20 Temmuz 2024 04:24
Son Güncellenme Tarihi: 20 Temmuz 2024 07:39

“Çözümsüzlüğün nedeni Rumlar ve Türkler değil, Atina ve Ankara”

“Barış Harekatı'nın” 50. senesinde harekatın arka planını, sonuçlarını ve etkilerini Tarihçi Erdoğan Aydın anlattı. Aydın, sorunu çözümsüz hale getirenin Atina ve Ankara hükümetleri olduğunu söyledi.

Erdoğan Aydın | Fotoğraf: MA

Paylaş

Özlem Songül ABAYOĞLU

“Barış Harekatı'nın” üzerinden 50 sene geçti. Kıbrıs Harekatı'nın başladığı dönemin koşullarını, Kıbrıs'ın iç durumunu, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın Kıbrıs üzerinden gerçekleştirdiği planları, merkez siyasete etkisini ve bugün Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki etkisini Tarihçi Erdoğan Aydın ile konuştuk.

Kıbrıs Harekâtının başlama koşullarını anlatan Erdoğan Aydın, “20 Temmuz 1974 müdahalesi, hemen öncesinde 15 Temmuz'da gerçekleşen ve Yunan cuntasının devamı olan Sampson'un Kıbrıs'a el koymak amacıyla gerçekleştirdiği darbeye cevaben gelişti. Bu anlamda görece bir meşruiyetinden söz etmek mümkün. Bu müdahale Zürich'te ve Londra'da 1959 ve 1960’ta gerçekleştirilmiş olan mutabakatlar çerçevesinde kurulan bağımsız ve iki toplumlu Kıbrıs statüsünü de savunma gerekçelendirmesiyle yapıldı. Dolayısıyla ilk anda, Yunan darbecilerinin kendi sonlarını geciktirmek üzere tezgahladığı darbeye karşı Türkiye’nin, Zürich ve Londra Antlaşması'ndan gelen haklarını kullanan ve Kıbrıs Türklerinin can güvenliğini korumaya yönelik bir müdahale olarak görünüyor. Oysa işin arka planını irdelediğimizde, gelişmenin bu kadar basit olmadığını görüyoruz. İşin gerçeği, Türk egemenlerinin, bu darbeyi kendilerinin Kıbrıs’ın kuzeyini ilhak etmeye ve bölmeye yönelik amaçlarını gerçekleştirmenin bir imkanı olarak değerlendirmiş olmalarıdır” dedi.

1950'lerin ortalarından itibaren Kıbrıslı Rumların bir Enosis, yani “Ada’yı Yunanistan’la birleştirme yönelimi olduğunu” hatırlatan Aydın, harekat önceki ortamı şöyle anlatıyor: “Bu dönemde Kıbrıs İngiltere’nin sömürgesi konumundaydı. Kıbrıs'ın nüfusunun tahminen yüzde 80’ini (Türkler ise yüzde 18’ini) oluşturan Kıbrıslı Rumlar hem İngiliz sömürgeciliğine karşı bir bağımsızlık hem de bu bağımsızlığın akabinde Yunanistan'la birleşme talebinde bulunuyorlardı. Kıbrıs'ta bu iç dinamizm belli problemler taşıyordu. Bu sürece öncülük eden EOKA isimli örgütün başlattığı hareket, gerçekte anti-İngiliz, anti-sömürgeci bir muhtevaya sahipti. Ancak bu yanıyla meşru ve haklı olan bu mücadele, aynı zamanda öncüsü Grivas’ın şahsında anti-komünist bir organizasyondu. ABD’nin Soğuk Savaş politikalarına uygun bir Kıbrıs oluşturma planı nedeniyle de ciddi sorunlar taşıyordu. Bu döneme ilişkin önemli bir ayrıntı şu: Gerek Yunanistan gerekse de Türkiye; henüz Kıbrıs’ı kendileri için bir sorun haline getirmeyen, adadaki İngiliz hâkimiyetini sorun yapmayan bir yerdeydi. Öyle ki dönemin Türkiye Hükümeti, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun ağzından, ‘Bizim Kıbrıs diye bir sorunumuz yok’ diyen bir çizgide duruyordu.”

