01 Ağustos 2024 08:30

Çayın yolculuğu

Yazıya hani bazı kelimeler vardır sizde bir yerlere değer, sizi alıp götürür diye başlamıştım. İşte çay binlerce yıldır bu içsel ve dışsal yolculuğun tam da kesiştiği yerde durur.

Görsel: Ayşe Çetintaş

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Hani bazı kelimeler vardır. Sizde bir yerlere değer ve sizi alıp götürür. Adeta içsel bir yolculuğa çıkarsınız. Çağrışımlar çağrışımları izler ve bazen kendinizi çarşaf gibi bir denizin ortasında kollarınızı ve bacaklarınızı açarak sırt üstü uzanmış, dinginliğin ezgisini dinlerken bulursunuz. Bazen de bir kelime sizi alır fırtınanın ortasında dalgalarla boğuşan, ha alabora oldu ha olacak olacak bir Aivazovsky teknesinin kaygısına savurur. 

Kelimelerin bizi içsel bir yolculuğa götürmesinin yanında bazen de yolculuklar bize kelimeler getirir. Kâh bir devenin sırtına yüklenmiş kervan adımları ile İpek Yolu’ndan, kâh dalgaların sırtına yüklenmiş bir geminin ambarında Atlas Okyanusu’ndan…

Yolcuğun bize getirdiği kelimelerden biri sıcaklığı ile dostluklara, kaçaklığı ile sevdalara aracı olan çaydır. Son yüzyıla kadar soframızdaki yeri hep kahveden sonra gelen çay hızla kahveyi yerinden etmiş ve milli içeceğimiz haline gelmiştir. Hatta çay ülkemizde o kadar sevilmiştir ki Dünya Çay Komitesi’nin 2018 raporuna göre kişi başına yıllık 3,5 kilo ile dünya tüketim şampiyonu olmuştur.  

Çayın kara yolculuğu anavatanı Çin’de sayısız hanedanlığa başkentlik yapmış olan Şian’dan başlamıştır. İpek Yolu aracılığı ile deve sırtında Hindistan’a, Orta Asya’ya, Rusya’ya, İran’a, Anadolu’ya, Arap Yarımadası’na, hatta Kuzey Doğu Afrika’ya kadar ulaşmıştır. Bu bölgelerde konuşulan dillerde çay benzer telaffuza sahiptir. Örneğin Farsça, Hintçe ve Rusçada ‘chay’, Arapçada ‘shay’, Sahra altı Afrika’sının en yaygın dili olan Swahili dilinde ‘chai’ olarak dillendirilmiştir. Tüm bu dillerde çayın benzer şekilde dillendirilmesinin nedeni Şian bölgesinde Mandarin lehçesinin konuşuluyor olmasıdır. Çünkü Mandarin lehçesinde çaya “ça’” denirmiş.

Çayın Avrupa ülkelerinde dillendirilişine baktığımızda Portekiz dışında benzer bir telaffuz görüyoruz. Örneğin Hollandalılar çaya ‘thee’ derken, İngilizler ‘tea’, İspanyollar ‘té’, Fransızlar ‘thé’, Almanlar ‘tee’ şeklinde söylemektedir. Hatta kıta Avrupa’sından Amerika ya da Avustralya’ya uzandığımızda da çayın ‘tea’ olarak dillendirildiğini duyarız.

Anavatanı Çin olan çayın dünyanın bir bölümünde çay ya da çay sesine yakın bir söyleyişle dillendirilirken dünyanın geri kalanında ‘tea’ ya da ‘tea’ sesine yakın telaffuzunun olmasının yanıtı yine dilde bitiyor.

XV. yüzyıl sonunda başlayan keşifler çağı ülkeler arasındaki deniz hâkimiyet savaşlarını dolayısı ile de sömürgecilik yarışını beraberinde getirmiştir. Doğu Hint Adaları’ndaki baharat ve maden zenginliğine ulaşmak için alternatif yol arayışları sonucu hız kazanan bu çağın öne çıkan ülkeleri İspanya, Portekiz ve Hollanda’dır. Hollanda’da 1602 yılında kurulan ve adeta yüzen bir devlet gibi işlev gören Doğu Hindistan Şirketi (VOC) Asya, Uzak Doğu ve Çin’de Hollanda’nın sömürgecilik faaliyetlerini sürdürmüştür. Hatta 1611 yılında Amsterdam’da ilk modern borsanın kurulması da bu şirket aracılığı ile olmuştur.

VOC Çin’in Fujian bölgesine mitili atarak çay ticareti yapmaya başlamıştır. Çin’den aldığı çayı başta Avrupa olmak üzere Avustralya’ya, Endonezya’ya, Kuzey Doğusu hariç tüm Afrika’ya, hatta Kuzey Amerika’nın Hollanda Kolonisi olan eski adı ile New Amsterdam yeni adı ile New York’a kadar ulaştırmıştır. Dolayısı ile Kuzey Amerika’da ilk çayı New Yorklular içmiş desem sanırım yanlış olmaz. Bu saydığım bölgelerin tamamında çay ‘tea’ ya da ‘tea’ sesine benzer bir telaffuzla adlandırılmıştır. Bunun nedeni VOC şirketinin Çin’le ticaret yaptığı bölgede Min Nan Lehçesi’nin konuşuluyor olmasıdır. Min Nan Lehçesi’nde de çaya “te’” denirmiş.

Dolayısı ile çayın kara yolculuğu ile ulaştığı ülkelerde çaya ‘çay’ denirken deniz yolculuğu ile ulaştığı ülkelerde çaya ‘tea’ denmeye başlanmış. Bu kuralın belki de tek istisnası Portekiz’dir. Çünkü Portekiz’e çay deniz yolu ile ulaşmasına karşın ‘cha’’ denilmektedir. Bu durumun nedenini anlamak için keşifler çağına doğru zamanda yolculuğa çıkmamız gerekecek.   

Her ne kadar Portekiz günümüzde ekonomik olarak etrafına ışık saçmasa da Keşifler Çağı’nın parlayan yıldızlarından biriydi. Okyanusları aşabilecek dayanıklılıkta gemi imal edebilmeleri, denizcilik becerileri ve açık denizlerde yön bulmalarını sağlayan sekstant ve usturlap kullanma yetileri XV. yüzyılda Portekizli denizcilerin önce Kanarya Adaları’na, ardından Yeşil Burun Adaları’na ulaşmalarını sağladı. Sonrasında ver elini Ümit Burnu ve Güney Doğu Afrika kıyıları…

Atlas Okyanusu’nu aşıp Hint Okyanusu’nun kapısını aralayan Portekizli denizciler rotasını baharat diyarı Bharat’a yani Hindistan’a çevirdi. Tarihler 8 Temmuz 1497’yi gösterdiğinde Vasco de Gama kaptanlığında dört gemi Targus Nehri’nin beslediği Lizbon Körfezi’nden demir alarak Atlas Okyanusu’na yelken açtı. Pupa yelken Hindistan’a yol alırken Hint Okyanusu’nda kâh korsanlık yaparak, kâh hacdan dönen gemilerdeki insanların canına kıyarak ardında kanlı bir dümen suyu bırakıp 20 Mayıs 1498 günü Hindistan kıyılarına ulaştı. Vasco de Gama’nın bu başarısı bu toprakları da etkiledi. Çünkü bu durum Osmanlı Devleti’nin doğu ile batı arasındaki merkezi konumundan kaynaklanan ticari üstünlüğünü sonlandırdı.

Hindistan’a ulaşan Portekizliler gözünü en doğuya, güneşin doğduğu topraklara dikti. Hint Okyanusu’nun tuzuyla pişmiş denizcilerin yeni hedefi Hint Okyanusu’nu da aşarak Çin’e ulaşmaktı. Portekizliler Jorge Alvarez kaptanlığında Çin’in güney kıyısında yer alan Macau’ya ulaştığında yıl 1513’tü. Alvarez Çin’e ulaşan ilk Avrupalı olmakla kalmadı, olasılıkla kendisine ikram edilen adını bilmediği sıcak hoş kokulu içeceği tadan ilk Avrupalı da oldu. Macau’da Kantonca konuşan Çinliler Alvarez’e ikram ettikleri bu içeceğe “ça’” diyorlardı. Macau’da bir Portekiz kolonisi kuran Alvarez içtiği ‘ça’yı sevmiş olacak ki bol miktarda gemisine yükleyip memleketine götürdü. Şarabın kekre tadına aşina olan Portekizliler çayın kekreliğine çok da yabancılık çekmemiş olsa gerek.  

Aradan yüzyıllar geçti. XVI. yüzyılın parlak sömürgeci Portekiz’inden bugüne bakiye duvarları kararmış gösterişli katedraller, sıvası dökülmüş kartal yuvasını andıran saraylar, denize açılıp dönmeyenler için yakılan ağıtlar, bir de şarabın ve çayın kekre tadı…   

Yazıya hani bazı kelimeler vardır sizde bir yerlere değer, sizi alıp götürür diye başlamıştım. Bazen de yolculukların bize kelimelerin getirdiğinden bahsetmiştim. İşte çay binlerce yıldır bu içsel ve dışsal yolculuğun tam da kesiştiği yerde durur.

Çay var içersen…   

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI