ABD desteğiyle büyük savaş bataklığına doğru
Arap basınındaki yorumlarda İsrail'in Tahran ve Beyrut suikastlarını Amerika’nın yeşil ışığı olmadan gerçekleştirilemeyeceğine işaret edildi.
Fotoğraf: İran Lideri Basın Ofisi
Yusuf ERTAŞ
Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin Tahran’da ve Hizbullah’ın üst düzey komutanı Fuad Şükür’ün Beyrut’un güney banliyölerinde İsrail saldırısında katledilmesi, bölgesel savaş endişelerini bir kez daha alevlendirdi. Arap basınındaki yorumlarda bu düzeyde bir suikastın Amerika’nın yeşil ışığı olmadan gerçekleştirilemeyeceğine işaret ediliyor.
Ayrıca Gazze’de kazanamayan Netanyahu’nun iktidarının geleceği için “Yemen’den, Umman Denizi kıyılarından ve Hürmüz Boğazı’ndan Irak’a, Suriye, Lübnan ve Gazze’ye uzanan büyük bir bataklığa saplanmasına neden olacak geniş çaplı bir savaşı ateşlemekten başka seçeneği yok” yorumu da dikkat çekiyor. Haniye suikastının, İran’ı zorlu bir sınavla karşı karşıya bıraktığına da işaret ediliyor.
MEYDANLARIN BİRLİĞİNİ PARÇALAMAK
Netanyahu, Gazze’de rehineleri kurtarma ve Hamas’ı yok etme hedefine ulaşamadı. Bu durum İsrail’in caydırıcılığının sarsılmasına ve askeri savaş gücünün sorgulanmasına yol açtı. Filistin merkezli Al Kuds Yazarı Baha Rahhal “Bölgenin tüm cephelerde ısınması ve İsmail Haniye gibi büyük bir siyasi liderin öldürülmesiyle doruk noktasına ulaşan saldırıların tırmanması, caydırıcılığı yeniden tesis etmeyi ve İsrail’in bölgedeki kabiliyetini ve gücünü göstermeyi amaçlamaktadır. Böylece meydanların birliğini parçalamak ve direniş tarafından yürütülen operasyonları etkisiz hale getirmek istiyor” diye yazdı.
YANIT KAÇINILMAZ
İran ve vekil güçlerinden oluşan ‘Direniş Ekseni’nin bu saldırılara yanıt vereceği kesin. Lübnan merkezli Addiyar Yazarı Kamal Zebian “Artık soru, Direniş Ekseni’nin, İsrail’in Hizbullah’ın üst düzey cihatçı liderlerinden Fuad Şükür’e ve Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’ye düzenlediği suikastlara karşılık verip vermeyeceği değil. Karşılığın nasıl, ne zaman ve nerede olacağı” dedi. Katar merkezli El Cezire Haber Sitesi Yazarı Mahmud Alluş ise “Tahran ve müttefiklerinin suikastlara karşı caydırıcılık ve İsrail’le angajman kurallarını yeniden tesis etme arasında denge kuran ve bölgesel bir savaşa doğru kaymaya yol açmayan güçlü bir yanıt verme” eğiliminde olduğuna dikkat çekti. Her halükarda, İran’ın bu iki suikasta doğrudan ya da müttefikleri aracılığıyla ya da her ikisi birden vereceği yanıt, savaşın bundan sonraki seyrini belirlemede etkili olacak.
KÖRFEZ ÜLKELERİ SESSİZ KALDI
Katar, Umman ve Kuveyt dışındaki Körfez Arap ülkeleri ise Haniye suikastı konusunda büyük ölçüde sessiz kaldı. BAE ve Bahreyn bölgesel gerilime karşı uyarıda bulunan açıklamalar yayımladı ancak Haniye’nin öldürülmesini açıkça kınamadı. Bahreyn kralı cuma günü Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a “taziye ve sempati” telgrafı gönderirken Suudi Arabistan herhangi bir açıklama yapmadı. BAE ve Bahreyn, Suudi Arabistan ile de benzer bir anlaşma arayışında olan ABD’nin ara buluculuğunda 2020’de imzalanan İbrahim Anlaşması çerçevesinde İsrail ile diplomatik ilişkilerini normalleştirdi.
UÇURUMUN EŞİĞİNDE: HANİYE SUİKASTINDAN ÜÇ ÖNEMLİ SONUÇ
Mahmud ALLUŞ
El Cezire/Katar
Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin Tahran’da öldürülmesi ve birkaç saat önce Hizbullah’ın üst düzey komutanı Fuad Şükür’ün Beyrut’un güney banliyölerinde bir İsrail saldırısında hayatını kaybetmesi, üç önemli sonuca işaret ediyor. Bütün bunlar, 7 Ekim savaşının sona ermekten, hatta bölgesel boyutu açısından düşük riskli bir hızda istikrara kavuşmaktan çok uzak olduğuna dair inancın güçlenmesine yol açıyor.
İlk sonuç, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD ziyaretinden sonra savaşı tırmandırma konusunda daha cesaretli hale geldiği ve Başkan Joe Biden yönetiminin de savaşı tırmandırmaktan kaçınması için Netanyahu üzerindeki etkisini zayıflattığı ya da bu savaşı mümkün olduğunca uzatma ve bölgesel riskleri alevlendirme oyununa daha fazla boyun eğdiği yönünde. Her iki durumda da ABD’deki başkanlık seçimleri Netanyahu’ya savaşın gidişatını tersine çevirmek için bir fırsat sunuyor.
İkinci sonuç ise İsrail’in Gazze’de ateşkes için Hamas’la bir anlaşmaya varmaya yönelik yeni diplomatik çabalara dahil olması ve Biden’ın önerisini kabul etmesinin, Netanyahu’nun bu savaşta dünyayı kandırmak için oynadığı oyunlardan başka bir şey olmadığıdır. Haniye’nin esir ve rehine takası anlaşması ve savaşın sona ermesi için itici bir güç olması, suikastın ana amaçlarından birinin öngörülebilir gelecekte böyle bir anlaşma şansını zayıflatmak olduğunu gösteriyor.
Netanyahu’nun şimdilik bir anlaşmadan kaçınmasının bariz bir nedeni var: Hükümetteki daha aşırı ortakları bu savaşın net bir İsrail zaferi olmadan bitmesini istemiyor. Ancak tek neden bu değil. Netanyahu, Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın kasım ayında Beyaz Saray’a geri dönmesi üzerine bahis oynuyor. Böyle bir dönüşün, İsrail’in Biden yönetimiyle savaşta başaramadığını başarması için Amerikan elini serbest bırakacağına inanıyor.
Üçüncü sonuç ise İsrail’in İran ve bölgedeki müttefikleriyle olan çatışmasındaki hoyratlığının, İsrail, İran ve ABD’nin bundan kaçınmak için beyan ettikleri arzuya rağmen, kapsamlı bir bölgesel savaşa itebileceğidir. 7 Ekim savaşının bölgesel seyrini yöneten ve kontrolden çıkmasını engelleyen caydırıcılık ve angajman kuralları, Haniye’nin Tahran’da öldürülmesi ve İsrail’in Beyrut’un güney banliyölerini vurmasından sonra artık geçerli değildir. İran’ın bu iki suikasta doğrudan ya da müttefikleri aracılığıyla ya da her ikisi birden vereceği yanıt, savaşın bundan sonraki seyrini belirlemede etkili olacaktır.
Ancak Tahran ve müttefiklerinin önündeki zorlu sınav, suikastlara karşı caydırıcılık ve İsrail’le angajman kurallarını yeniden tesis etme arasında denge kuran ve bölgesel bir savaşa doğru kaymaya yol açmayan güçlü bir yanıt vermektir. Haniye’nin Tahran’da öldürülmesi İran için sadece ciddi bir iç güvenlik riski değil, aynı zamanda geçen nisan ayında İran’ın İsrail’e doğrudan füze saldırısından bu yana İsrail ile çatışmasında tesis etmeye çalıştığı yeni caydırıcılık konseptinin kırılması açısından da büyük bir darbe.
Haniye ve Hizbullah’ın Üst Düzey Komutanı Fuad Şükür’ün öldürülmesi Netanyahu’nun içeride İsraillileri bu savaşta yeniden bir araya getirmesine ve savaş yönetiminin güçlü sonuçlar verdiğini göstermesine, dışarıda ise İran ve bölgedeki müttefiklerine güçlü bir caydırıcı mesaj göndermesine yardımcı olabilir. Ancak bu, İsrail’i 7 Ekim savaşında karşı karşıya kaldığı stratejik çıkmazdan kurtarmayacaktır.
İsrail, Gazze Şeridi’nde belirlediği savaş hedeflerine, tutukluları zorla kurtarmaya ve Gazze’deki Hamas Lideri Yahya Sinvar’ı ortadan kaldırmaya hâlâ ulaşamadı.
Haniye’nin öldürülmesinin Hamas liderliğini herhangi bir şekilde istikrarsızlaştıracağı düşünülemez. Benzer şekilde, İsrail’de Netanyahu’nun savaşı yönetme biçimine ilişkin şiddetli iç kutuplaşma, Hamas liderlerinin öldürülmesi ve İran ve müttefikleriyle güç gösterisi yapılmasıyla sona ermeyecektir.
SAVAŞIN GENİŞLEMESİ
Ala SABET
Al Ahram/Mısır
İsrail Başbakanı, Lübnan’a sert bir savaş başlatma vaadiyle gittiği ABD’den, Lübnan Hizbullah’ını işgal altındaki Golan’da bulunan Suriye köyü Mecdal Şems’e füze atmakla suçlayarak döndü. 1967 savaşından bu yana sakinleri işgal altında yaşayan ve işgal altındaki topraklardaki Arapların çektiğini çeken Suriye köyüne Hizbullah’ın füze attığı suçlamasının doğru olma ihtimali olmadığı gibi, esirlerini umursamayan ve onları uçaklarının bombardımanı altında bırakan Netanyahu’nun işgale maruz kalan Mecdel Şems’in Arap halkı için endişelenmesi de mümkün değil. Netanyahu, Mecdel Şems’in Arap sakinleri için mi savaşacak? Amacı, ne kadar zayıf bir bahane olursa olsun, hatta bahanesiz bile olsa işgali genişletmek değilse, bu mantık sınırlarının ötesindedir.
Netanyahu iki hedefe ulaşmaya çalışıyor: Tüm rakiplerine karşı ezici bir zafer elde etmek. İsrail’in dünyanın en güçlü ve gelişmiş silahlarına sahip olmasına rağmen silahlarını Amerikan, Avrupa ve İsrail fabrikalarında değil kuşatma altındaki Gazze Şeridi’ndeki atölyelerde üreten ve mütevazı silahlarla donanmış Gazze gruplarına karşı on ay geçmesine rağmen Netanyahu belirttiği hedeflere ulaşamadı. Ne Gazze’deki silahlı grupları ortadan kaldırabildi, ne İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırılarda bir kısmı öldürülen tutukluları serbest bırakabildi, ne de Gazze Şeridi’nin kontrolünü ele geçirebildi. Netanyahu katliamları durdurmak, savaşı sona erdirmek ve Kahire ve Doha’da yapılan müzakerelerin sonuçlarına yanıt vermek için baskı altında. Ancak kesin bir zafer kazanmadan savaşı durdurmanın kendisini zor bir hesaplaşmaya götüreceğinin de farkında.
Bu nedenle, ABD’nin katılmaktan kaçınamayacağı ve Yemen’den, Umman Denizi kıyılarından ve Hürmüz Boğazı’ndan Irak’a, Suriye, Lübnan ve Gazze’ye uzanan büyük bir bataklığa saplanmasına neden olacak geniş çaplı bir savaşı ateşlemekten başka seçeneği yok. Böylesine büyük çaplı bir savaş, yorgun ABD gücünü parçalayacak, ciddi bir teste tabi tutacak ve Rusya ve Çin ile artan bir çatışmayla karşı karşıya kalırken onu daha da yoracaktır. Amerika Birleşik Devletleri nasıl bu kadar geniş bir alanı kapsayabilir ve aynı zamanda Ortadoğu’da düzensiz güçlere karşı, sonucu tahmin edilemeyen ve zafere ulaşılması zor bir yıpratma savaşına dahil olabilir? Irak ve Afganistan’dan hiçbir sonuç elde edemeden ve organize bir geri çekilmeyi andıran bir şekilde çıkan odur. ABD, Netanyahu’yu dizginlemeye ve sonuçları İsrail, ABD ve tüm bölge için felaket olacak geniş çaplı bir savaşı tetiklememesi konusunda uyarmaya çalışıyor. Ancak Netanyahu henüz yanıt vermedi ve Gazze’de katliam yapmaya devam ediyor, Amerikalı ortağının itibarını ve tutukluların kaderini hiçe sayarak önce kendi postunu kurtarmayı umuyor. En büyük aptallığı yapıp geniş çaplı bir savaşın fitilini ateşleyecek mi?
SUİKAST BÖLGEYİ BÖLGESEL SAVAŞIN UÇURUMUNA İTEBİLİR
Baha RAHHAL
Al Kuds/Filistin
Bu düzeyde bir suikast Amerika’nın yeşil ışığı olmadan gerçekleştirilemezdi. Bu demektir ki Netanyahu liderliğindeki savaş hükümeti, güvenlik, istihbarat ve askeri silahlarını Netanyahu’nun son Amerika seyahatinden önce hazırlamış ve Netanyahu’nun Amerika’dan aldığı onayla dönmesini beklemiştir. Nitekim durumun nereye varacağını umursamadan, İran’ın kendi toprakları üzerindeki egemenliğini ihlal ederek, misafiri Lider İsmail Haniye’yi öldürerek suikastı gerçekleştirdi.
Bölgenin tüm cephelerde ısınması ve İsmail Haniye gibi büyük bir siyasi liderin öldürülmesiyle doruk noktasına ulaşan saldırıların tırmanması, caydırıcılığı yeniden tesis etmeyi ve İsrail’in bölgedeki kabiliyetini ve gücünü göstermeyi amaçlamaktadır. Böylece alanların birliğini parçalamak ve direniş tarafından yürütülen operasyonları etkisiz hale getirmek istiyor. Bu da direniş gruplarının ve hareketlerinin önüne seçenekler koymaktadır. Bunların en önemlileri doğrudan bir yanıt ya da bir süre gerektiren karşılıklı bir yanıt ya da alışılagelmiş geçici bir yanıt ve ardından Gazze’de bir ateşkes anlaşması.
İsmail Haniye suikastı, İsrail’in dünyanın pek çok başkentinde; Malta’da, Atina’da, Kıbrıs’ta, Almanya’da, Bulgaristan’da, Tunus’ta, Beyrut’ta, Dubai’de ve liste uzayıp giderken gerçekleştirdiği suikast sahnelerini akla getirmektedir. Ancak bu suikastlar direniş hareketlerini zayıflatmamış, aksine şiddetlerini arttırmış, yollarına devam etmiş ve darbeleri daha güçlü ve etkili olmuştur.
Amerika’dan sıcak alkışlar ve sınırsız destekle dönen Netanyahu bu suikastlarla muzaffer görünmek istiyor. Aynı zamanda bu suikastlardan ülkesinde ilgi odağı olmak ve sahte zaferin coşkusunu yaşamak istiyor.
SUİKAST SAVAŞI
Muhammed İbrahim El RESUKİ
Al Ahram/Mısır
İsrail, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güney banliyölerinde düzenlediği bir saldırıda Hizbullah’ın ikinci komutanına suikast düzenledikten birkaç saat sonra Filistinli Hamas hareketinin Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin İran’ın başkenti Tahran’da güdümlü bir füzeyle öldürülmesiyle bölgesel bir savaş başlatma yönündeki kötü niyetli hedefine ulaşmış oldu. Bu iki saldırı gözden kaçmayacak, tüm taraflar için acı sonuçlar doğuracak, kaçınılmaz olarak bölgede daha fazla kaos ve istikrarsızlığa yol açacak ve akan kanla birlikte barış umutları da kısa sürede sönecektir.
İsrail ve Netanyahu liderliğindeki aşırı sağcı hükümet, meşru müdafaa hakkı bahanesiyle ABD’nin açık desteğini arkasına alarak bir “suikast savaşı” başlattı. Washington’daki siyasetçiler Haniye suikastının geniş kapsamlı sonuçları olacağını, Tahran ve Tel Aviv arasındaki bölgesel çatışmaları körüklemek için önemli bir neden olacağını ve Amerika ile Ortadoğu ve ötesindeki çıkarlarının ciddi şekilde zarar göreceğini çok iyi biliyorlar. “Suikast savaşının” şarapnel parçalarından kurtulamayacaklar ama İsrail mutlu ve tatmin olduğu sürece tüm bunlar sorun değil.
Tarihe en büyük savaş suçlularından biri olarak geçecek olan Netanyahu, Roma’yı yerle bir etse bile iktidarda kalmaya odaklanmış durumda. Sadece kendini düşünüyor, başka hiçbir şeyi umursamıyor. Ne yazık ki Amerika, 7 Ekim olaylarından bu yana ortaya çıkan krize barışçıl bir çözüm bulma çabalarını yok etme ısrarına göz yumarak ve devletlerin egemenliğini ve uluslararası yasa ve normları caydırıcılıktan uzak bir şekilde ihlal ederek tüm suçlarına bir koruma şemsiyesi sağlıyor.
Haniye, İsrail tarafından öldürülen ilk önde gelen Filistinli lider olmadığı gibi sonuncusu da olmayacaktır. Tel Aviv onları soğukkanlılıkla öldürdükten sonra güvenliğe ve emniyete kavuştu mu? Cevap kesin bir hayır. Yaşananlar, istediğinin ve umduğunun tam tersi oldu. Onların şehit edilmesi, başkalarının da onların izinden gitmesi için bir teşvik oldu.
İsrail son barbarca ve pervasız eylemleriyle cehennemin kapılarını açtı. Bariyerleri aşıp kendi arka bahçelerinde düşman olarak gördüklerine ulaşma kabiliyetini teyit etmek için kasıtlı olarak gerilimi tırmandırdı. Ancak kaba güç kullanma konusundaki acelesinin şimdi ve daha sonra şiddetli yansımaları olacak. Bundan önce ve sonra, eğer uluslararası toplum onu sınırlamak ve komşu ülkelerin egemenliğini ihlal etmesini önlemek için hızlı hareket etmezse, dünyamız üçüncü dünya savaşının eşiğinde olabilir.
FİLİSTİN’İN GÖLGESİNDE
Al Ahbar/Lübnan
Yemen’de sivil tesislerin bombalanmasından başlayarak, güney banliyölerinde Hizbullah’ın Üst Düzey Cihatçı Komutanı Fuat Şükür’ün öldürülmesine ve şafak vakti Tahran’da Komutan İsmail Haniye’nin öldürülmesine kadar İsrail tarafından bir dizi büyük operasyon. Bu tür saldırganlıkların bağlamı, düşman hükümetin başı Benyamin Netanyahu’nun Amerika’ya hitaben Kongrede yaptığı konuşmada, kendi varlığının Batı’nın bölgedeki çıkarlarını korumakla görevli bir ajan olduğu yönündeki söylemine dayanarak mevcut savaşı yürütme çabalarının ana temeline oturmaktadır.
Düşmanın yeni kanlı programıyla, Gazze’deki büyük başarısızlık meydanından bölgedeki tüm direniş güçleriyle savaşı genişletme meydanına geçmeye çalıştığı, her şeyden önce savaşlarına doğrudan Amerikan ve Batı müdahalesini kazanmayı ve sözde bir zafer arayışıyla Gazze’ye dönmesini sağlayacak şeyi elde etmeyi umduğu açıktır.
ACIMASIZ BİR ‘ÇİFTE’ DARBE... DAHİYA SALDIRISI VE HANİYE SUİKASTININ ARDINDAN NE OLACAK?
Ennaşra/Lübnan
Tüm dünyanın Tel Aviv’in geçen cumartesi günü yaşanan Mecdel Şems olayından beri ilan ettiği İsrail saldırısını beklediği doğrudur. Ancak tüm tahminler saldırının “sınırlı” olacağını gösteriyordu. Hatta bazı yetkililer saldırının “misillemeden” başka bir şey olmayacağına dair “güvencelerden” bahsedecek kadar ileri gittiler. Beyrut’un güney banliyölerine yapılan kanlı saldırıyla başlayan ve Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin Tahran’da öldürüldüğünün şok edici bir şekilde duyurulmasıyla sona eren sürpriz “çifte” sürpriz oldu.
Dahiye saldırısı ve Haniye suikastı arasında, bir sonraki aşamadaki sonuçlar ve yansımalar hakkında soru işaretleri ortaya çıkıyor. Direniş Ekseni, İsrail’in her düzeyde neredeyse eşi benzeri görülmemiş saldırganlığını nasıl okuyor ve önümüzdeki günlerde bununla nasıl başa çıkacak? İki tarafın da istemediği ve hoşlanmadığı “sabit” olmaktan uzak bir “topyekûn savaşın” kaçınılmaz hale geldiği söylenebilir mi? Ya da bu on aydır devam eden savaşın “sonunun başlangıcı” olabilir mi?
Sonuç olarak, Beyrut’un güney banliyölerinde ve İran’ın başkentinde yaşananların çatışmanın gidişatında bir dönüm noktası teşkil ettiğine ve birçokları için kelimenin tam anlamıyla bir “savaş ilanı” anlamına geldiğine şüphe yok.