“İNGİLTERE KIBRIS’TAKİ STATÜSÜNÜ KORUMAK İSTEDİ”

EOKA’nın bu anti-İngiliz atılımı ve bunun ada çoğunluğundaki etkisi üzerine İngiltere’nin hakimiyetini devam ettirebilmek için Kıbrıs Türklerini, bu bağımsızlıkçı harekete karşı ‘bir mendirek’ haline getirdiğini anlatan Aydın, “Öncelikle Kıbrıs Türklerini polis teşkilatında mevzilendirecek, onları bağımsızlık arayışına karşı statünün savunulmasına yönlendirecek, öyle ki daha sonra karşımıza Türk toplumu önderi olarak çıkacak olan Denktaş, bu bağlamda İngiliz sömürge rejiminin İngiliz Savcı yardımcılığına kadar yükselecekti. İkincisi, Türkiye hükümetini Kıbrıs'a müdahil olmasını ve Türkleri savunmak gerekçesiyle bu Enosis politikasına tavır almasını sağlayacaktı. Deyim uygunsa İngiliz emperyalizmi, Türkiye’nin Osmanlıcı tarihsel yayılmacılığını uyandıracaktı. Sonuçta İngiltere'ye karşı başlayan bağımsızlık mücadelesi İngiltere'nin eliyle Türkiye’yi ve Yunanistan’ı de devreye sokan, o ana kadar uyum içinde yaşayan Kıbrıs halklarını birbirine düşüren bir düşmanlık sürecine yönlendirildi” diye konuştu. Söz konusu dönemde Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında herhangi bir çatışma gözlemlenmediğine dikkat çeken Aydın, “Adada aslında bir barış vardı fakat hem sömürgecilik hem de başlayan bağımsızlık mücadelesinin manipülasyonu sonucunda durum hızla değişmeye başladı. 1950'lerin sonunda birdenbire Türk Mukavemet Teşkilatı adında, yine EOKA gibi anti komünist ama ondan farkla İngiltere’yle uyumlu ve Enosis'e karşı Ankara merkezli bir hareket örgütlendi. Bu hareket bir müddet sonra Türk sendikacılara, Türk sosyalistlere yönelik saldırılar örgütledi. Tıpkı EOKA’nın da kendi sosyalistlerine saldırılar düzenlemesi gibi. Birbirine karşı, ama birbirine çok benzer bu örgütler aracılığıyla adanın birlikte yaşam güvencesi terörize edilirken, iki halk arasındaki ortak yaşam imkanları elbirliğiyle tahrip edildi. Amaç haklar eksenli bir hayat yerine, sadece milli düşmanlıklar eksenli bir toplumsal yaşam inşasıydı. Bu yaşam önemli oranda güçlendirilirken İngiliz üsleri ve ekonomik çıkarları keyif sürmeye devam etti” ifadelerini kullandı.

"1974'TE FIRSATTAN İSTİFADE EDİLDİ"

Zürich ve Londra anlaşmalarının sonucunda Kıbrıs'a, İngiltere’nin çıkarlarını güvence altına alan yeni bir statü oluşturulduğunu söyleyen Aydın, “Bu statüye göre Kıbrıs artık bağımsız bir devletti. Ama İngiltere'nin çıkarları sürmeye devam edecekti. Kıbrıs'ta çoğunluğu Rumlar, azınlığı Türkler olmak üzere iki toplumlu bir siyasal rejim inşa edilmişti. Ama bu statünün Rum tarafında hazmedilememesinin yanı sıra bu statünün kurumsallaştırdığı dışsal müdahaleler sonucunda Kıbrıs'ta sürekli bir gerilim ortamı oluştu. Bu gerilim ortamında gerek TMT’nin gerekse de EOKA’ın çok ciddi bir rolü oldu. Örneğin EOKA başlangıçta sadece İngiliz kuvvetlerine saldırırken bu aygıt içindeki Türk polislerin de etkilenmesiyle toplumlararası gerilimler artmaya başladı. Bu durum TMT tarafından anti-Rum bir amaçla kullanıldı. 1958’de Türk Haberler Ajansı bürosunun bombalanmasının ardından Rum toplumuna karşı organize saldırı başlatıldı. Oysa bizzat Denktaş’ın İngilizlere bildirdiği gibi sözkonusu bombalama TMT tarafından provokasyon amacıyla organize edilmişti. Sonuçta 1960'lı yıllardaki Kıbrıs, halklar arası katliam örnekleri görmeye başladığımız, ama her iki garantör ülkede de sözkonusu katliamların sadece tek yanlı ve yayılma amacıyla istismar edildiği bir düşmanlık ortamına geçilmişti” dedi. İnşa edilen bağımsız Kıbrıs’ın devletlerarası müdahalelerle bir çözümsüzlük ortamına sokulduğunu ifade eden Aydın, “1974'te Kıbrıs'ta gerçekleştirilen 15 Temmuz faşist Sampson darbesi, aslında Yunan darbecilerinin artık varlıklarını sürdüremeyecekleri bir aşamada, tamamen Yunanistan'ın iç kamuoyunu manipüle edebilmek amacıyla gerçekleştirdikleri bir müdahale örneğiydi. İşte Türkiye de 20 Temmuz çıkartmasında, Sampson’un darbesiyle oluşan fırsatı kaçırmayarak Kıbrıs'a müdahalede bulundu” şeklinde konuştu.

“MÜDAHALENİN AMACI KIBRIS’I TAKSİM ETMEKTİ”

Aslında normal olanın müdahale edenlerin geri çekilmesi ve Kıbrıs’ın eski statüsüne dönmesi olduğunun altını çizen Aydın, “Türkiye oraya yerleştikten sonra bırakın geri çekilmeyi, ikinci bir müdahaleyle tuttuğu alanı genişletme ve orayı doğrudan hakimiyet alanına çevirme yoluna gidecekti. Gerekçe şuydu: ‘Güneyimizde Yunanistan'ın, Rumlar'ın etkinliğini engellemek ve Kıbrıs'taki güçlerimizin kendisini savunabilir hale gelmesini sağlamak. Bir müddet sonra da Türkiye'den ciddi bir nüfus aktarımı gerçekleştirildi. Öyle ki Kıbrıslı Türkler, Türkiye'den giden Türkler karşısında azınlığa düşürüldü. Demek ki aslında müdahale, Londra-Zürich anlaşmalarından gelen garantörlük yetkinin kullanılması ve Kıbrıs'ı faşist müdahaleden kurtarmak için yapılmamış. Demek ki müdahale gerçekte Kıbrıs'ı taksim etmek ve bir parçasını Türkiye'ye bağlamak için yapılmış. Nitekim ikinci operasyon da bu çerçevede gelişti ve o gün bugündür Kıbrıs Sorunu çözümsüz bir sorun hâline getirildi. Dahası Kıbrıs Sorunu gerek Yunanistan’da gerek Türkiye'de Yunan ve Türk milliyetçiliğinin temel beslenme alanlarından biri oldu” ifadelerini kullandı.

“KIBRIS TÜRKİYE’NİN BİR İLİ HALİNE GETİRİLDİ”

Hem Atina hem de Ankara’da milliyetçilerin bu meseleyi istismar ederek iktidarlarını güçlendirdiğini vurgulayan Aydın, “Bu durum çözüm amaçlı değil, iki taraf için de yayılma amaçlı bir operasyon gerçeğiyle bizi karşı karşıya bırakıyor. Nitekim bütün görüşmelere rağmen bir türlü çözüm çıkmamasının nedeni Kıbrıs’taki Rumlar ve Kıbrıs’taki Türkler değil, Atina ve Ankara’dır” dedi. 1974 Harekatında Türkiye’nin istediği bütün amaçları fazlasıyla ulaştığını söyleyen Aydın, bu amaçları şöyle anlattı: “Kıbrıs’ın Türkiye’ye bakan bütün kuzey bölgesi işgal edilmişti. Oradaki nüfus bileşimi değiştirilmişti. Türkiye'den gerçekleştirilen yoğun bir Türk göçü ile Kıbrıs, adeta bir kolonizasyon alanına çevrilmişti. Kıbrıs, kimi suç örgütlerinin de adeta beslenme yatağı haline getirilmişti” dedi. Kıbrıs’ın Türkiye halkı ve bütçesi için çok ağır bir yük oluşturduğunu ifade eden Aydın, buna rağmen Kuzey Kıbrıs’ta bulunma ısrarını “Bugün Kıbrıs'ta üretim eksenli bir yapı yok. Üretim ağırlıkla Güney’de ve Rumlar üzerinden yürüyor. Dolayısıyla Kuzeydeki insanların beslenmesi tümüyle Türkiye bütçesinden ayrılan ve oraya gönderilen paralarla sağlanıyor. Ama buna rağmen ısrar sürüyor çünkü Kıbrıs sayesinde Türk milliyetçiliği kendisine çok ciddi bir beslenme alanı oluşturuyor. Başta mafya olmak üzere karanlık güçlerin Kıbrıs üzerinden kara para aklama da dahil olmak üzere bir dizi operasyonuyla karşılaşıyoruz ve bu nedenle sorun ısrarla çözülmüyor” diye anlattı.

“KIBRISLILAR KIBRIS ÜZERİNDE SÖZ SÖYLEYEMİYOR”

Bunun bir dayanışma örneği olmadığını, tam tersi şekilde Kıbrıslı Türklerin kendi kaderlerini belirleme hakkını imkansızlaştırdığını ifade eden Aydın, şu örnekleri veriyor: “Geçmişte Fazıl Küçük'ün cumhurbaşkanlığı engellenip Ankara'dan dayatmayla Denktaş’ın başkan yapılması örneği, bir iki örnek hariç sonraki dönemde de sürdü. Yakın dönemde de Mustafa Akıncı'nın cumhurbaşkanlığı Ankara'dan müdahaleyle imkansızlaştırıldı. Kıbrıs, adeta ‘Seni ben besliyorum, benim istediğim olacak” diyen bir vesayet altına alındı. Ankara oranın her işine, yönetimine, yayın politikasına, din politikasına, her şeyine karışıyor. Adeta Türkiye'nin oradaki büyükelçileri, oradaki komutanları Kıbrıs'ın gerçek hakimleri durumunda. Dolayısıyla Kıbrıs halkı açısından da çok negatif bir durum söz konusu.” Bunun sonucunda Kıbrıslı Türklerin ciddi bir kesiminin Londra'ya göç ettiğini ifade eden Aydın, “Durum hem Türkiye'nin iç politikasını hem ekonomisini hem de Kıbrıs'ın iç politikasını ve toplumsal yapısını bozan etkide. Oysa Kıbrıs Sorunu çözülse Kıbrıs'ın Türkleri açısından çok daha avantajlı bir durum oluşacak. Türkiye'nin dış politikası ve iç bütçesi açısından da çok daha avantajlı bir durum oluşturacak. Ama ne yazık ki Türkiye'ye egemen Türk-İslam sentezci ve yayılmacı politikalar bunu engelleyen bir çizgide ısrar ediyorlar. Çünkü bu sayede toplumu kendilerine yedekleme avantajları elde ediyor. Ne yazık ki Kıbrıs politikaları; Kıbrıslıları düşünmek, Kıbrıs sorununu çözmek ekseninde değil. Türkiye'deki iktidarların ve politikalarının bekası, hegemonyası, çıkarları ekseninde yürüyor” diyerek sözlerini tamamladı.

ÖNCEKİ HABER

Dersim'de açıklamaya polis müdahalesi: EMEP İl Başkanı Tekin'in belinde iki kırık oluştu

SONRAKİ HABER

Moody's, Türkiye'nin kredi notunu "B3"ten "B1"e yükseltti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa