"Bize ekmek yoksa size huzur yok!"
"Grev okulunda çalışma arkadaşlarımızı tanırız, ayrımları unutur, dayanışma örer, 'bu iş yerinde bir şey yapılmaz' noktasından mücadele inancının beslendiği seviyeye geliriz."
Fotoğraf: Emirhan Durmaz/Evrensel
Günseli UĞUR
SES İzmir 1 Nolu Şube Sekreteri
Katıldığım en kitlesel ve en coşkulu iş bırakma eylemlerinden biri geçtiğimiz hafta İzmir Büyükşehir Belediyesinde gerçekleşti.
Belediyede çalışan kamu emekçileri toplu sözleşmeye ilişkin talepleri için yaklaşık iki aydır giderek büyüyen eylem süreçlerini grev yaparak sürdürmeye karar verdiler. İş bırakmakla kalınmadı, iş yerinden ana caddeye dökülüp trafiği durduracak kadar kalabalık ve kararlılıkla belediye başkanının makamına uzun bir yürüyüş yapıldı.
En güzel yanlarından biri -olması gerektiği gibi- farklı sendikaların ortak çağrı yapmasıydı. En büyük eksik ise belediyede örgütlü işçi sendikalarının kamu emekçilerinin yanında olmaması.
Eylem alanında belediye emekçilerinin ürettiği yeni sloganlar kitle tarafından sahiplenilmişti. “Cemil Tugay baksana, kaç kişiyiz saysana”, “Bize ekmek yoksa size huzur yok” gibi… Hele bir de beste vardı ki gülümseyen yüzlerle bağıra bağıra söylendi: “Gel bakalım, Gel bakalım, Cemil Tugay gel bakalım, polisi gönder, masaya otur, hakkımızı ver bakalım”.
Alkış yapmaktan avuç içleri su toplamış bir sürü eylemci. Güneşin en tepede olduğu o yakıcı sıcağın altında yürüyüşü izleyen vatandaşların alkışları ve araçların korna seslerinin eşliğinde yürüdük.
“Ertesi gün de devam edebilecek miyiz” endişem nedeniyle iş bırakma eylemlerinin bilgisi üzerine kafa yormam gerekti: ilk aklıma gelen en verimli en öğretici mücadele okulunun eylem alanları olduğu gerçeği idi; özellikle de grevin en iyi mücadele okulu olduğu. Nasıl mı?
Grev okulunda çalışma arkadaşlarımızı tanırız, ayrımları unutur, dayanışma örer, “bu iş yerinde bir şey yapılmaz” noktasından özgüven tazelediğimiz hakkımızı kazanma isteği ve mücadele inancının beslendiği seviyeye geliriz. Grev öncesi yaşanan rekabet ve bencillik duygularının yerini ortak umutlar ve birlik duygusu alır.
Birleşik ortak mücadeleyi kararlı ve tutarlı bir ısrarla sürdürebilmek ise eylemler öncesi dönemdeki hazırlık sürecinin niteliği ile olanaklıdır. Burada en önemli kriterler ortak bilincin hangi temelde oluşturulduğu; gelişen durumların sendikalar arasında faydacı tutumları yaratması yerine emekçi kitlelere mal edilebilmesi değil midir?
Süreç boyunca grev yapanlar da grev nedeniyle hizmet alamayanlar da emekçi sınıfın üretimden gelen gücünü açıkça görürler. İşte emekçiler yöneticilerle patronlarla bir kavga alanında yüz yüzedirler.
Sınıfın gücünü sadece emekçiler ve hizmet bekleyen vatandaş görmez, işverenler de görür. Bu aşamada eylemin etkisiz bir araca dönüştürülmesi ve engellenmesi çabası başlar. Bu çabayı boşa çıkarmanın en iyi yolu dayanışmanın büyütülmesidir: aynı iş yerinde örgütlü farklı sendika ve konfederasyonlarla ortak hareket etmek, diğer işkollarının da desteğini almak, birleşe birleşe direnmek… Meslek - kadro, kamu - özel, kıdemli - çömez, işçi - memur, akademik - idari, şu partili - bu partili, şu millet - bu millet ayrımı yapmadan…
Belediye emekçilerinin eylem sürecine dönersek bu dayanışmanın sağlamlaştırılması, kapsama alanının genişletilmesi şu an ertelenemez bir görevdir. Eylemi sonlandırmak, talepleri karşılamamak, büyüyen örgütlü güce engel olmak için en kolay sindirme yolu olan soruşturmalar ve görevden uzaklaştırmaların başlaması önümüze bu görevi koyuyor.
Açığa alınan belediye emekçileri yalnız değildir!