İnsan-köpek tartışmasında sınıflar ve kastlar görmezden gelinebilir mi?
ÇEVİRİ | Soru, insanların köpeklerden daha önemli olup olmadığı değildir. Mesele, bu soruyu kimin soracağı ve sorunu -basitçe- ‘yerinden etmenin’ sonuçlarıyla kimin baş etmek zorunda kalacağıdır.
Fotoğraf: Gözde Tüzer/Evrensel
Hindistan Kerala Yüksek Mahkemesi 8 Mart 2024’te insan hayatının köpek hayatından daha öncelikli olması gerektiğine hükmetti. “Okul çocukları, başıboş köpeklerin saldırısına uğrayacakları endişesiyle okullarına yalnız gitmeye korkuyorlar… Başıboş köpeklerin saldırısına uğrama endişesi nedeniyle bugün bazı bölgelerde sabah yürüyüşü de yapılamıyor. Sokak köpeklerine karşı herhangi bir önlem alınırsa, köpek severler gelip onlar için mücadele edecektir. Ancak ben insanlara sokak köpeklerinden daha fazla öncelik verilmesi gerektiği kanaatindeyim” dedi. Mahkeme, komşusunun yerel köpekleri beslemesinin ve bakımını yapmasının bölgede güvenlik ve hijyen sorunlarına yol açtığından şikayet eden bir tarafça sunulan dilekçeyi karara bağladı.
Bu dilekçenin ötesinde, küçük çocukların sokak köpekleri tarafından parçalandığı ve bunun sonucunda son iki hafta içinde iki kişinin öldüğü son olaylar hararetli tartışmalara yol açtı. Bir yanda sokak köpeklerinin itlaf edilmesi gibi önlemlerden yana olanlar, diğer yanda ise böyle bir önlemi zulüm olarak görenler var. Son olayda, hayvan hakları aktivistleri sokak köpeklerinin genellikle kanıt olmadan suçlandığını söyledi. Geçtiğimiz yıl, bir toplu konutta köpek besleyen bir çift bir kalabalığın kendilerine sopalarla saldırdığını iddia etmiş, bunun üzerine iki taraf da birbirleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Pune’da bir başka site sakini de benzer bir olay yaşamış ve sitede çocukları kovaladığı iddia edilen köpekleri beslediği için darbedilmişti. Bir başka sitede ise aylar önce bir çocuğa saldırılmış olmasına rağmen Hayvan Doğum Kontrolü kuralları uyarınca köpeklerin bulundukları bölgeden uzaklaştırılmaması gerektiğine dair mahkeme kararının ardından sokak köpekleri yakalanıp yeniden serbest bırakıldı. Ghaziabad’da 23 yaşındaki bir “köpek sever” köpek besleme tartışması yüzünden yaşlı bir adamı dövdü. Noida’da ise bir bölge sakini, bir köpeği binadan uzaklaştırmadığı için bir güvenlik görevlisini dövdü.
Yükselen tansiyon, sorunun kendi kendini yeniden ürettiği gerçeğini ortaya koyuyor. Köpekler insanların saldırganlığı nedeniyle saldırganlaşıyor, onlar da diğer insanlar tarafından zarar verilen köpeklere saldırganlıkla karşılık veriyor ve bu döngü kendini sürekli hale getiriyor. Dahası, bilimsel olmayan besleme uygulamaları, zayıf doğum kontrol önlemleri ve kontrolsüz sürü oluşumu sorunu daha da kötüleştiriyor. Bu durum, bir zamanlar ekosistem için önemli olan bir türü, ekosisteme zarar vermeye başlayan bir türe dönüştürüyor. “Köpekler atık yiyecekleri toplayarak önemli bir ekosistem hizmeti sunuyor. Bu aynı zamanda sıçan ve diğer kemirgenlerin nüfusunun kontrol altında tutulmasına da yardımcı oluyor” diyen Kolkata’daki Hindistan Bilim Eğitimi ve Araştırma Enstitüsü Köpek Laboratuvarından Anindita Bhadra, Frontline’a verdiği demeçte, 1994 yılında Surat’ta yaşanan veba salgınını ve ardından orada gerçekleştirilen toplu köpek itlafını örnek gösterdi. Ancak Mongabay’e göre, kötü gıda atığı yönetimi ve hızlı kentleşmenin köpek popülasyonlarını değiştirdiği ve nesli tükenmekte olan türler de dahil olmak üzere diğer vahşi yaşam için tehdit oluşturdukları gerçeği de var.
Yine, insan müdahalesi de önemli bir rol oynuyor. Frontiers dergisinde yayımlanan, Bhadra’nın eş yazarlığını yaptığı bir çalışma insanların kentsel alanlarda serbest dolaşan köpeklerin sosyal etkileşim ağlarına hakim olduğunu göstermiştir. Bir başka çalışma da insanların köpeklere karşı sert ya da olumsuz değil, daha nazik ya da kayıtsız olduğu yerlerde, serbest dolaşan köpeklerle yaşanan sorunların azalma eğiliminde olduğunu göstermiştir.
Ancak tüm bunlar olurken, genellikle iki tarafın da baskın paydaşlar olarak öne çıktığı gerçeğini göz ardı etmek zor: Bir yanda mahalleli refah dernekleri (RWAs) ve diğer yanda hayvan refahı grupları. Bu durum şu soruyu akla getiriyor: Her iki grubun da görece ayrıcalıklı sınıf ve kast konumları, gerçek paydaşları görmezden mi geliyor? Köpek ısırıkları ve kuduz vakalarının orantısız bir yükünün evsizler ve yoksullar tarafından taşındığını düşünün. Gerçekleri görmezden gelmek zor: Hindistan dünyada en fazla kuduz ölümünün yaşandığı ülke ve bu ölümlerin önemli bir kısmını çocuklar oluşturuyor. Aşılara erişimin olmaması ve tedavi rejimi konusunda farkındalık eksikliği nedeniyle kuduzun orantısız bir şekilde yoksulları etkilediği gerçeği de var. Bir çalışmada, “Düşük ve orta gelirli ülkelerdeki yoksulları orantısız bir şekilde etkileyen ve tamamen aşıyla önlenebilir bir hastalık olarak, PEP’e (temas sonrası önleyici tedavi) erişimin önündeki engelleri ele alarak gereksiz kuduz ölümlerini ve yaralanmalarını önlemek bir sosyal adalet sorunudur” denildi.
Scroll’a konuşan Alok Hisarwala Gupta, “Kentli orta sınıf seçkinlerin (...) sadece köpeklerle değil, her ikisi de ‘kamusal sokak alanı’ ekosisteminin bir parçası olan yoksul insanlarla da sorunu var” dedi. O halde “köpek severler” ile mahalle sakinleri arasındaki çatışmalar içinden çıkılmaz bir hal alıyor çünkü sorun neredeyse hiç çözülmüyor, sadece yer değiştiriyor. Köpekler toplandığında, bölgelerindeki hayvan popülasyonunu hakkında çok az söz hakkı olan insanların sokaklarına yerleştiriliyorlar. Bu durum, anekdot niteliğindeki çok sayıda köpek saldırısında kurbanların neden genellikle kaldırım ya da sokakta başıboş bırakılan bebekler ve çocuklar olduğunu da açıklıyor.
Kast ve sömürgecilik yükünün de eklenmesi meseleyi daha da karmaşık hale getiriyor. “İngilizler tarafından ‘parya’ olarak etiketlenen sokak köpekleri, sömürge döneminde dışlanmış olarak görülmüş ve muamele görmüştür. Terimin etimolojisi, kast baskısı altındaki bir topluluğun eski adı olan Paraiyar’a dayanmaktadır... Bu grubu kast baskısının kurbanları olarak çerçeveleyen İngilizler, yine de Paraiyarların sözde ahlaksızlığını, sarhoşluğunu ve vahşiliğini küçümsemiş ve ‘parya’ terimini hem insan hem de insan olmayan dışlanmışlara atıfta bulunmak için kullanmıştır.”
Özellikle sokak köpekleriyle ilgili yüklü çağrışımlar, insan-köpek meselesini sosyal adalet ve eşitlikten ayrılamaz hale getirmektedir. Meselenin özünde şu yatıyor: Serbest köpeklerin; insanların genel olarak hayvanlarla kurduğu ‘sahiplik’ ilişkisine uymaması, ‘mülk sahipliklerine’ ve insanların kendi konut sahipliklerini tanımlamak için çizdikleri sınırları zorlaması. Eğer köpek çatışmalarından en çok etkilenenler, bu ‘bölgesel sınırlara’ erişimi olmayan insanlarsa; bu insanlar kaçınılmaz olarak vatandaşlık ve bir arada yaşama tartışmaları yerine mekan sahipliğini merkeze alan bir tartışmaya dönüşen tartışmanın dışında kalıyorlar. Bir makaleye göre, “Resmi yönetim ve planlamaya istisna teşkil eden, dikkatle üretilmiş bir durum olan kayıt dışılık, hayvanların (ve yoksul insanların) kentsel alanlarda ‘izinsiz giren’ olarak görülmesini meşrulaştırıyor.”
O halde soru, insanların köpeklerden daha önemli olup olmadığı ile ilgili değildir. Mesele, bu soruyu kimin soracağı ve sorunu -basitçe- ‘yerinden etmenin’ sonuçlarıyla kimin baş etmek zorunda kalacağıdır.
*9 Mart 2024’te The Swaddle internet sitesinde yayımlanan yazının orijinali için: https://www.theswaddle.com/is-the-debate-on-human-dog-conflicts-ignoring-class-caste
*Çeviri: N.S. Demirel