Sanat burada sermaye nerede?
Geleneksel kaynak ve devlet desteği sanatta demokratikleştirmeyi destekleyen kaynaklar yaratmada faydalı olsa da sanat her türlü sermayenin tahakkümünden çıkmak için yeni yollar aramalıdır.
Fotoğraf: Pexels
Elif SUSTAM
Boğaziçi Üniversitesi
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde sanat yapıtlarının hayatın diğer alanlarına göre kapitalist üretim ekonomisinin dışında kalmış olduğunu, tam tahakküm altında olmadığını söyleyebiliriz. Doğası gereği sanat biricik ve özeldir, bu nedenle de kendini doğrudan seri üretimin ve pazarın dışına itme eğilimindedir. Bir başka ifadeyle sanat eseri pazar kurallarına boyun eğmez ve üretilen diğer mallarla aynı değeri taşımaz. Hatta sanat eserlerinin kâr getirme garantisi yoktur, üretimleri çoğu zaman bu şekilde planlanmaz. Ancak belli koşullar altında sanat kendini dönüştürmek zorunda kalabilir. Kendi kendine yetemediğinde kendine her gün yeni yayılma alanları arayan sermaye canavarının dişlerine takılabilir. Sanat, bu verili koşullar altında istemeden de olsa bu özden uzaklaşarak, sermayeyle iş birliği yaparak bir yıkıma sürüklenebilir.
Peki sanat üretimi bu koşullar altında kendine nasıl yer buluyor? Sanatçıların üretime devam edebilmesi ve aynı zamanda geçimlerini sağlayabilmesi için iki ana kaynağa ihtiyaç duyulur. Bunlardan biri sanatçının bizzat kendisini finanse ettiği geleneksek kaynaktır. Amatör kumpanyalar ve onların idaresini incelemek bu kaynağın işleyişini anlamak için mükemmel bir örnek olacaktır. Geleneksel kaynak amatör kumpanyalar ve ekipler için daima ilk sıralarda kendine yer bulmuştur. Bireysel yatırımlar ve amatörlükten çıkıp profesyonel anlamda bu işi devam ettirenlerin kolektif çabasıyla bir finansal destek yaratılması mümkündür. Bu yıl BÜO’da Moliere’in hayatını ve oyunlarının anlatıldığı bir oyunda yer alma fırsatı buldum. BÜO, Boğaziçi Üniversitesi’nde eğitim-araştırma prodüksiyonu temelli çalışan bir üniversite amatör tiyatro topluluğu. Bu nedenle geleneksel kaynağın kullanımı açısından iyi bir örnek sunuyor. Düzenli olarak kulüp bünyesi tarafından kolektif bir çalışmanın eseri olarak çıkardığı BÜO Yıllık’ın 15. sayısında kültür-sanat alanına dair literatüre katkıda bulunma gayelerini açıklayan topluluk dayanışmanın, birlikte üretmenin ve güçlenmenin öneminden bahsediyor. Bundan yaklaşık dört yüz yıl önce büyük bir toplumsal değişimin eşiğindeki Fransa’da Moliere için de durum böyleydi, günümüzde başka bir dönüşümün içinde olan bir üniversite tiyatrosunda Moliere’i anlatmak isteyen amatör ekip için de durum değişmedi.
SANATA DESTEK KARŞILIKSIZ OLABİLİR Mİ?
Bağımsız sanatın en önemli kaynağı olan geleneksel kaynak yetmez olduğunda ise devreye bu kaynakların ikinci biçimi olan devlet ve sermaye desteği girer. Resmî ideolojinin yaygınlaştırılması amacı güden bu kaynak için sanat ikinci sırada gelir. Sanattaki kalıcı ve güvenceli çalışma, esnek çalışma koşulları, deneysellik gibi belli başlı kazanımlar bu himayenin altında birer birer ezilirken sanat alanının demokratikleştirilmesi olgusu da bununla birlikte geri plana atılıyor.
Hiçbir alanın olmadığı gibi günümüzde kültür ve sanat alanı da demokratik değil. Kültüre ve sanata eşit erişim bir haktır. Toplumun sanata ve sanatçıya erişme hakkı gibi sanatçının da topluma ve sanatını icra edebileceği koşullara ve imkanlara erişim hakkı olmalıdır. Sanatın demokratikleşmesi sürecinde yerel belediyeler ve hükümet farklı reçeteler uygulamakta. Yerel belediyelerin AKP’nin rant odaklı yönetiminden kurtulmasıyla siyasal İslamcı, holding tipi kültür ve sanat anlayışı da yerini sanatta yeniden canlandırma adımlarına bırakmaya başladı. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi, şehri yeniden bir yaşam alanı haline getirmek için pek çok canlandırma projesini hayata geçirmeye başladı. Önceleri şehrin belirli ve ayrıcalıklı bölgelerinde görebildiğimiz bu etkinlikler yavaş yavaş kentin her alanına taşınmaya başlıyor. Ancak yerel belediyelerin sermayeye ve ranta önem vermeyen bir gözü karalılıkla bunları yapıyor olduğunu söylemek için henüz çok erken. Bu noktada, farklı bir ideolojik hegemonya için kültürel altyapı yaratma çabası göz ardı edilmemelidir. Sanat elbette politik bir alandır fakat bu sanat alanının farklı politik görüşleri yüceltmek veya azımsamak için belirli kurumların altında tahterevalli olarak kullanılmasına göz yumulabileceği anlamına gelmez.
AKP HER ALAN GİBİ SANATA DA SALDIRI HALİNDE
Hükümet ise yıllardır kültür ve sanat alanındaki üretimde bir güç eksikliği yaşıyor. AKP pek çok farklı alanda olduğu gibi kültür ve sanatı da bir fetih alanı olarak görüyor. İlk dönemlerinde Avrupa Birliği’ne girme sürecine uygun bir kültürel program izleyerek sanatı farklı bir hegemonya içinde şekillendirmek ve böylece seküler kesimin desteğini almak gayesinde olan hükümet çok geçmeden gücünü pekiştirdiğinde kültür ve sanatla açık bir mücadeleye girişti. Fakat sanat alanı özü gereği devrimci ve mücadeleci olduğundan herhangi bir otoritenin varlığına kolayca boyun eğebilecek yetersizlikte değil. Başını dik tutması içinse atanmış buyurgan bir yönetimin değil doğrudan doğruya sanat üretiminin içinde yer alan emekçilerin oluşturduğu örgütlü bir güç birliğine ihtiyacı vardır. Bu birlik, geleneksel kaynağı ve devlet desteğini sağlama alabilecek örgütlenmelerle oluşturulabilir. Yerel belediyelerin girişimci projeleri sürdürülebilir olmadığı sürece pek de bir anlam ifade etmiyor. Belediye el değiştirdiğinde bu kaynağın anında kesilebilecek olması ve yalnızca belli ideolojik görüşlere sahip sanatçıları destekleyebilmesi gibi belli başlı sorunlar yaratarak sanat alanının demokratikleşmesi yolunda büyük bir engel yaratılacaktır. Kazanılmış bütün haklar da bir çırpıda silinebilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Sürdürülebilirliğin sağlanması da bu alanlardaki demokratik örgütlerin varlığına ve aktif inisiyatif alabilmelerine bağlı. Geleneksel kaynak ve devlet desteği sanatta demokratikleştirmeyi destekleyen kaynaklar yaratmada faydalı olsa da sanat alanı sermayeden bağımsız olarak kendini devam ettirebilmek için yeni yollar aramalıdır. Sermayenin boyunduruğundan kurtulmak isteyen sanatçılar ve sanat hakkına sahip çıkmak isteyen insanlar örgütlendikçe kültür ve sanat alanı tekelci sermayeden ve sonrasında kimlik siyasetinin yarattığı yeni ayrıcalıklı bir gruba hizmet eden bir alan olmaktan çıkıp demokratik bir alan olarak varlığını sürdürecektir.