18 Temmuz 2024 05:35

Dr. Ahmet Murat Aytaç: IMF politikasına "popülizm" perdesi  

Dr. Ahmet Murat Aytaç, iktidarın ‘popülizm bataklığına düşmeyeceğiz’ söylemlerine dair sorularımızı yanıtladı.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

İktidar, Şimşek programını hayata geçirirken; işçiler, emekliler, memurlar ve çiftçilerden eleştiriler de tepkiye dönüşüyor. Uygulanan acımasız kemer sıkma programı başta Erdoğan olmak üzere Saray iktidarı tarafından “Popülizm batağına düşmemek için çalışıyoruz” sözleriyle savunuluyor. Emekçilerin talepleri karşısında giderek daha çok dile getirilen “popülizm batağı” söylemini değerlendiren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden Dr. Ahmet Murat Aytaç, “Emek yanlısı politikaları ‘popülist siyaset’ diye damgalamak neoliberal yaklaşımın şaşmaz parolasıdır” dedi. Ekonomik işleyişin tümüyle emeğiyle geçinenlerin aleyhine işlediğinin özenle gözlerden uzak tutulmak istendiğini ifade eden Aytaç, bunun bir tercih olduğunu ve IMF’nin kendisinin dışarıda ama zihniyetinin iktidarda olduğunu dile getirdi.

Asgari ücrete, emekli maaşlarına zam, EYT gibi geniş halk kesimlerini ilgilendiren talepler “popülist siyaset” olarak değerlendiriliyor. İktidar, emekçilerin talepleri söz konusu olunca neden böyle açıklamalar yapıyor?

İktidarın emekçilerin sosyal ve ekonomik talepleri karşısında popülizm eleştirisine sarılması son derece anlamlı. AKP uzun yıllar boyunca kendini Türkiye’yi küresel finansal kuruluşların hegemonyasından kurtaran yerli ve milli bir güç olarak lanse etti. Oysa bugün “sıkılaşma” adı altında uygulanan ekonomik programın dayandığı ilkeler ve kullandığı araçlar bakımından IMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanan yapısal uyum programlarından hiçbir farkı yok. Emek yanlısı politikaları “popülist siyaset” diye damgalamak neoliberal yaklaşımın şaşmaz parolasıdır. Bununla, örneğin ücret artışı, erken yaşta emeklilik veya doğrudan vergilerin düşürülmesi gibi taleplerin esasen iktisadi rasyonaliteye aykırı olduğunu vurgulamak istiyorlar. Zira her toplumda çoğunluğu emeğiyle geçinen insanlar oluşturur ve ücret artışı talep eden politikalar bu bakımdan geniş bir halk desteğine ulaşabilirler. İşte popülizm kavramı burada devreye girer, uzun vadede sürdürülemez olduğu ileri sürülen bu yaklaşımı “kısa vadeli” faydalar sağlayarak sözüm ona bilinçsiz halk kesimlerini avlama politikası şeklinde eleştirmeyi mümkün kılar.

Gelgelelim ücretleri bastırmak yerine sermayeye yönelmek, ülkeye para girişi sağlamak adına artan kamu borçlarını KDV ile veya özel tüketim vergileriyle emekçilerin sırtına yüklemek yerine sermayeyi vergilendirmek gibi başka “uzun vadeci” politikalar da mümkün. Ancak bu politikalar ekonomik büyümeyi yavaşlatacağı iddiasıyla reddediliyor ve ülkede gelir dağılımını daha da bozan, düşük gelir gruplarındaki toplum kesimlerini daha da mağdur eden düzenlemeler katlanılması gereken zorunlu bir kötülük, uygulanması gereken bir “acı reçete” gibi sunuluyor. Elbette burada ekonomik işleyişin zembereğinin tümüyle emeğiyle geçinen toplum kesimleri aleyhine kurulduğu gerçeği her zaman özenle gözlerden uzak tutuluyor. Verimliliğin arttırılması, mali reform veya ekonomide rasyonelleşme gibi süslü kavramların üstünü örttüğü asıl gerçek budur. Küresel kuruluşların hegemonyasından kurtulma söyleminin demagojik boyutunu da burada net olarak görüyoruz. Zira hegemonya esasen zihniyet dünyasında ve düşünceler yoluyla kurulan hakimiyeti anlatır. Şu an uygulanan “reformların” dayanağı IMF’nin yaygınlaştırdığı ve egemen hale getirdiği neoliberal iktisadi zihniyetten başkası değildir. Yani IMF’nin kendi dışarıda ama zihniyeti içeride, iktidarda.

ERDOĞAN DA GEREKTİĞİNDE ORTODOKS LİBERAL POLİTİKALARA YÖNELİYOR

İktidar popülist siyaset izlemiyor mu? Hangi konuda popülizme sarılıyor, hangi durumlarda popülizme geçit vermeyeceğiz diyor?

Popülizm kullanıldığı bağlama veya kimin kullandığına bağlı olarak değişik anlamlar kazanabilen bir kavram. Günümüzde gerek demokratik kurumlarda gerekse o kurumlara can veren değerlerde etkisini dünya çapında hissettiren bir gerileme, hatta çözülme eğilimi var. Popülizm bu eğilimi açıklamakta kullanılan anahtar bir kavram haline geldi. Bununla kendi değerlerinin ve kaygılarının kurulu düzenin temsilcisi olan seçkinlerce yok sayıldığını düşünen sıradan insanları seferber etme siyaseti kastediliyor. Türkiye’deki iktidar, kelimenin bu anlamındaki popülizmin öncülerinden biri olarak pekala kabul edilebilir. Zira “güçlü adam” imajıyla siyasetin odağına yerleştirilen Erdoğan liderliğinde millete tepeden bakan seçkinlerin oluşturduğu kurumlara veya aydınlara karşı mücadele etme anlatısı iktidar söyleminin odağında yer alıyor. Bu siyaset toplumu biz ve onlar şeklinde kutuplaştırarak kendini evrensel değerlerin sınamasından kurtaracak “yerli ve milli” bir anlayışla, yani milliyetçi bir yaklaşımla çerçeveleniyor. Türkiye’de sıradan insanların tepkilerini ve arzularını demokrasinin evrensel kurum ve değerlerini aşındıracak şekilde harekete geçirmek iktidarın en iyi başardığı işlerden biri. Bu anlamıyla popülizm iktidarın belli durumlarda başvurduğu bir politikayı değil, ana eğilimini temsil ediyor.

Ancak popülizmin ilginç özelliklerinden birini de siyasi ve iktisadi hayatın yönetiminde çelişkili eğilimleri veya durumları bir araya getirebilme gücü temsil ediyor. Yani bir yandan siyasi ve kültürel seçkinleri kıyasıya eleştirirken, kendini sıradan insandan veya milletten yana tanımlarken, diğer yandan geniş toplumsal kesimleri mağdur edecek piyasa odaklı, neoliberal politikalar bir arada uygulanabiliyor. Tıpkı Brezilya’da Bolsonaro veya Macaristan’da Orban gibi Erdoğan’ın da gerektiğinde Ortodoks liberal politikalara yöneldiğini görebiliyoruz. Tabii demokratik kurumların istikrarsızlaştığı ve hukukun etkisini yitirdiği bu dönemeçte iktidarın davranışlarına öngörülebilirlik kazandıran tek etken olarak seçim süreçleri ön plana çıkıyor. Diğer benzerleri gibi AKP iktidarının en büyük ve tayin edici meselesi seçimlerle beraber ortaya çıkan belirsizliği yönetmek. Özellikle seçim dönemlerinde iktidarın açık bir şekilde ekonomik popülizm sayılabilecek politikalara yöneldiğini ancak seçim geçtikten sonra bunlardan hızlıca vazgeçebildiğini görüyoruz. Hatta önümüzdeki dört yıl boyunca seçim yok diye küresel finans kuruluşlarına güvence verdiklerini görüyoruz.

İKTİDAR İLE MUHALEFET ARASINDA "NÖBETLEŞE POPÜLİZM"…

Muhalefet de kendine bağlı mitingler, mülteci karşıtlığı üzerinden politika yürütüyor. Muhalefette izlenen popülizmin nasıl değerlendirirsiniz, amacı nedir?

Güncel popülist iktidarların temel meselesinin seçimlerin yarattığı belirsizliği yönetmek olduğunu vurgulamıştım. Bu durum gerileyen diğer siyasi kurum ve değerlere kıyasla seçimlerin demokratik değerinde göreli bir artış meydana gelmesine yol açar. Böylelikle muhalefet partileri, geniş seçmen kitlelerini mobilize etmek ve destek kazanmak için popülist stratejiler kullanmaya yönelirler. Halkın mevcut hükümetten duyduğu memnuniyetsizlik ve ekonomik sıkıntılar mitingler aracılığıyla daha görünür kılınmaya, böylelikle halkta değişim isteği güçlendirilmeye çalışılır. İktidar ve muhalefet arasında siyaset oyunu adeta “nöbetleşe popülizm” biçimini alır. İktidarın popülist uygulamaları askıya aldığı durumlar, muhalefete seçmen tabanını genişletmek için ekonomik sıkıntı içindeki insanlardan yabancı düşmanı, milliyetçi gruplara kadar geniş bir yelpazedeki toplumsal kesimlere erişmek için fırsatlar sunar. Sığınmacı karşıtlığı, özellikle ekonomik zorluklar ve işsizlik gibi sorunlarla karşı karşıya olan insanlara hitap eden, önemli bir popülist tema haline gelir. Buradaki temel motif, siyasi partilerin temsil ettikleri dünya görüşü ve değerlerden bağımsız olarak, mevcut tepkileri ve hoşnutsuzluğu oya dönüştürecek bir başarıyı kısa vadede garantiye almaktır. Ancak sıralı olarak iktidar ve muhalefet tarafından kullanılan bu kısa vadeci temaların toplamı uzun vadede milliyetçi ve yerlici kimlik kurgularının yerleşik hal almasına, kalıcılaşmasına yol açar.

EMEK ÖRGÜTLERİ "POPÜLİZM"E KARŞI TEMKİNLİ OLMALI

Emekçilerin kendi taleplerinden uzaklaştırılmasının sonuçları nedir, sendikalar ne yapmalı?

Sendikalar ve emek örgütleri açısından popülizmin etkileri değişik boyutlarıyla ele alınmalıdır. Böylesi ortamlarda emekçilerin önüne bazı fırsatlar ve bu fırsatların beraberinde getirdiği tehditler çıkar. İktidar “millet” veya “halk” adına konuştuğunu söylediğinde esasen emekçilerin oluşturduğu büyük insan kesimini hedef alır. Bu politik atmosfer emeğin sorunların tartışılması veya bazı taleplerinin karşılanması için uygun bir ortam yaratabilir. Ancak liderin karizması etrafında kişiselleşmiş bir iktidarı meşrulaştırmak adına sunulan kısa vadeli ve yüzeysel çözümler uzun vadede çalışan sınıfların haklarının iyileşmesini sağlamayacaktır. Genellikle emekçilerin payına düşen yoksulluğun kutsanıp yüceltilmesi, savunulan milli ve manevi değerler uğruna içinde bulunduğu koşullarda yaşamaya mahkum edilmesidir. En az bunun kadar önemli olan bir başka konu da kutuplaşmış siyasi ortamın toplumda etnik ve kültürel çatışmaları kışkırtması, buna paralel olarak yabancı düşmanlığı ve ayrımcılığı teşvik etmesidir. Emek örgütleri, popülizmin hem fırsatlarını hem de tehditlerini dikkatlice değerlendirmelidir. Çalışanların çıkarlarını korumak için bağımsızlıklarını koruyarak, dayanışmayı güçlendirmeli ve uzun vadeli sürdürülebilir politikalar geliştirmelidirler. Popülist hareketlerin vaatlerine karşı temkinli ve eleştirel bir duruş sergilemek esas olmalıdır diye düşünüyorum.

ÖNCEKİ HABER

İzmir'in Selçuk ilçesinde orman yangını çıktı

SONRAKİ HABER

EMEP, işkenceye maruz kalan işçiyi ziyaret etti 

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa