemine müdahale: 4 kişi gözaltında

SONRAKİ HABER

Trump'a saldırının şüphelisinin evinden bomba yapımında kullanılan malzeme çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...